Risale Haber-Haber Merkezi
Nur Fabrikası sahibi, Denizli hapishanesi şehidi, İslamköylü Hafız Ali ağabeyimizi vefatının 76. yıldönümünde rahmet dualarımızla anıyoruz. Merhum Hafız Ali Ergün Denizli hapishanesinde hastalanıyor, hastaneye kaldırılıyor ve orada 17 Mart 1944 tarihinde vefat ediyor.
Merhum Mustafa Sungur ağabeyimizden naklen, Hafız Ali ağabeyin kabir taşına Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'nin şu sözleri yazılmıştır: “Mahkeme-i Kübra-yı Haşrî’de, Risale-i Nur Talebelerinin Bayraktarı, Şehid Merhum Hâfız Ali. Rahmetullâh-i Aleyh. Ebeden Dâima. Said Nursi.”
***
İslamköylü merhum Hasan Ergünal, çocukluğundan vefatına kadar Hafız Ali ağabeyin yanında Kur’an ve Risale-i Nur talimi yapmıştır. Hafız Ali ağabeyi en iyi tanıyanlardandır.
Hasan Ergünal ile yapılan bu röportaj 26 Haziran 1998 tarihinde, Ömer Özcan tarafından İslamköy’de yapılmış olup, teyp kasetine kaydedilmiştir. Hatıraların tamamı daha sonra Ağabeyler Anlatıyor-1 kitabında yayınlanmıştır.
HOCAM HAFIZ ALİ’DİR
Hasan Ergünal Ağabey, çok güzel bir yazıyla yazılmış kitabı gösterdi bize. Sordum.
Bu sizin yazınız mı?
Yok! Bu, benim hocamın yazısıdır.
Hocanız kim?”
Hafız Ali... Ben beşinci sınıfta yazmaya başladım, hâlâ da yazıyorum. Siz de mümkünse eski yazıyı öğrenin, bunları okuyun. Bakın bu Otuz Üçüncü Söz (Pencereler) Risalesi; bunu yazdım, bilgisayardan çıkardık. Dünyanın fenlerinden istifade ediyoruz. Bende bütün külliyat var, fakat o zamanki ağabeylerin yazıları o kadar güzeldi ki… Benim yazım o kadar güzel değildi. O yüzden utandım, Üstad’a tashihe götürmedim...
NAMAZ TESBİHATINI HEP BİR AĞIZDAN SESLİ OLARAK YAPIYORDUK
Ahirette Risale-i Nur talebelerinin bayraktarı olan Hafız Ali Ağabey nasıl bir insandı?
Kendisi imamdı ve hafızdı, gayet güzel Kur’an-ı Kerim okurdu. Çiftçilik de yapıyormuş. Onun evi köyün öbür tarafında idi.
Risale-i Nur’a intisaptan sonra devamlı yazar, akşam namazından yatsıya kadar dualarını okurdu. Yatsıyı talebeleriyle kılar, fazla oyalanmadan yatardı. Şafaktan evvel kalkar Cevşen’ini okur, sonra talebeleri gelirdi. 10-15 çocuk okutuyordu; dört tane hafız çıkardı. Namazdan sonraki tesbihatı hep bir ağızdan sesli yapıyor, Kur’an okunduktan sonra da dağılıyorduk. Bir kısmımıza da yazdırıyordu. İşte o yazanlardan biri de bizdik...
KABİR EHLİ ÖYLE VAVEYLÂ EDİYORLARDI Kİ, DAĞLARA KAÇSAM UNUTAMAYACAĞIM…
Sene 1942 idi… Ben külliyatın büyüklerini yazmıştım, bir de küçükleri yazmaya başladım. Yirmi Dokuzuncu Söz’ü yazdım, hocamın yanına gittim.
Yanına oturttu beni; baktı baktı, dedi:
“Kardeşim! Ben bugün kabristanı ziyarete gittim, gördüm ki: Çoluk çocuk meşgalesiyle, rızık toplamak, kazanmak dolayısıyla, keselerine torbalarına ahiret azığı olarak bir şey dolduramamışlar. Öyle vaveylâ ediyorlardı ki... Ben o acıyı gördüm, dağlara kaçsam unutamayacağım... Siz insan ölünce kurtuluyor zannetmeyin; nasıl burası bir âlemse, o kabir de öyle bir âlemdir, adem ve yokluk yoktur...” Hocam ağlıyordu...
BEDÜZZAMAN’DAN, HAFIZ ALİ’NİN VELÂYETİNE İŞ’AR EDEN İFADELER:
“Hafız Ali kardeşim! Bir zaman Barla’da cuma gecesinde dua ederken, senin âmin sesini iki defa sarihan işittim. Arkama baktım, dedim: ‘Hafız Ali ne vakit gelmiş?’ Dediler: ‘O burada yoktur.’ Ben şimdi o vakıadan diyebilirim ki, üç-dört saat mesafeden duama âminini işittirmesi, 30 günlük mesafeden buradaki zaif davet ve duama kuvvetli ve tesirli bir âmin hükmünde olan yazıların imdadıma yetişmesi, çok manidar bir tevafuktur.’ (Kastamonu Lâhikası, 30)
“...Hafız Ali’nin bu mektubunu aldığımdan ya altı, ya yedi gün evvel, Karadağ’dan inerken birden diyordum: ‘Yahu! Ata et, aslana ot atma; aslana et, ata ot ver.’ Bu kelimeyi, beş-altı defa, hoşuma gitmiş, tekrar ediyordum. Ya Hafız Ali benden evvel yazmış, bana da söylettirdi veyahut ben evvel söylemişim, ona yazdırılmış... Yalnız bu garip tevafukta bir farkımız var: O, öküze ot demiş; ben ata ot demişim!’ (Kastamonu Lâhikası, 255)
ESKİŞEHİR MAHKEMESİNDEKİ MÜDAFAALARIN TAMAMINI YAZMIŞTI
1935 Eskişehir mahkemesinde Üstad Hazretleri, 110 talebesinin avukatlığını yapıyor. Şu elimdeki eser, Eskişehir mahkemesinin bütün safahatını yazıyor. Bu kitabı Hafız Ali, Eskişehir hapsinden çıktıktan sonra yazıyor.
Tarihçe-i Hayat’taki müdafaada olmayanlar da mı var bu kitapta?
Evet, Tarihçe-i Hayat hepsini almamış; bu çok geniş… İşte Üstad, her talebesinin öyle müdafaasını yapıyor ki ne kanuna dokunuyor, ne de zarar gelecek bir kelime kullanıyor... Bu risalelerde öyle bir ilim var ki hakikaten hiç kimse itiraz edemez… Onun için, siz gençsiniz, bir kısmını ezberleyin. Mahkemelerde müdafaa gayet kolay; çünkü Risale-i Nur tamamen mantık dersidir.
ALTI AY EVVEL MANEN DENİZLİ HADİSESİNİ GÖRMÜŞ...
Hafız Ali Ağabeyin vefatını anlatır mısınız?
Ben askerdeydim... 1944’te Denizli Hapishanesi’nde hasta oluyor, hastaneye kaldırıyorlar, orada vefat ediyor, Denizli kabristanına defnediyorlar...
Hafız Ali (Denizli hapsine) gitmezden altı ay evvel bana diyordu: “Ben seni şubeden alıkoyayım, sen bana (benim yerime) talebe okut.” O zaman ben askere gidecektim. Bakın, altı ay evvel manen Denizli hadisesini görmüş...
Ben babamlara mektup yazdığımda, risalelerden yazıyordum. Babam da bir mektubu Denizli hapsinde bulunan Hafız Ali’ye göndermiş. Ona çok sevinmiş, “Eğer izin verirlerse muhakkak gelsin!” demiş. Bana bir hafta sonra mektubu geldi. Ondan sonra 17 Mart 1944’te vefat etmiş...