Risale Haber-Haber Merkezi
Bilici, Said Nursi Hazretlerinin 100 yıl önce İslam alemindeki probleme dair aynaya bakma cesareti göstererek çözüm önerisi sunduğunu söyledi.
Ortadoğu’nun uzun zamandır kendi geleceğini, kendi eliyle belirleme imkânından mahrum olduğuna dikkat çeken Bilici, "Şaşırtıcı olan, her krizde aynı çaresizliği iliklerimize kadar yaşamamıza rağmen kimsenin asıl sorunun ne olduğuna kafa yormaması. Temel sorunu tespit edip ona göre uzun vadeli stratejiler geliştirmek yerine, ezberlerimizi tekrarlamak, slogan atmak kolayımıza geliyor" dedi.
Irak'ta, Filistin’de, Gazze’de, Libya’da, Mısır’da, Suriye’de, Bahreyn’de ve başka birçok yerde büyük bir insanlık dramlarının yaşandığını ancak bölgenin çocukları olarak hiçbir varlık gösteremediğimizi vurgulayan Bilici, "Tek tek karşımıza çıkan böyle krizleri çözmeye çalışmak, bunun için her defasında umutla çabalamak da bir yol. Ama bu yolda çaba harcarken bir taraftan da bütün bu krizleri doğuran temel soruna kafa yormak gerekiyor. Zira ortaya çıkan krizler, sebep değil. Derindeki hastalığın sonuçları ya da onu teşhis etmemize yardımcı olacak semptomlar. Bu şekilde düşünmezsek nesiller boyu tek tek sivrisinekler peşinde koşmaya devam edeceğiz demektir. Çünkü bataklık bir yere kaybolmuyor, orada tüm cesametiyle duruyor ve sivrisinek üretmeye devam ediyor" şeklinde yazdı.
BEDİÜZZAMAN CESARETLE AYNAYA BAKTI
Bölgeye dair en önemli ve gerçekçi çözümün Bediüzzaman Said Nursi ve Malik bin Nebi tarafından dile geitirildiğini hatırlatan Bilici, yazısını şöyle sürdürdü:
"Geçtiğimiz 100 yılda cesaretle bu temel hastalığa odaklanan, başkalarına suçu atmak yerine aynaya bakma cesareti gösteren iki fikir adamı, istisnai önem taşıyor. Bu isimlerden biri Bediüzzaman Said Nursi, Suriye henüz Osmanlı topraklarının bir parçası iken Şam’da verdiği meşhur hutbede 3 temel hastalığa temas etmişti: Cehalet, geri kalmışlık/fakirlik, ihtilaf. Cezayirli düşünür Malik bin Nebi’ye göre ise esas sorun, iç hastalıkları nedeniyle Ortadoğu’nun sömürülmeye müsait hale gelmesidir. Hastalığı tedavi etmedikçe, sloganlarla yüzlerin gülmeyeceği açık.
Üç hastalıktan biri olan ihtilaf, öyle bir noktaya gelmiş ki, Irak’tan Suriye’ye, Türkiye’den Filistin ve Mısır’a ülkelerin enerjisini tüketiyor. İhtilafın tarafları birbiriyle konuşamıyor. Herkes sırtını bir küresel patrona dayıyor ve onlar vasıtasıyla konuşuluyor. Çünkü farklı görüşlerin, bir arada yaşamasını sağlayacak ortak ilkeleri yok. Birbirine güvenleri de yok. Her bir taraf, ancak karşıdakini yok ederek veya baskı altına alarak güvende olacağı inancında.
BATI KENDİ ARASINDAKİ DÜŞMANLIKLARI NASIL BİTİRDİ?
Suriye, Irak ve Mısır’da yaşananlar gösteriyor ki, bölgedeki tek sorun Arap-İsrail çatışması ve İslam-Batı gerilimi değil. Dış güçlerin bölge üzerindeki mücadelesi bir sorun ama buna asıl zemin hazırlayan, bölgenin kendi iç ihtilaflarını çözme şuur ve gücünden mahrum olması. Önümüzde iki şık görünüyor: Ya mevcut yoldan giderek dinî, etnik, ideolojik farklılıklardan hareketle birbirimizi boğazlayıp enerjimizi tüketeceğiz, ya da zihnî bir sıçrama yapıp, farklılıkları zenginliğe dönüştürecek başka bir yol bulacağız.
Mevcut yolun, çıkmaz sokak olduğunu gören herkesin bu temel hastalıkların çözümüne, bizi bir arada tutacak değerlerin ne olduğuna kafa yorması gerekiyor. Uluslararası ihtilafların çözümüne örnek olarak, Avrupa devlet ve prenslikleri arasında yıllarca süren din savaşlarını bitiren Westfalya Anlaşması, 2. Dünya Savaşı’nın taraflarını derin ortaklar haline getiren AB formülü ve Soğuk Savaş’ta birbirini yok etmeye kilitlenmiş tarafları 10 maddelik asgari değerlerde buluşturan Helsinki Şartı üzerine daha çok düşünmemiz lazım.