Risale Haber Haber Merkezi
Haber 7 yazarı Mehmet Ali Bulut, Bediüzzaman yüz yıl önce Şam’da tüm İslam coğrafyasına seslendiğini söyledi.
İyi ve kötü günler gibi medeniyetlerin de tarih boyunca milletler arasında değiştiğini ifade eden Bulut, "Bir medeniyet ölmeden de diğer medeniyet ayağa kalkmamıştır. Veyahut diyebiliriz ki her medeniyet, bir önceki medeniyetin ‘inkişaı’ndan –inkişafından değil- doğmuştur. Mevcut medeniyetimizin de bu akıbetten kendisini kurtaramayacağı bir gerçektir. Ve büyük ihtimalle, ölürken veya sahneden çekilirken, insanlığa hizmet işini, kendisinden devraldığı İslam’a terk edecektir" dedi.
Batı Medeniyetinin de çöküşten kurtulamayacağına dikkat çeken Bulut, Bediüzzaman'ın sözlerine vurgu yaptı: "Batı medeniyeti artık kemaline gelmiş durumda. Yani ‘inkişaı’nı tamamlamak üzere… Yaşananlar da Asya medeniyetinin doğum sancılarıdır.
Bediüzzaman bu asrın başında, Birinci Dünya Savaşı’nın bizim aleyhimize neticelenmesinin yarattığı ümitsizlik ortamında gördüğü bir rüyasında manevi bir topluluğun huzurunda savaşın sonuçlarını tahlil eder. Şöyle der bir cümlesinde: 'Onlara (galiplere) müşevveş bir mazi, bize parlak bir gelecek düştü.'
Ona göre Birinci Cihan Harbi’nde Müslümanların yenilmesi ‘hayırlı’ olmuştur. Çünkü eğer o savaşta Osmanlı – Alman ittifakı galip gelmiş olsaydı, biz insan tabiatına aykırı olan şu mevcut habis medeniyetin Asya’daki takipçisi ve temsilcisi olacaktık. Oysa şu medeniyet Kuran-ı Kerim ile mübareze halinde olduğu için, hem ömrü kısa, hem de yüz kızartıcı suçları bulunduğundan, ona sahip çıkıp temsilciliğini yapmak Müslümanlara yakışmazdı. O yüzden den Müslümanlar şu medeniyetten hep uzak durdular ve sıkıntısını çektiler.
Şimdi ise Müslümanlar artık yavaş yavaş o medeniyetin de mehasininden yararlanarak, iyi yönlerinden istifade ederek, kendi ayakları üzerine dikilmeye çalışıyorlar."
Bediüzzaman'ın Arap halkının uyanması gerektiğine işaret ettiğini ifade eden Bulut, yazısını şöyle sürdürdü:
"İslam medeniyeti, bugün her ne kadar zayıf ve çaresiz düşmüş ve cehaletin elinde kıvranıyor olsa da istidadı var ki yükselsin, güçlensin ve inkişaf etsin. Mademki, istidadı var, mümkündür ki Cenab-ı Hak, onu besleyip büyütsün de o istidattan nurunu tamamlayacak bir kudret var etsin!
Bediüzzaman bundan tam yüz yıl önce, Şam’da Ümeyye Camiinin minberinden tüm İslam coğrafyasına seslendiği hutbesinde şöyle diyordu:
“Evet, ben kendi hesabıma aldığım dersime binaen, ey İslâm cemaati, müjde veriyorum ki: Şimdiki âlem-i İslâmın saadet-i dünyeviyesi, bâhusus Osmanlıların saadeti ve bilhassa İslâmın terakkisi onların intibahıyla (onların uyanması ile) olan Arabın saadetinin fecr-i sadıkının emâreleri inkişafa başlıyor.
Ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış. Ye’sin burnunun rağmına olarak (hiç de mümkün gibi görünmeyen şartlara rağmen) ben dünyaya işittirecek derecede kanaat-i kat’iyemle derim: İstikbal, yalnız ve yalnız İslâmiyet’in olacak…”
Bu ifadeleriyle Bediuzzaman, İslam coğrafyasının ve Osmanlı’nın –ki onun hatırasıdır aslında şimdi canlandırılmak istenen- dünyevi saadetinin gerçekleşmesi için, Arap halkının uyanması gerekiyordu. İşti şimdi o halk uyanmaya başladı. Ve tuhaftır, o hutbenin daha sonra kitaplaştırılmış hali olan Hutbe-i Şamiye kitabındaki metinde, 2. Haşiye’de bu uyanışta Amerika’nın katkısının olacağını haber vermiş. Kim uyandırırsa uyandırsın…