Resmi ideoloji her ne kadar kendini Osmanlı devletine nispet etmese de gerek Türkiye toplumu ve gerekse batı toplumu Türkiye devletinin Osmanlının bakiyesi olduğu noktasında hemfikirdirler.
Osmanlının son günlerini yaşadığı 1906 yılarındaki Osmanlı aydınlarının konuştukları ve toplumda revaç bulduğu adalet, özgürlük ve eşitlik kavramlarının aradan geçen bir asra rağmen bakiyesi olan Türkiye toplumunda halen tartışılıyor olması manidardır.
O dönemde adalet, özgürlük ve eşitliğin sağlam zeminler üzerinde inşa edilmesini hararetle savunan aydınların yanında bu kavramlara alerji duyduklarından dolayı yanlış mana yükleyen bir zümre ve bu zümreye destek veren bir Osmanlı bürokrasisi de yok değildi.
O dönemde monarşiye karşı meşrutiyeti, istibdada karşı özgürlüğü ve haksızlığa karşı adalet ve eşitliği savunan aydın ve alimlerden birisi de hiç şüphesiz Said Nursi olmuştur. Nursi, adı ne olursa olsun özgürlüklerin bulunmadığı bir rejimin İslamın ruhuna uygun olmadığı vurgusunu yaparak özgürlükçü, çoğulcu, meşveret ve Cumhuriyete dayalı idare biçimini ısrarla savunmuştur.
Nursi, 31 Mart olayından sonra yargılanmış olduğu dönemin sıkıyönetim mahkemesinde toplumsal barışın yolu, imtiyazların kaldırılması ve umumi affın ilan edilmesinden geçtiği tespitini yapmış ve bu tespitini ısrarlı ve tutarlı bir şekilde savunmuştur.
Osmanlının son dönemlerine hayat bulmuş olan istibdadın tesiriyle birlikte Müslüman toplumunda farklı dinlere mensup kişilere karşı bir tahammülsüzlük/düşmanlığın hayat bulmaya çalıştığı Nursinin o dönemdeki telkinlerden anlaşılmaktadır. Nursi, Osmanlı toplumunda uzun bir süre huzur içinde yaşamış ve son dönemlerde İttihat ve Terakkinin tehditlerine maruz kalmış Ermenilerin toplum tarafından sahiplenilmesi / savunulması gerektiğini 28.12.2007 tarihli Taraf Gazetesinde yayınlanan makalemde ayrıntılı bir şekilde dile getirmeye çalışmıştım.
İkinci meşrutiyetin ilanıyla birlikte İttihat ve Terakkinin topluma enjekte ettiği evham ve şüpheler neticesinde Ermenilerle birlikte diğer azınlıkların da (Hiristiyan ve Yahudiler) düşman kategorisine/ sınıfına sokulmaya çalışıldığını Nursiye sorulan bir sorudan anlamaktayız. Avrupada anti-semitizmin hayat bulduğu bir dönemde Osmanlı toplumu Yahudilere kucak açmış ve yıllarca beraber barış içerisinde yaşayabilmişlerdi.
Nursi, o dönemde yaygınlaşmış bulunan Yahudi düşmanlığına/anti-semitizme karşı toplumu uyardığını görmekteyiz. Nursi, ikinci meşrutiyetin ilanından sonra Kürt aşiretleriyle yapmış olduğu soru-cevap şeklindeki sohbetin içeriğini aktaran Münazarat isimli eserinde Hıristiyan ve Yahudi düşmanlığını çağrıştıran bir soruya akıl, mantık ve İslami ilkeler çerçevesinde cevaplandırmıştır. Nursiye soruyu soran kişinin dayanak noktası Maide süresi 51. ayetten geçen Hıristiyan ve Yahudileri dost edinmeyin ayeti olmuştur. Nursi bu ayetten Hıristiyan ve Yahudilere nefret edilmesi gerektiği anlamının çıkarılamayacağını, nehyin umuma yönelik olmadığı, bu nehyin mutlak olduğu, mutlak olan bir şeyin sınırlandırılmasının mümkün olduğu vurgusunu yaptıktan sonra her insanda güzel sıfatların bulunabileceğini ve bu güzel sıfatların görmezden gelinemeyeceğini ayrıntılı bir şekilde dile getirmiştir. Nursi, ehl-i kitaptan bir haremin olsa elbette seveceksin sözüyle de ayette geçen nehyin umumi olamayacağını sosyolojik/ reel gerçeklerle ortaya koymuştur.
Bütün Yahudiler, soykırım ve insanlığa karşı suç işleyen İsrail yönetimine destek veriyor olsa dahi (Yahudilerin bir kısmının İsrail politikalarını benimsemedikleri ve şiddetle karşı çıkıldığı bir gerçek) anti-semitizmi uyandıran herhangi bir davranışta bulunmanın mümkün olamayacağı (Nursinin ilahi mesajdan anladığı mana çerçevesinde) düşüncesindeyim. Çünkü anti-semitizim anlayışında bir genelleme söz konusu ve insanda var olan güzel sıfatlar kötü sıfatlarla birlikte mahkum edilerek, görmezlikten gelinmektedir.
İsrailin Gazzeye yapmış olduğu son saldırıyla beraber Türkiye toplumundan oluşan infial bazen anti-semitizme kaymış olsa da gerek yöneticilerin konuşmaları ve gerekse de toplumun önemli bir kısmı anti-semitizimden uzak İsrail politikalarını eleştiren bir söyleme sahip olduğunu rahatlıkla söylemek mümkündür. Toplumda infial uyandıran bir saldırıya karşı toplumun önemli bir kısmının anti-semitizme kaymamış olmasını sevindirici bir gelişme olarak görmekteyim.