Hak kavramı sözlükte gerçek, sabit ve doğru olmak, gerekmek, bir şeyi gerçekleştirmek anlamlarının yanında buyurmak, bir kanunla sabit hale getirmek; Allah ve insanlara karşı ödev, hukuk, imtiyaz manalarına gelmektedir.
-Hak kelimesi adalet; adaletin veya geleneğin getirdiği veya kişiye tanıdığı gerçek ve doğru olan şey, gerçeğe uygunluk, anlamlarında da kullanılmaktadır.
-Kuranda, hadislerde ve diğer İslami kaynaklarda hak kelimesi, diğerleri yanında korunması, gözetilmesi ya da sahibine ödenmesi gerekli olan maddi ve manevi imkan, pay, eşya ve menfaatler; görev, sorumluluk, borç gibi anlamlarda kullanılmıştır.
-Pozitif hukukta, kişiye sahip olduğu menfaati korumak üzere hukuk düzenince tanınmış olan irade kudretidir.
İnsan, tüm dünyanın anlamı ve merkezidir. Hak, insandan ayrılmaz, ayrı düşünülemez. İnsan yaşamına varlığıyla anlam kazandıran, yokluğuyla insan yaşamını anlamsızlaştıran bir kavramdır.
Hak, insanın varoluşuyla beraber varolan ve tüm yaşamı boyunca beraberinde taşıdığı ve ölümüyle diğer insanlara hep devrolarak gelen bir kavramdır.
Hak, insan için vazgeçilmez, temel bir olgudur. Said Nursî, İnsan, fıtraten mükerrem (şerefli) olduğundan, kasden hakkı arıyor. Bu arayışını yaparken muhakeme-i akliyesini iyi yapamadığından batılı hak zanneder ve onu koynunda saklar der. Tıpkı Kuranın ameli salih kavramını mutlak bırakmış olması ve amel-i salihin tespitinde muhakeme-i akliyeye düşen görev gibi burada da muhakeme-i akliyeye büyük görev düşmektedir.
Said Nursî, hakikatı araştıranlara Ehakkı (en güzeli) aramakla bazen hakkı da kaybeder. Hakta ittifak ehakta (en doğruda) ihtilaf olduğundan bence çok defa hak, ehakdan ehaktır. Ehakkın müddet-i taharrisi (arama süresi) zamanında, batılın vucuduna bir nevi müsamaha var. Yani bazen hasen, ahsenden ahsendir diyerek hak mücadelesinin iyi ve güzeli amaçlayarak yapılması gerektiği, en güzeli ve en iyiyi arayayım derken o süreçte kötülüğün hayat bulmasına imkan verilebileceği ve dolayısıyla insanların ortak noktalarda birleşerek mücadele vermesi gerektiği konusunda önemli ipuçları vermektedir.
Burada günümüz insan hakları anlayışının Nursinin bu yaklaşımıyla örtüşmediğini görmekteyiz. Zira günümüz insan hakları anlayışı, insan hakları standartlarını doğal hukukun gerektirdiği sevyeye ulaştırmak için gayret sarfetmektir.
Said Nursî, bir meclis-i misali de, modern bilimin dehası ile şeriatın gösterdiği hidayet yolunu karşılaştırır. Ona göre, Medeniyet-i Kuran esasları müsbettir. Ve bu esas üzerinde mutluluk çarkı dönebilir. Mutluluğa götürecek esaslardan birisi, Kuran Medeniyetinin dayanak noktası olan kuvvete karşılık hak ilkesidir. Hakkın daimi vasfının ise adalet ve tavazün (denge) olduğunu zikreder.
Nursî, hak ve hakikat, öyle keskin bir adalettir ki, tahtel bahir (denizaltı) balonu, neresine istersen, onlar ile delersin ma ve ziya (su ve ışık) alırsın diyerek hak ve hakikatin tesir gücüne vurgu yapmıştır. Yine dinde hükümferma olan hak ve adalet hissiyatı tadil ve tahdit eder diyerek dinin hakka ve adalete atfetmiş olduğu önemi ve bu iki kavramın hissiyatı nasıl sınırlandırdığını dile getirmiştir.
Said Nursînin, hak kavramını değişik yerlerde kullanmasına rağmen ona ortak bir anlam yüklediğini söyleyebiliriz. Genellikle, hakkı doğruluk, güzellik, adalet ve özgürlük manasında kullanmıştır.