Sol, son zamanlarda 1977 Taksim olayları bağlamında, derin devlet-şiddet olgusuyla kendini sorguluyor. Sorgularken, yazık ki, geçmişte olduğu gibi kutuplaşarak, bölünerek ve birbirlerini suçlayarak sorguluyor. Ne olmuştu Taksim’de, 1977’de? 1 Mayıs işçi bayramı kutlamaları kana bulanmıştı. Şimdi de tartışıldığı üzere, şiddet yanlısı silahlı eylemci sol, derin devletin yavaştan 12 Eylül ihtilaline hazırlandığı o tarihlerde Taksim oyununa gelmiş, orada hemen hepsi ezilerek 34 masum insan ölmüş ve yüzlercesi de yaralanmıştı. 1 Mayıs 1977 İşçi Bayramında, Taksim’de, çıkması muhtemel olaylarda kullanılmak üzere, sopalara bağlı orak-çekiç (SSCB), Kızıl Yıldız (Çin) bayrakları işçilerin elinde dalgalanırken; bir yıl sonra da Taksim’de AP Genel Başkanı Süleyman Demirel tarafından aynı yerde, Taksim’de “Bayrağımın Altında” Mitingi yapılmıştı.
En pembesinden en kızılına kadar, “sol ve şiddet” Türkiye’de ve dünyada birlikte anılageldi. Dahası, saldırgan, anarşist, Komünist, vatan haini, dinsiz (ate), değer tanımaz vb. yaftalarla etiketlenmiştir sol. 12 Eylül ihtilalinden sonra sermayesi anarşi olan diğer sağ gruplar gibi, sol da farklı nedenlerden dolayı evrilen toplumsal yapı içinde eski gücünden uzaklaştı. “Komünistlik parayı görünceye, ateistlik uçak sallanıncaya kadardır” özdeyişinde de belirtildiği üzere, sol da farklı şartlarda kendini ifadede yetersiz kalınca ideallerini unuttu. Fikri ve düşünsel zeminden kaydı ve zayıfladı.
Dünyadaki “sol” ve “sosyal demokrat” algı ile Türkiye’deki anlayış arasında dağlarca fark var. Bana göre, olması gereken tanımı içinde değerlendirdiğimizde, Türkiye’de “sol” hiçbir zaman olmadı. Tabii “Sağ” da olmadı. Hala işin eğlencesinde olan ve onlara “sürrealist Sosyalistler” diyebileceğimiz bir ütopya işiyle meşgul olanlar bile var. Komünizm/Sosyalizm ve Liberalizm/Kapitalizm, dünya yüzünde insanlığın insanca yaşamasına fırsat verecek felsefeler olamamışlardır. Ama laissez faire’i doğuran “Bırakınız yapsınlar!” anlayışı ile liberaller/kapitalistler veya “Tek yol devrim, yoksa döverim…” söylemiyle Komünistler/Sosyalistler arasında kalan kimliksiz ve şekilsiz insan yığınları bu iki absürt felsefenin kurbanı olmuşlardır. Bu ülkede görülen ırkçılık da, siyasal İslamcılık da bu iki sürtüşmeden çıkan çıngılardan ibarettir.
Burada bir dakika durmak lazım. Aslında Kemalizm’e alet olan sol ve sağ, Bediüzzaman’ı dinleseydi eminim ki daha düzeyli taraflar olabilirlerdi. Çünkü Kemalizm’in bu oyununu ilk gören Said Nursi’dir. Kandan beslenen, nifak perdesi altında kitleleri birbiri aleyhine kullanmayı çok iyi bilen Kemalizm’in amacı olay çıkartmaktır. Kan dökülmesi vesayetin hortlaması için yeterlidir. Zaten bunu yaptılar, vatandaşa dediler ki, “Görüyorsunuz sol da sağ da kan döküyor. En iyi yol orta yoldur, o da Kemalizm’dir.”
Bediüzzaman Said Nursi, Kemalizm’in bu oyununu bozan insandır. Şeyh Said olayıyla başlayıp sonraki yıllarda temcit pilavı gibi ısıtılıp servis yapılan tüm tuzaklarda kaybeden Kemalizm olmuştur. Bediüzzaman’ın “Müsbet hareket” adını verdiği “sivil itaatsizlik” karşısında Kemalizm’in kimyası bozulmuştur. Eğer sol ve sağ Bediüzzaman’ı dinleseydi, müspet hareket parolasına sahip çıksaydı ne ‘71, ne 12 Eylül olurdu. Tabi Kemalizm de tarihe gömülürdü. Ne yazık ki bu gerçekten uzak kalan özellikle sol, Kemalizm’in tuzağına düşerek kendi ipini çekti. Hem sol ve hem de sağ, tecavüzcüsüne âşık olanlar gibi, inanılmaz bir şekilde Kemalist oldular.
Bu derin fitne menhus ruhun açık oyunlarındadır. İnsanlarını birbirine düşürmeye çok müsait bir zemine sahip olan Türkiye, 80 yıldır Kemalizm’in cirit attığı bir arena olmuştur. Maalesef hala sol da sağ da Kemalizm’i kendine rehber kabul etmektedir.
Yeri gelmişken sol ve sağ kavramlarına da bir bakalım: Bediüzzaman Said Nursi Sol ve Sağ kavramlarına yeni yorum getirmiştir. Eserlerinde ve hayatında hiçbir zaman toptancı olmayan, değerlendirmelerini bölümleyerek adalet-i mahzaya (Tam adalet) göre yansıtan Bediüzzaman, ilginçtir ki, Türkiye’de gerçekten bir sol veya gerçekten bir sol olmadığını söylemektedir. Bediüzzaman sağ ve sol gibi kavramlara sırtını dönmüş ve bu kavramları ciddiye almamıştır. Çünkü yukarıda da bahsettiğim gibi, Said Nursi, sol ve sağ kavramlarını Kemalizm’in kendisini devam ettirmek için ortaya sürdüğü piyon olarak görmektedir.
Sol ve sağ kavramlarını şu şekilde yorumlamaktadır:
“Küfür ile İmân ortası yoktur. Bu memlekette İslâmiyet’e karşı komünist mücadelesi ortası olamaz. Sağ ve sol, ortası, üç meslek icap ettirir. Eğer İngiliz, Fransız deseler hakları var. "Sağ İslâmiyet, sol komünistlik, ortası da Nasraniyet" diyebilirler. Fakat bu vatanda, küfr-ü mutlaka karşı İmân ve İslâmiyetten başka bir din, bir mezhep olamaz. Olsa, dini bırakıp komünistliğe girmektir. Çünkü hakikî bir Müslüman hiçbir zaman Yahudi ve Nasranî olamıyor. Olsa olsa dinsiz olup tam anarşist olur. İnşaallah, Maarif ve Adliye Vekilleri gibi, sair erkânlar da bu ehemmiyetli hakikati tam anlayacaklar. Sağ-sol tâbiri yerine, hak ve hakikat ve Kur'ân ve İmân kuvvetine dayanıp bu vatanı küfr-ü mutlaktan, anarşilikten, zındıkadan ve onların dehşetli tahribatlarından kurtarmaya çalışmalarını rahmet-i İlâhiyeden bütün ruh u canımızla niyaz ve rica ediyoruz." (Emirdağ Lahikası-II)
Özetle, sol yaptıklarından pişman mıdır, bilmiyorum ama solun da müsbet hareket bağlamında Bediüzzaman’dan öğreneceği çok şey var. Yol yakınken 100 yıllık sosyal ve siyasal reçetelere imza atan Bediüzzaman’ı en iyi anlayacaklar arasında insaflı solcular olduğunu biliyorum. Buradan, Risale Haber sayfalarından, onları bir iç barışa ve Said Nursi’yi okumaya davet ediyorum.