Geçtiğimiz cumartesi günü Risale Akademi ve Nur Vakfı Ankara Ulucanlar Cezaevi konferans salonunda “Said Nursi ve Müsbet Hareket Paneli” düzenledi.
Ulucanlar Cezaevi, Ankara’nın gezilmesi görülmesi gereken nostaljik bir yeridir. Said Nursi’nin medreseye çevirdiği ve peygamberler tarihinde önemli bir yer tutan Hz. Yusuf ile de irtibatlandırdığı Medrese-i Yusufiyedir.
Hz. Yusuf, Allah’ın emrinden çıkmamış, müsbet hareketten taviz vermemiş, yıllarca hapiste yatmıştır. Hapis hayatı da bir o kadar müsbettir ve adeta bir müderris gibi mahkûmları eğitmiş, gönüllerini kazanmıştır.
Panelin müsbet harekete beşiklik etmiş bir mekânda yapılması çok anlamlıdır. Müslümanlar ne kadar zor şartlar altında olurlarsa olsunlar, iyi davranışlarda bulunmaları boyunlarının borcudur. Bediüzzaman bunu yapmış ve müminlere örnek olmuş ve yol göstermiştir. Onun bu yolu Kur’an ve Sünnet yoludur.
Müslümanlara bugün en çok lazım olan şey, Kur’an ve Sünnet yoluyla haşir neşir olmak ve hayatlarına geçirmektir. Yüzeysel bir inanç var ama uygulama yok, varsa bile kalitesi çok zayıftır. Bu nedenle nefsin ve şeytanın aldatıcılığına, medeniyet fantaziyelerine, siyaset oyunlarına kolaylıkla mağlup olunmaktadır.
Çok önemli hususlara değinilen bu panelden notlar aktarmak istiyorum:
Panel Mehmet Evren ağabeyin güzel bir Kur'an tilaveti ile açıldı.
Nur Vakfı Başkanı Münir Yükselmiş açış konuşmasında, günümüzdeki hadiselerin çözümlerinin Risale-i Nurlarda olduğunu, bunları da panelist bilim adamlarımızın detaylı bir şekilde anlatacaklarını ifade etmiştir.
Risale Akademi Kurucu Üyesi Dr. İsmail Benek de açış konuşmasında, Bediüzzaman’ın müsbet hareket duraklarından bahsetmiş; Said Nursi’nin, anne babası ve ağabeyi ile olan ilişkilerinin, medrese hayatının, arkadaşları ile olan sıkıntılarının, sürgün hayatının başlangıcının, tamir ve ibadet ettiği mescidinin kapatılmasının, hapishane hayatının, hep birer müsbet hareket durağı olduğunu, bunların iyi irdelenmesi gerektiğini belirtmiştir.
Prof. Dr. Mehmet İpçioğlu’nun başkanlığında başlayan panelin ilk konuşmacısı Prof. Dr. Bilal Sambur: “Müsbet hareket, hapishaneleri medrese-i Yusufiyeyye çevirme hareketidir. Günümüz insanının en önemli sorununun ne olduğunu bilmemesidir. Kişisel gelişim programlarının insanları daha da çok çıkmaza sokmaktadır. Said Nursi zor zamanların adamıdır. Bu zor günlerde nasıl müsbet hareket edileceğini bizlere göstermiştir. Müsbet hareket her zaman asli problemlere odaklanmayı, teferruatta boğulmamayı, aynı zamanda sözünü söylemeyi ve reçete sunmayı gerektiriyor. Üstad Bediüzzaman insan-iman-İslam’ı buluşturuyor ve böylelikle bir müsbet insan modeli geliştiriyor. Said Nursi hep kışkırtılan, rotasından çıkartılmak istenen birisi olmuş, mezarında bile rahat bırakılmamış, eserleri yasaklanmış, bireysel hakları elinden alınmış ama o hiçbir zaman müsbet hareketin dışına çıkmamıştır. İnsanın müsbet hareketin dışına çıkmaması ve kaymaması için, aczini ve sınırlarını bilmesi, rıza-yı İlahiyeye bağlı kalması gerekir. Bediüzzaman’ın müsbet hareketinde rıza-yı İlahiyeye göre iman hizmeti esastır. Aksi müfsitliktir, bozulmadır. Burada anahtar kavram hizmettir. Hizmetin salih olması, hiçbir şeye alet olmaması gerekir. Bir başka kavram da ümittir. Müsbet harekette tek dayanak Allah’tır. Aksi davranış, isyan ve dejenerasyondur. Müsbet bir dilimizin olması gerekiyor. O da kavl-i leyyindir. Bu nedenle Bediüzzaman Risale-i Nurlar ile iman hizmetini ve mesajını, açıklık ve şeffaflık esasına göre açık ve net olarak insanlara ulaştırma gayretinde olmuştur. İman hizmeti, insanlık hizmetidir. Allah’ın rızasını hedeflemektir. İnsanı hiçbir şekilde çürütmemektir. Üstad buna şefkat prensibi diyor. Bu nedenle kendisine zulmedenlere masum yakınları zarar gelmesin diye beddua bile etmiyor, hidayet temenni ediyor.”
İkinci konuşmacı Siyaset Bilimci Doç. Dr. Ahmet Yıldız konuşmasına, Mavi Marmara olayı ile müsbet hareket arasında bir ilgi kurulabilir mi? sorusuyla başlamış ve konuşmasını algı-tutum-hareket ekseni üzerinde sürdürmüştür: “Algı konusunda zahiri değil, hakiki sebeplere bakmamız ve pozitif algımızın oluşması gerekir. Aksi halde sebeplerle problemimiz var demektir ve sebeplere tesir verme gibi garip bir durumla karşı karşıya geliriz. Başımıza gelen her hadisede sabır ve şükür sarkacı üzerinde tutum almamız gerekir. Said Nursi, keyfi sürgüne tabi tutulmuş, affa rağmen sürgünü sona erdirilmemiş, haberleşmesi ve insanlarla görüşmesi engellenmiş, özel hayatı yok sayılmış, ibadet hürriyetine tecavüz edilmiştir. Bediüzzaman haksızlığı hak dava edenlere karşı dava açmaz, masumlara zarar gelmemesi için siyasetten uzak durur, mutlak bir şiddetsizlik halinde bir tutum alır. Risale-i Nurlar muhteşem bir şeydir. Hapis hayatını nasıl bir müsbet hayata çevirdiğini hepimiz biliyoruz. Ne kadar takipçinizin ve ne kadar ekonomik gücünüzün olduğu ve kimlerle ilişkili olduğunuz iman hizmeti ile ilgili değildir. Müsbet hareket, Allah’ın rızasına uygun olarak sürekli hareket halinde olmaktır. Sivil itaatsizlik hak ihlalleri doğuruyorsa, bu müsbet hareket olmaz. Emniyetsizlik ortamında hangi güce sahip olursanız olun, müsbet hareket edemezsiniz. İman hizmeti hiçbir şüpheyi kaldırmaz. Mavi Marmara zulme seyirci kalmama hareketiydi, reddetmeydi: ‘Silah kullanmıyorum ama kabul de etmiyorum, aracım yok ama bu bir isyan değil, ben sadece sebeplere başvururum, Allah muvaffak eder’ demektir.”
Üçüncü konuşmacı Yazar Safa Mürsel: “Problemlerimizin çözümü konusunda Risale-i Nurlar ortadadır. Rus ve Fransız ihtilali hapishanelerden başlamıştır. Türkiye’de de ideolojik ve anarşik bir toplum oluşturmak için fırsatlar verilmiştir. Risale-i Nurlar bu zalimce açılan kapıları kapatmış ve mektep haline getirmiştir. Türkiye’de böyle bir değişimin yapıldığı bir dönemdeyiz. Şimdi hapishanelerde eğitimler ve kurslar veriliyor. Müsbet hareket, her alanda hakkı, adaleti, sabrı gerektiren bir davranıştır, vicdanlı olmak, haksızlığa karşı durmak, sabır ve şükür içinde olmaktır. Bediüzzaman zulmedenlere vazifelerini hatırlatmak suretiyle kendisini zulümden korumak istiyor. İnancını yaşamaya devam ediyor, kendisine dayatılanları da kabul etmiyor, zulüm kanunlarını da tesirsiz hale getiriyor. 1500’den fazla mahkemeye çıkarıldıkları halde Risale-i Nur talebeleri arasında emniyeti ihlal edici hiçbir hareket olmamıştır. Hep müsbet hareket tarzını seçmişlerdir. Bu nedenle şiddet dışı davranışlarla çözüm aramak, kişisel, sosyal ve siyasi hayatımızda, problemlerimizin çözümünde barışçı ve müsbet yollara müracaat etmek bir zarurettir.”
Son konuşmacı Eğitimci ve Siirt Eski Milletvekili Öner Ergenç: “Günümüzde müsbet hareketin referansı Said Nursi ve Risale-i Nurlardır. Müsbet hareketin iki temel kutsal kaynağı vardır. Bunlardan birisi Kur’an, diğeri Sünnettir. Peygamberimizin Taif’te kendisine zulmedenlere beddua etmemesi gibi Bediüzzaman da beddua etmemiştir. Yine Peygamberimizin emrine uyarak kavl-i leyyin ile tebliğde bulunmuştur. Dostlara karşı mürüvvetkarane, düşmanlara karşı da sulhkarane davranmayı seçmiştir. İmani meselelerin münakaşa suretinde tartışılmaması, avamın reislerinin çürütülmemesi, muallimlerin Allah’tan bahsetmemeleri gibi konularında insanları isyana ve karşı harekete değil, müsbet harekete sevk etmiştir. Müsbet hareket, ifrat ve tefritten kaçınmak ve sırat-ı müstakim üzere olmaktır. Bütün işlerimizde Hz. Allah’ın rızasını esas almak, asayişi muhafaza etmek, ülkemizde huzur, sevgi ve güven ortamı oluşturmaktır.”
Günümüzdeki problemlere, son günlerde siyasi ve sosyal hayatımızda yaşananlara, Kur’an ve Sünnete dayanarak çözüm önerileri getiren böyle güzel programların, panel ve sempozyumların devam etmesi büyük arzumuzdur.
Etrafımda gözlemlediğim kadarıyla insanların çoğu tarafgir davrandığı için sağlıklı düşünemiyorlar. Taraftarı olduklarının günahlarını görmedikleri gibi, muhalif olduklarının da sevaplarını göremiyorlar. Bu da iki taraflı bir vebal altına girmek anlamına gelir. Neticede isabetsiz düşünülüyor, zulme ortak olunuyor, bu da problemlerin daha da çözümsüz hale gelmesine sebep oluyor ve birliğimize zarar veriyor. Düşmanların tecavüzlerine de zemin hazırlıyor.
Birliğimiz Allah’ın emirlerine itaatte, İslam kardeşliğinde, müsbet harekettedir. İman, kardeşlik, sevgi, merhamet, şefkat ve vicdan gibi duygularımıza kulak verirsek, her halde müsbet hareket de bize kucağını açacaktır.
Son söz Bediüzzaman’ın olsun:
“Evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder (sosyal beraberliği gerektirir). Evet, inkâr edemezsin ki, sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostâne bir rabıta anlarsın; ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan, arkadaşâne bir alâka telâkki edersin. Ve bir memlekette beraber bulunmakla, uhuvvetkârâne (kardeşçesine) bir münasebet hissedersin. Halbuki, imanın verdiği nur ve şuurla ve sana gösterdiği ve bildirdiği esmâ-i İlâhiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları (bağları) ve uhuvvet (kardeşlik) münasebetleri var.
Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir—bir, bir, bine kadar bir, bir.
Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir—bir, bir, yüze kadar bir, bir.
Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir—ona kadar bir, bir.
Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak (uyum) ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları halde, şikak (ayrılık) ve nifâka (bosgunculuğa), kin ve adâvete (düşmanlığa) sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’mine karşı hakikî adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf (hafife alma) ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i’tisaf (haksızlık) olduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın. (e-risale, Mektubat, s. 375)