Malezya Uluslarası İslam Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdülaziz Berğûs'un yazısı:
Risale-i Nurlarda Küreselleşme
Günümüzde insanlık, süratli ve ilmî bir tarzda müdahalede bulunulmadığı takdirde, pek çok tehlikeli işaretler veren zor durumlar yaşayacak gibidir. Böyle giderse gelecek açısından bir belirsizlik söz konusu demektir. Gözünü bütün insanlığa dikmiş bu tehlike ve belirsiz gelecek, aslında insanlığın yürüyüşünü yönlendirecek güçlü bir bakış açısının yokluğundan kaynaklanmamaktadır. Tam aksine bu durum, özellikle günümüzde geri kalmış gibi görünen İslâm dünyası üzerinde ideolojilerini yaymak isteyenlerin fikrî tahakküm hedeflerinden kaynaklanmaktadır. Bediüzzaman Said Nursî, bu tehlikelere işaret ederek şöyle diyor: “Senin karanlık zekân, beşerin gündüzünü geceye çevirmiş. Sen o sıkıntılı, zulümlü ve karanlıklarla dolu geceyi, insanlara sevimli göstermek için yalancı ve geçici lâmbalarla ışıklandırdın. O lâmbalar, beşerin yüzüne neşe ve sevinçle tebessüm etmiyorlar. İnsanlığın ağlanacak acı hâllerine ve aptalca gülüşlerine, o ışıklar da alay ederek gülüp eğleniyorlar.”1 Nursî’nin tenkit ettiği bu dengesiz bakış açısı büyük bir kargaşayı beraberinde getirmiş, günümüzde yaşadığımız gerçeklere yansımış ve bu gidişle geleceğimize de yansıyacak gibi görünmektedir.
Küreselleşme İle İlgili Aykırı Görüşler
Küreselleşme, günümüzde genelde insanlık, özelde de İslâm medeniyeti için zor, önemli ve tehlikeli bir problem olarak ortada durmaktadır. Hiç şüphesiz küreselleşme ile alâkalı birbiriyle olabildiğine zıt görüşler mevcuttur. Bu kavramı gereksiz bulup reddedenler olduğu gibi, onu olumlu bulan, olumsuz yönlerini tenkit etmesine rağmen ona sahip çıkanlar da vardır.
Akla şöyle bir soru gelebilir: “Küreselleşme, Üstad Nursî’nin yaşadığı dönemde bilinmeyen, günümüzde ortaya çıkmış bir kavramdır. Dolayısıyla o Risalelerde doğrudan küreselleşme kavramına değinmemiştir. O zaman Risalelerin küreselleşme kavramı ile nasıl bir ilgisi olabilir?”
Bizim bu tahlile girmeden önce şu temel sorulara cevap bulmamız gerekir: “Günümüz literatüründe küreselleşme ne mânâya gelmektedir ve bu kavramın İslâm dünyası açısından tehlikeleri nelerdir?” İşte bu sorulara vereceğimiz cevaplarla hem yerimizi belirleyebilecek hem de Risale-i Nur’un konu ile ilgili duruşu, görüşü ve düşüncelerini ortaya koyabileceğiz. Bu durumda üç konuya odaklanmamız gerekiyor:
1. Küreselleşme nedir ve onun İslâm dünyası açısından tehlikeleri nelerdir?
2. Risale-i Nurlarda küreselleşme kavramı nasıl ele alınmıştır?
3. Risale-i Nurların ahlâkın yerleştirilmesine atfettiği önem nedir?
1. Küreselleşme Kavramı ve Küreselleşmenin İslâm Dünyası Açısından Tehlikeleri
Her şeyden önce gerçek boyutlarının ortaya çıkması, İslâm kültürü, fert, toplum, medeniyet ve insan üzerindeki tehlikelerinin görülebilmesi için küreselleşme kavramının sınırlarını belirlememiz gerekmektedir. Küreselleşmeyi; iletişim, sanayi, teknoloji, ulaşım ve bilişimde meydana gelen büyük gelişmelerden hareketle, coğrafî, içtimâî ve kültürel engellerin ortadan kaldırılmasını, kültürlerin ve medeniyetlerin kaynaşmasını savunan, liberal Yeni Dünya düzeninin getirdiği bir fikir olarak tarif edebiliriz. Bu durum, insanlığın aynı psikolojik, kültürel, içtimaî ve medenî durumları yaşamasına ve problemlerinin de küreselleşmesine sebep olmaktadır. Siyasî, iktisadî, içtimaî, kültürel, ekolojik, coğrafî ve irfânî boyutları bulunan bu genel tanımın ışığında toplumlar tek bir toplum, dünya da âdeta küçük bir köy hâline dönüşmektedir.
Ancak bu durum bizleri, küreselleşme kavramı ile ilgili önemli gördüğümüz bir husus konusunda açıklama yapmaya zorlamaktadır. Bu husus; küreselleşmenin, genişleme stratejisine ait bir ideoloji hâline getirilmesidir. Bu çerçevede ele alındığında, küreselleşmeyi gerçek boyutlarıyla görme imkânı ortaya çıkar. Onun olumsuz ve gayr-ı insanî yönü ile olumlu ve insanî yönü daha iyi anlaşılmış olur. Ancak üzerinde durmamız gereken diğer bir yön de küreselleşmenin olumsuz kültürel, tarihî, sosyolojik, ahlâkî ve maddî yönü itibarı ile bütün insanlığı kendi boyası ile boyamak istemesi, meşru olmayanın genel geçer bir kanun hâline getirilmesi tehlikesidir.
2. Bediüzzaman Said Nursî’nin Küreselleşmeye ve Onun Tehlikelerine Bakışı
Nursî, küreselleşmeyi Risale-i Nur’da lafzî ya da ıstılâhî bir tarif şeklinde değil, sistematik bir tarzda ele almaktadır. Bu esastan hareketle küreselleşmenin boyutları, sebepleri, tesirleri ve çağdaş insana muhtemel tehlikeleri konusuna bir izah getirmeye çalışacağız. Bunu da büyük âlim Nursî’nin mânâ-i harfî ve mânâ-i ismî tanımları üzerinden yapacağız.
a. Küreselleşmeyi Anlamada Mânâ-i Harfî ve Mânâ-i İsmî
Üstad Nursî mânâ-i harfî ve mânâ-i ismî’den bahsetmekte ve bunları Risale-i Nur’un anahtar kavramları olarak görmektedir. Biz bu iki kavramı, küreselleşmenin insanî ve olumlu boyutu ile; insanlığı sürüklediği karmaşa, anarşi ve başıboşluk, diğer bir ifadeyle olumsuz boyutu için kullanabiliriz. Mânâ-i harfî ve mânâ-i ismî ile küreselleşme kavramları arasında tam bir irtibat kurmadan önce Nursî’nin bu iki kavramla ilgili tanımlarını vermeye çalışacağız.
Mânâ-i harfî varlığa, sebeplere, mucizelere, hâdiselere, durumlara, kanunlara, dış ve iç dünyadaki İlâhî âyetlere Bediüzzaman’ın ifadesiyle şu nazarla bakışı ifade eder:
“Her biri ince anlamlı birer harf olan varlığa, mânâ-i harfî bakış açısıyla yani, onlara Yaratıcı hesabına bakar; ‘Ne güzel yapılmış, ne kadar güzel bir şekilde Yaratıcı’nın güzelliğine delâlet ediyor’ der. Bu tavrıyla, kâinatın hakiki güzelliğini gösterir.”2
Bu durumda mânâ-i harfî, kendi zâtına değil başkasına delâlet eder. Bir şeye mânâ-i harfî ile bakıldığında onun kendi zatı ve benliği, kendisinden, mevcudattan ve kâinattan daha büyük varlığı aksettiren bir aynadır.
“Benlik, zatında bir mânâ ifade etmiyor, tıpkı bir ayna, miktar ölçmek için kullanılan bir cihaz, bir âlet gibi kendi üzerinde başkasının mânâsını gösteriyor.”3
Dünyaya, hayata ve kültüre mânâ-i harfî ile bakan insan ve toplumlar eşya ve hâdiseleri gerçek yüzü ile görecek, neticede de adımlarını Allah’ın muradına uygun atacak, sözü ve özü sünnetullâha uyum gösterecektir. Çünkü o, mevcudata ancak, Hâlık azze ve celleye götüren bir delil olarak bakmaktadır.
Fakat eşyaya ve insanlığın problemlerine mânâ-i ismî çerçevesinden bakmaya kalkışırsak, mânâ-i harfînin tam aksi istikamette durmuş oluruz. Mânâ-i ismî ile sebepler birer ilâh, dünya hayatı her şeyin özü, maddî-medenî gelişme ve yükselme yegâne hedef olurken, insan dünyaya sanki sonsuzmuş gibi bağlanmış ve ona çakılıp kalmış olur. Mânâ-i ismî ile baktığımızda ise benlik, her hayrın kaynağı gibi görülmekte, akıl da bizleri bütün yüksek bilgilere felsefî olarak ulaştıran ve bize hükmeden bir ilâh hâline getirilmiş olmaktadır.
İnsan hayata, varlığa ve kâinata mânâ-i ismî ile bakarsa bakışı ve ufku ancak kendi benliğine münhasır olur. O insan, maddî olarak ne kadar yükselirse yükselsin, medeniyet ona ne kadar hayır getirirse getirsin o yine kendi benliğine odaklanır. Bu durumda âdeta daimî bir şekilde gerçeklik, doğruluk ve hidayetten uzak, lezzet ve şehevât dışında bir şey göremeyen kimse hâline gelir. Mânâ-i ismî ile varlığa bakış o kimseyi, nefsine aldanmış, gerçekliğini ve var edilişindeki gayeyi bilemeyen bir insan konumuna düşürür.
b. Mânâ-i İsmî Yönüyle Küreselleşme
Günümüz modern aklı, psikolojisi, felsefesi ve kültürü açısından küreselleşme, varlığa mânâ-i ismî ile bakıştan başka bir şey değildir. Küreselleşme adı altında insanlığa kendi projesini ve ideolojisini dikte ettirmek isteyen modern kültür, varlığa bakışta mânâ-i harfînin yerine mânâ-i ismînin hâkim olduğu bir bakış açısının yerleşmesine sebep olmuştur. Modernleşme bu çerçeveye sahip çıkarak kültürü şekillendirmekte, neticede de toplumlar günümüzdeki küreselleşme fikrinden ve onun tehlikelerinden doğan boşluklara, karışıklıklara ve karanlıklara bırakılmış olmaktadır.
Üstad Nursî, muasır medeniyetin sahiplendiği bu ismî bakışı şu şekilde vasfediyor:
“Şimdiki medeniyet esasları olumsuzdur. Olumsuz beş esas ona temeldir, kıymeti de o nispettedir. Onlarla düzen kurulur.
1. Dayanak noktası, hak yerine kuvvettir. Kuvvetin özelliği ise tecavüz ve çatışmadır. Bu özellikten hıyanet çıkar.
2. Hedef ve maksadı, fazilet yerine değersiz bir menfaattir. Menfaatin özelliği birbirine sıkıntı verme ve düşmanlık etmedir. Bu özellikten de cinayetler çıkar.
3. Hayattaki kanunu, yardımlaşma yerine, kavga, dövüş ve savaştır. Çatışmanın özelliği çekişme ve itişip kakışmadır. Bundan da fakirlik ve yoksulluk çıkar.
4. İnsanlar arasında esas bağ, başkalarının zararına dayalı ırkçılıktır. Başkalarını yok etmekle beslenir, o şekilde kuvvetlenir. Menfî kavmiyetçilik ve ırkçılığın özelliği ise dâimî ve şiddetli çarpışmalardır. Bundan da felâketler çıkar.
5. Sonuncusu ise çekici ve alımlı olma, nefsin zararlı ve günah olan arzularına hizmet, hevesi cesaretlendirme, gayrete getirme ve arzuları tatmindir. Bundan da eğlence ve yasak şeylere düşkünlük çıkar. O kötü arzuların özelliği ise genelde insanın şeklini daha çirkin bir hâle getirir. Bir kimsenin içini, hâlini, hareketini ve ahlâkını değiştirir. Mânen insanı çirkin ve kötü hâle çevirir. Böylece insanlık başkalaşır, kendi aslî hüviyetini kaybeder.”4
Modern medeniyetin özelliklerini ve varlığa bakış açısını ortaya koyan bu ince tasvir ile Nursî, hem kültüre, varlığa ve medeniyete bakışta hem de küreselleşmeyi anlamada doğru ve aslî çerçeveyi belirlemiş olmaktadır. Bu cümlelerle Nursî, bize küreselleşmenin meydana getirdiği olumsuzlukları, ihmal ettiği hususları, gerçekliğini, ürettiği aklın tabiatını ve onun arkasındaki kültürü ayrıntılı bir şekilde tanımlamaktadır.
Şöyle diyor:
“Günümüz medeniyeti, semavî dinleri tam dinlemediği için, beşeri hem fakirleştirmiş hem de ihtiyaçlarını artırmıştır. İktisat ve kanaat esaslarını bozmuş, israf, hırs ve açgözlülüğü ziyadeleştirmiş, zulüm ve haramlara yol açmıştır.”5
Küreselleşme konusuna Üstad Nursî’nin mânâ-i ismî tanımlaması çerçevesinde bakmazsak, sathî kalır, kavramın derinliklerinde yer alan problemleri ve insanlığa yönelik tehlikelerini kavrayamayız. Yukarıda işaret edilen bütün kötülükler, medeniyete, dünyaya, hayata ve kâinata ismî bir bakışa dayanan aklın ve şahsiyetin ürünlerinden başka bir şey değildir. Bu açıdan Nursî, mânâ-i ismî ile varlığa bakışın yanlışlığına işaret etmekte ve bu yanlışlığın bir gün sona ereceğini ümit etmektedir. Çünkü bu ismî yöneliş Allah’ın varlığa koymuş olduğu kanunlarla çelişmektedir. Burada Nursî’nin insanlık ve özelde de modern medeniyetin problemleri ile ilgili açıklamalarının, varlığa mânâ-i ismî ile bakma neticesi oluştuğunu yeniden ifade etmeliyiz. İşte bu derinlikli bakış açısı ile Risale-i Nur, hem küreselleşmeyi hem de insanlığın genel mânâdaki problemlerini tanımada asıl ve gerçek nirengi noktasını bizlere göstermiş olmaktadır.
Buraya kadar Risale-i Nur’un küreselleşmeye bakışını, mânâ-i ismînin ve mânâ-i harfînin insan hakikatini anlamadaki rolünü, ayrıca varlığa mânâ-i harfî ile bakışın küreselleşme çağında insanlığın karşılaştığı medeniyet problemlerini çözmeye ne gibi katkılarının olacağını özetlemeye çalıştık. Şimdi ise problemin ilâcının ne olduğu, küreselleşmenin gittikçe büyüyen ve insanlığı kuşatan meydan okumasının nasıl durdurulacağı konusunu ele almaya çalışacağız.
Risale-i Nur’u anlayarak, derinlemesine ve onun genel metotlarını keşfederek okuyan bir kimse, küreselleşme veya insanlığın karşılaştığı diğer problemlerde asıl konunun “ahlâkî” olduğunu anlar. Risale-i Nur’un genel yaklaşımı içerisinde ahlâk konusu, çağımız insanının hastalık ve problemlerine ilâç olma adına oldukça temel bir konudur. Ancak Nursî’nin ahlâk konusundaki görüşlerinden bahsederken maddî, tabiî ya da felsefî bir bakış açısından bahsetmiyoruz. Tam tersine Nursî’nin mânâ-i harfî dediği bakış açısına uygun bir tarzda bakıyoruz. Ahlâk konusuna bu şekilde mânâ-i harfî ile baktığımızda, hiç tartışmasız insanlığın problemlerine temel ve gerçek bir ilâç olduğunu görüyoruz.
Aşağıda küreselleşmenin ümitsizliğe sevk eden olumsuz dalgaları ve yıkıcılığı karşısında ahlâk kaideleri çerçevesinde insanların nasıl güvende kalabileceğini, beyan etmeye çalışacağız. Nursî, ahlâkî yozlaşmanın neticesini şöyle ifade ediyor: “İnsan, hatalarının cezası olarak hem kalbî, hem ruhî sıkıntıları çeker ve o sıkıntılar yüzünden ahlâkını bozar, ruhunu kirletir, bütün bunlara ilâveten ümitsizce ve mânâsız bir şekilde hayatını geçirir.”6
3. Risale-i Nurların Ahlâkın Yerleştirilmesine Atfettiği Önem
Risale-i Nur’a hâlis bir kalb, sahîh bir akıl ve güçlü bir basiretle yaklaşan bir kimse onda icmalî, küllî ve şümullü bir mânâda “imanî, insanî ve derinlikli bir ahlâkî ders” bulacaktır. Bu ihlâslı insan, Risale-i Nur’a ve onun Kur’ânî nuraniyetine girdiğinde “ahlâk konusunun” merkezî bir konumda olduğunu teyit edecektir.
Risale-i Nurlardaki ifadelerin, bu önemli mevzuda ahlâka merkezî bir konum vermesi tesadüfî değildir. Tam aksine Risale-i Nurların tabiatı, onun Kur’ân-ı Kerîm ve en büyük ahlâk örneği Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ile olan sıkı irtibatı, nur derslerini zaten farz derecesinde ahlâk konusuna çekmiş ve insanlık medeniyeti binasının yükselmesinde ahlâka en temel bir rol vermiştir.
İnsanî ve medenî tecrübeler bize şunu göstermektedir ki, “ahlâk” konusu, insanlığın medeniyet ve tarih yürüyüşünde olmazsa olmaz esaslardandır. Bu yürüyüşe, ilk peygamberden, tarihin ve medeniyetin şahitliği ile en önemli mucizelerinden birisi “güzel ahlâk” olan rahmeten li’l-âlemîn Efendimiz’e (sallallahü aleyhi ve sellem) kadar daimî bir şekilde enbiya ve resuller (aleyhimüsselâm ecmaîn) kumandanlık etmişlerdir. Nebevî ahlâk yolunda yürüyenler ve mânâ-i harfîye sahip çıkanlar, hayatta oldukça yüksek ahlâkî gayeler bulunduğunu göreceklerdir. Ahlâk, salih bir hayat için temel bir esastır. Nursî şöyle demektedir:
“Nübüvvet yolunda yürüyenlerin ve insanlığın en önemli gayesi ve vazifesi, ahlâk-ı İlâhiye ile ahlâklanmaktır.”7
Ahlâk konusunun nur derslerinde bu şekilde yer almasında bir gariplik yoktur. Çünkü bir değer olarak ahlâk, âhlâkî yapı ve ahlâkî yönlendirme; beşeriyetin imanını kurtarma, iman, din ve Kur’ân hakikatlerini başkalarına duyurma adına Risâle-i Nur’un âdeta ayrılmaz bir cevheri ve parçasıdır.
Burada, Risale-i Nur’un etkileyici, derinlikli ve samimi bir şekilde İslâm dünyası için ahlâk gerçeğinin bir tasvirini verdiğini görüyoruz. O bize ahlâkı teorik, felsefî ya da maddî boyutları ile değil, onu, insan kardeşleri, varlık ve Rabbi arasında etkili bir bağ olan imanî, şer’î, pratik, içtimaî ve ihsanî boyutları ile ortaya koymaktadır ki, bu tam da İslâm ahlâkıdır. Risale-i Nur, ahlâka güçlü bir şekilde temas ederken, konuyu felsefî bir nazariye olarak ele almamaktadır. O, vicdanı ve duyguları harekete geçirmek, Kur’ân-ı Kerîm’de olduğu gibi Kur’ânî, imanî ve nuranî hakikatleri kalb, basiret ve idraklere yerleştirmek için uğraşmaktadır. Gerçekte İslâm toplumu ahlâkî bir toplumdur. Çünkü hayatı, inançları, düşüncesi, yaşayışı ve pratiğinde, mânâ-i harfî düşüncesine sahip çıkar. Mânâ-i harfî düşüncesine göre şekillenen bir medeniyet ve kültür, insan fıtratı ile uyumlu ve insicamlıdır.
Nursî, mânâ-i harfî düşüncesi ve İslâm ahlâkı ile şekillenen bir medeniyeti bizlere şu şekilde tanımlıyor:
1. “Kur’ân medeniyeti kuvvet yerine hakka dayanır. Hakkın özelliği adalet ve dengedir.
2. Bu medeniyetin hedefinde menfaat yerine fazilet vardır. Faziletin özelliği ise muhabbet ve kaynaşmaya vesile olmasıdır.
3. Bu medeniyetin birleşme noktası, ırkçılık ve kavmiyetçilik yerine, dinî, vatanî ve sınıfî bağlardır. Bu bağın neticesi samimî kardeşlik ve barış, tecavüze karşı ise sadece müdafaadır.
4. Hayattaki düsturu, çatışma yerine yardımlaşmadır. Yardımlaşmanın özelliği ise birleşme ve dayanışmadır.
5. Hevâ yerine Hudâyı koyar. Hudânın özelliği ise insanın terakkisi ve ruhen tekâmülüdür.”8
Bizler Risale-i Nurlardaki ahlâk konusunu, Üstad Nursî’nin harfî ve tevhidî bakış açısı ile baktığımız zaman ancak tam anlayabiliriz. Çünkü ahlâk konusu iman, tevhid, din, varlık ve bir açıdan da insanın yeryüzü hilâfeti ile irtibatlandırıldığı zaman kıymetli bir cevher olarak ortaya çıkar. Zaten ahlâk, en güzel hâli ile Nebî’de (sallallahü aleyhi ve sellem) müşahhaslaşmış, en derin anlamları ile O’nun (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatında, Sünnetlerinde, söz, fiil ve davranışlarında tezahür etmiştir. Nurlar, ahlâkı mücerret ve belirsiz bir kavram olmaktan kurtararak, onu amel-i salihle, insanın kendi nefsindeki ve kâinattaki tecellîleri ve iman hakikatlerini anlamaya vesile olan bir kavrama dönüştürmektedir. Nursî, yüksek ahlâkı, insanlığın problem ve ıstıraplarına en doğru ve kesin bir çözüm olarak sunmaktadır.
Tercüme: Dr. Musa Kâzım Gülçür
Dipnotlar
1.Nursî, Lemeât, (Terc. İhsan Kasım Salihi), s. 181.
2.Nursî, Sözler, (Terc. İhsan Kasım Salihi), s. 143.
3.Nursî, Sözler, (Terc. İhsan Kasım Salihi), s. 637.
4.Nursî, Sözler, (Terc. İhsan Kasım Salihi), s. 855.
5.Nursî, Lahikalar, (Terc. İhsan Kasım Salihi), s. 380.
6.Nursî, Şuâlar, (Terc. İhsan Kasım Salihi), s. 242.
7.Nursî, Sözler, (Terc. İhsan Kasım Salihi), s. 624.
8.Nursî, Mektubât, (Terc. İhsan Kasım Salihi), s. 606.
Yeni Ümit Dergisi