Maide Suresi'nin 51. ayeti bir çok kez gündeme geliyor.
Ayet meali şöyle: "Ey iman edenler, Yahudileri ve Hıristiyanları dostlar edinmeyiniz. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. İçinizden kim onları dost edinir (muhabbet beslerse) muhakkak o da onlardanır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez."
Kur'an-ı Kerim'deki ayet çoğu zaman farklı yorumlanabiliyor. Bazıları Yahudi ve Hıristiyanlarla her türlü irtibatın kesilmesini anlarken aynı Bediüzzaman Said Nursi ise tefsiri ile bu anlayıştan ayrılıyor.
NASIL DOST OLUNUZ DERSİNİZ?
Said Nursi, muhatap olduğu soruyu ve cevabını Risale-i Nur külliyatından Münazarat adlı eserinde yer verir.
Soru şöyledir: "Yahudi ve Nasara ile muhabbetten Kur’ân’da nehiy (yasaklama) vardır.
لاَ تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارٰى اَوْلِيَآءَ (“Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin.” Mâide Sûresi, 5:51.) Bununla beraber nasıl dost olunuz dersiniz?"
Bediüzzaman Said Nursi, bu ayeti, manası ve hükmü kati ve muhkem olanlar sınıfından saymamıştır. Zira bu ayeti sınırlandıran ve hükmünü daraltan hadisler ve fıkhi tatbikler söz konusudur.
Mesela ehlikitap bir kadın ile evlenmenin caiz olması, ehlikitabın kestiğinin helal olması, onlar ile ticaret hukukunun olması, İslam mahkemelerinde şahitlik yapabilmeleri, zimmi hukukunun olması, İslam devletinde memuriyetlik yapabilmeleri, bu ayetin mutlak yapısını sınırlandıran diğer hükümlerdir. Bu hükümlerden anlaşılan, bu ayet Yahudi ve Hristiyanlarla mutlak olarak münasebeti yasaklamıyor. Yasaklanan kısım, onların inanç ve örfleridir. Yani İslam ile bağdaşmayan inanç ve muamelelerine yaklaşmaktan men ediyor. (Sorularla Risale)
"Hem de hüküm müştak üzerine olsa, me'haz-ı iştikakı, illet-i hüküm gösterir." (Münazarat)
Hüküm, türetilen kelime üzerine bina oluyorsa, kelimenin türetildiği kaynak, hükmün asıl sebebi oluyor. Yani “dostluk kurmayın” emri ayetin hükmüdür, bu hükmün bina edildiği kelimeler ise Hristiyanlık ve Yahudilik kelimeleridir. Öyle ise kelimenin türediği kaynak; Hristiyanlık ve Yahudilik dinleridir. Yani siz Yahudilik ve Hristiyanlık dinini dost edinmeyin anlamına geliyor. Zira ayette nazara verilen şahıs değil, şahsın sıfatlarıdır.
Başka bir örnek verecek olursak; okul müdürü öğrencilere; “öğretmenlerinize karşı hürmetli olun” derse, burada hürmetin asıl sebebi öğretmenlik sıfatınadır, öğretmenlerin şahsına değildir.
O zaman ayette men edilen yasak, sadece batıl dinleriyle ilgili olup, diğer sıfatlar bu kapsama girmez. Yoksa, insan olma, yurttaş olma, komşu olma gibi çok münasebetler ile irtibat kurulabilir, hatta dost olunabilir. Dürüst bir Hristiyan tüccarı, hileci bir Müslüman tüccara tercih etmek doğal bir davranıştır. Ayetin yasak kapsamına girmez. Zira burada “dostluk” dine değil, ticaret sıfatınadır.
"ONLARLA DOST OLMAMIZ, MEDENİYET VE TERAKKİLERİNİ İSTİHSAN İLE İKTİBAS ETMEKTİR"
Münazarat eserinde geçen soru ve cevap şöyle:
Sual: "Yahudi ve Nasara ile muhabbetten Kur’ân’da nehiy (yasaklama) vardır.
لاَ تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارٰى اَوْلِيَآءَ (“Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin.” Mâide Sûresi, 5:51.) Bununla beraber nasıl dost olunuz dersiniz?"
Cevap: Evvelâ: Delil kat’iyyü’l-metîn olduğu gibi (söz kat'î ve şüphesiz olduğu gibi (sözün, âyet veya hadis olduğu kesin ve şüphesiz olduğu gibi), kat’iyyü’d-delâlet olmak gerektir (sözün hangi mânâyı gösterdiği kat’î ve şüphesiz olmak). Hâlbuki tevil (yorum) ve ihtimalin mecâli (imkanı) vardır. Zira, nehy-i Kur’ânî (Kur’ân tarafından konulan yasak) âmm (genel) değildir, mutlaktır; mutlak ise, takyid (sınırlama) olunabilir. Zaman bir büyük müfessirdir; kaydını izhar etse, itiraz olunmaz. Hem de hüküm müştak (bir kelimeden veya kökten türetilmiş olan; türev (Yahudi, Nasara gibi) üzerine olsa, me’haz-ı iştikakı bir kelimenin türetildiği asıl kök ve kaynak (Yahudiyet, Nasraniyet gibi), illet-i hüküm (hükmün sebebi) gösterir. Demek bu nehiy (yasaklama), Yahudi ve Nasara ile Yahudiyet ve Nasraniyet olan âyineleri hasebiyledir. Hem de bir adam zâtı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat veya san’atı içindir. Öyleyse her bir Müslümanın her bir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, her bir kâfirin dahi bütün sıfat ve san’atları kâfir olmak lâzım gelmez. Binaenaleyh, Müslüman olan bir sıfatı veya bir san’atı, istihsan etmekle (beğenmek) iktibas etmek (alıntı yapmak) neden câiz olmasın? Ehl-i kitaptan bir haremin olsa elbette seveceksin!
Sâniyen: Zaman-ı Saadette bir inkılâb-ı azîm-i dinî (dinî sahada meydana gelen büyük çaplı köklü değişim) vücuda geldi. Bütün ezhânı (zihinleri) nokta-i dine çevirdiğinden, bütün muhabbet ve adaveti (düşmanlığı) o noktada toplayıp muhabbet ve adavet ederlerdi. Onun için, gayr-ı müslimlere olan muhabbetten nifak kokusu geliyordu. Lâkin, şimdi âlemdeki bir inkılâb-ı acîb-i medenî ve dünyevîdir (medeniyet sahasında ve dünya hayatıyla ilgili acayip köklü değişim). Bütün ezhânı zapt ve bütün ukûlü (akılları) meşgul eden nokta-i medeniyet, terakki (ilerleme) ve dünyadır. Zaten onların ekserisi, dinlerine o kadar mukayyed (bağlı) değildirler. Binaenaleyh, onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas etmektir. Ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan asayişi muhafazadır. İşte şu dostluk, kat’iyen nehy-i Kur’ânîde dahil değildir.