Zekât, genelde "malın kırkta biri" ile somutlaşan bir ibadet. Çoğu kişi sadaka olarak az miktarda yapılan yardımları da zekatla karıştırıyor. Oysa zekat, malı temizlemenin yanısıra sosyolojik olarak da ümmetin kardeşlerinden sorumlu olmasına yardımcı olan bir yükümlülük.
Zekât, malı temizlemenin bir yolu olarak görülür. Varlıklı Müslümanların ihtiyaç sahiplerinin hakkı olan miktarı vermesi, toplumsal dengenin sağlanmasında mühim bir yer teşkil eder. Sosyal hayatın huzur ve refahına katkı sunan zekât ibadeti, kalbi cimrilik hastalığından da temizler. Peygamber Efendimiz (sas), bir hadis-i şeriflerinde "Zekât vererek mallarınızı kale içine alınız." buyurmuşlardır ki, bu ifade malı koruyacak manevî sigortanın zekât olduğuna işaret etmektedir. Zekât, 'malın kırkta biri' olarak somutlaştırılır zihinlerde; çoğu zaman da Ramazan ayında yapılan az bir miktar yardımla bu yükümlülüğün yerine getirildiği sanılır. Oysa zekât oranları belirli bir yükümlülüktür ve sosyal yardımlaşma sistemini harekete geçirip gelir dengesini sağlar. İslam'ın beş şartından biri olan bu ibadetin malın büyümesi ve bereketlenmesine sebep olduğu da göz ardı edilen bir başka gerçek.
Hatırlatmakta fayda var: Bediüzzaman Said Nursî'nin zekâtı, her şahıs için sebeb-i bereket ve belaların defi olarak değerlendirmesi oldukça manidardır. Zekâtı vermeyenin elinden bir zekât kadar mal gideceğini anlatan Üstad, şöyle der: "Ya lüzumsuz yerlere verecektir ya bir musibet gelip alacaktır."