Şükrü Nişancı'nın yazısı
Aynı dönemde yaşayan, aynı kültürel havzada yetişen ve etnik olarak aynı kökene sahip Ziya Gökalp ve Bediüzzaman Said Nursî’nin, devletin yıkılışı döneminde yoğun tartışma konularından birisi olan milliyetçilik konusundaki görüşleri bazı ortak noktalara rağmen çok derin farklılıklar göstermektedir. Şöyle ki:
Gökalp, İslâm’ı temel referans olmaktan çıkardı
Ziya Gökalp Osmanlının kurtuluşu bakımından İslâm’ı temel referans olmaktan çıkarmış, dini milliyetçilikle eşit bir kategoride değerlendirmiştir. Hatta, Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak fikirlerinin nihai gayesi olarak “çağdaş bir İslâm Türklüğü” meydana getirmek olduğunu söylemesinden de anlaşıldığı gibi, İslâm’ı; pozitivist-ilerlemeci “yeni ideoloji”nin hizmetçisi yahut payandası mevkiinde değerlendirmektedir. Türkçülüğü, kozmopolitliğe karşı İslâm’ın koruyucusu olarak görmesi; Gökalp’in kafasındaki fikirlerin önem sıralaması hakkında bize kesin bilgi verir.
Said Nursi: Türklüğün varlığı İslâm’a bağlı
Said Nursî ise, dönemindeki diğer İslâmcı düşünürler gibi (Babanzade Ahmet Naim vs), İslam’ı temel referans olarak görmektedir. Gökalp’in aksine, “müsbet milliyet” kavramıyla evcilleştirdiği milliyetçiliği, İslâmiyet’in temel sınırları içinde ona yardımcı ve destekçi olmak şartıyla kabul etmektedir. “İslâmiyet’le eşit tutulan ve onun yerine ikame edilen milliyetçiliği” bir cinayet olarak niteleyerek, Gökalp’in düşüncelerini, onu hedef alarak, kesin ve net bir dille reddetmektedir.
Bu meyanda, Ziya Gökalp’in İslâm karşısında Türklüğü öne çıkaran yaklaşımını da tersine çevirmekte ve Türklüğün varlığının ancak İslâm’a bağlı olduğunu ifade etmektedir. Ona göre İslâmiyet Türklüğün ruhudur. Nerede, Türk varsa Müslüman’dır. Müslüman olmaktan çıkanlar Türklükten de çıkmıştır.
Milliyetçilik modern dönemde adı konulmamış bir dindir
Milliyetçiliğin doğuşu ile ilgili olarak da Gökalp ve Bediüzzaman farklı düşünmektedir. Gökalp milliyetçiliği, kültürel bir devamlılık olduğu fikrinden hareket olarak tabiî bir süreç olarak görmektedir.
Bediüzzaman’a göre ise milliyetçilik, bir keşif değil, icaddır. Ona göre, milliyetçilik modern dönemde adı konulmamış bir dindir ve bu yüzden “milliyetçiler, milleti mabud ittihaz” etmektedirler. Pozitivizmle birleşen milliyetçilikte bu çok açıktır. Nitekim pozitivizmin en temel ritüellerinden biri de akla ve millete tapınma ayinleridir. Bediüzzaman’a göre milliyetçilik bu haliyle adeta eski cahiliye asabiyesinin günümüzdeki versiyonudur. Çünkü her ikisinin de hamuru, “gaflet,” “dalalet,” “riya” ve “zulmet” ten ibarettir.
Başka toplumları ötekileştirme ve sömürmeyi bir hak olarak görür
Ziya Gökalp, milliyetçiliğin “tesanüt” ruhunu uyandırdığını ve milletleri güçlendirdiğini ifade ederek milliyetçiliği, yalnız “liberal milliyetçilik”ten ibaret saymaktadır. Kültürel milliyetçiliği, millet için fedakârlık anlayışını, evrensel bir gerçek olarak düşündüğü anlaşılmaktadır. Halbuki, başkasına zarar vermeme prensibinden hareket eden milliyetçilik Avrupa açısından ilk dönemlerde ve kısa bir süre için geçerli olmuştur. Yaygın olan ve günümüzde de kabul gören milliyetçilik; muhafazakâr milliyetçilik ve sömürgeci milliyetçiliktir: bunların temel niteliği, başka toplumları ötekileştirme ve sömürmeyi bir hak olarak görmektir.
Milliyetçilik, bir hastalıktır
Bediüzzaman milliyetçilik konusunda, Avrupa için yarayışlı olana değil, dünyanın geri kalan kısmına felâket getiren ve bizim de millet olarak maruz kaldığımız milliyetçiliğe (muhafazakâr ve yayılmacı milliyetçilikler) dikkat çekmektedir. Ona göre milliyetçilik, İslâm’ın ilk dönemlerinde (Emeviler) bizim için zararlı olduğunu bildiğimiz bir hastalıktır. 20. yüzyılda İslâm âlemini parçaladığı gibi, Osmanlıda kulüpleri ortaya çıkararak çok zararlara yol açmıştır. Kaldı ki, milliyetçiliğin, onu ortaya çıkaranlar için bile kötü olduğunu 1. Dünya Savaşının felâketleri göstermiştir. Kaldı ki, milliyetçiliğin, kısmî iyilik doğuran versiyonuna (liberal, kültürel milliyetçilik) ihtiyaç yoktur. Bediüzzaman “müsbet milliyet” olarak gördüğü bu anlayışın zaten İslâm’ın özünde var olduğunu, yani, yabancı bir kaynağa ihtiyacımız olmadığını ifade etmektedir.
Yine Bediüzzaman milliyetçiliğin evrensel bir iyilik olamayacağını; “milliyetçilik” duygusunun bir toplumun sadece yüzde onuna hitap ettiği gerçeğinden hareketle söylemektedir. Ona göre milliyetçilik; çocukları, hastaları, yaşlıları ve musibetzedeleri hesaba katmamakta, onları milletten saymamaktadır. Dolayısıyla, milliyetçilik sadece dar bir kitleye hitap ettiği için, ahlakî temelden de yoksundur.
Köprü