Said Nursi’de açılımın projesi var

Mazlumder Genel Başkan Yardımcısı Emrullah Beytar, demokratik açılımda gelinen süreci Risale Haber’e değerlendirdi

Röportaj: Nurettin Huyut-Risale Haber

Mazlumder Genel Başkan Yardımcısı Emrullah Beytar, demokratik açılımda gelinen süreci Risale Haber’e değerlendirdi

Risale-i Nur’a göre “Demokratik Açılım” nasıl olabilir?

Çok dinli ve çok kavimli Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra kurulan Türkiye Devleti’ndeki egemen zümre bu renkliliği ortadan kaldırarak toplumu tek tipleştirmeyi amaçlamıştır. İttihat ve Terakki zihniyetine sahip bu seçkinci elit zümre tek tipleştirme politikalarını ilk meclisi feshederek uygulamaya başlamıştır. Seçkinci elitlerin tek tipleştirme için kullandığı iki sopadan biri, Milliyetçilik, diğeri Laiklik olmuştur. Milliyetçilik sopası ile Türk olmayan unsurları asimile ederek Türkleştirmek, Laiklik sopasıyla da dindar Müslümanları ve Alevileri kendi kontrolüne alarak kendilerinin ortaya koyduğu din anlayışını dindar Müslümanlara ve Alevilere dayatma şeklinde formülize etmek...

Seksen altı yıllık Cumhuriyet tarihine baktığımızda, antidemokratik politikalara maruz kalan bu kesimlerin irili ufaklı isyanlarıyla karşılaşmaktayız. Bugüne kadar resmi ideolojinin terbiyesinden geçmiş kurumların ortaya koyduğu antidemokratik uygulamalar, var olan sorunların kangrenleşmesine, israf edilen milyarlarca doların ise toplumun fakirleşmesine ve geri kalmasına yol açmıştır.

Çok dinli ve çok ırklı olan Türkiye toplumunun içinde bulunduğu gemide delikler açılmış ve bu delikler gittikçe genişletilmiştir. Geldiğimiz noktada iki yol karşımıza çıkmaktadır. Birinci yol, açılmış delikleri kapatarak geminin sahil-i selamete ulaşmasını sağlamaktır. İkinci yol ise var olan delikleri kapatmayarak geminin batmasına göz yummaktır. Batan gemide, ne sadece Türkler ve ne de Kürtler bulunmaktadır. O gemide Türk, Kürt, Rum, Ermeni, Arap, Abaza, Laz, Gürcü, Pomak ve Çerkez, dindar, alevi, gayri müslim vb. sınıflara mensup insanlar bulunmaktadır.

Eğer birinci yolu tercih ederek geminin sahil-i selamete ulaşmasını istiyorsak (ki aklını ve vicdanını yitirmemiş her insanın arzusu bu yöndedir) öncelikle yapılması gereken iş bu deliklerin kapanmasını sağlayıcı adımlar atmaktır. Bu adımların atılması da Demokratik Açılım Sürecinin istikrarlı bir şekilde devam ettirilmesi ile mümkün olacaktır.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri zaman ve zemini iyi okuyan bir ilme ve kabiliyete sahip olduğu gibi, mükemmel bir ferasete de sahiptir. Onun yaşadığı dönemdeki antidemokratik uygulamaların ileride toplumda oluşturacağı hastalığına neden olacağını sezmiş ve bu hastalığın kangrene dönüşmemesi için mükemmel analiz ve çözümlemeler yapmıştır.

Siyasi ve sosyal meselelerle ilgilendiği Eski Said dönemindeki eserleri ile Üçüncü Said dönemi diyebildiğimiz 1950-60’lı yıllarda talebelerine ve resmi makamlara yazmış olduğu mektuplarına baktığımızda, ismine Demokratik Açılım Süreci denilen programın nasıl olması gerektiğinin işaretleriyle dolu olduğunu görürüz.

Yeni Said veya ikinci Said dönemlerinde siyasi ve sosyal meselelere ilişkin konularda veya resmi makamlara yazmış olduğu dilekçelerde Eski Said’e atıf yapılması bu iddiamıza sağlam bir delil olduğu düşüncesindeyim.

Üstad; Kur’an’ın dört temel esasından biri olarak İbadet ve Adaleti öngörür. Kur’an’dan almış olduğu feyizle İbadet ve Adalete getirmiş olduğu tanımlama bence zamanın istidadının, anlayışının fevkinde bir tanımlamadır. Adalet kavramına yüklemiş olduğu anlam ve getirmiş olduğu açılım bugünkü birçok akil insanin hala anlamakta zorluk çektiği bir seviyededir.

Kolektif akılla hareket eden siyasi örgütlenmelerin dahi halen bu seviyede bir anlayışa gelmiş olduğunu düşünmüyorum. En azından okuduklarım bana bu inancı ve bu düşünceyi aşılamaktadır. Hal böyle olunca Üstadın 1900’lü yılların başında Divan-ı Harbi Örfi’de sanık sandalyesindeki sözleri bugün konuşulmaya çalışılan açılımın yol haritası veya parametreleridir:

“Herkesin şevkini kıran ve neşesini kaçıran ağraz (kin, düşmanlık) ve hiss-i taraftarlığı uyandıran buradaki şube-yi hafiyeye muhalefet ettim. Herkesin bir fikri var. Ben de hürüm. Selamet-i millet için bir fikrim var: İşte sulh-i umumi, afv-ı umumi, ref’-i imtiyaz lazım. Ta ki, biri bir imtiyaz ile başkasına haşerat (zararlı) nazarıyla bakmak ile nifak çıkarmasın” sözlerini -Nur Talebeleri- doğru anlayıp doğru bir şekilde anlatma imkan ve becerisini yakalayabilirlerse selamet-i millet için önemli bir görevi ifa etmiş olurlar.

Üstad’ın, burada konu ile ilgili önemli bir tespitte bulunduğu düşüncesindeyim. Bu tespit de şudur: Toplumun şevkini kırıp, neşesini kaçıran, kin ve düşmanlık tohumlarını ekip taraftarlığı uyandıran gizli bir yapılanmanın olduğunu söylüyor. (Bu yapılanma halen varlığını devam ettirdiği düşüncesindeyim) ve bu yapılanmanın tehdit ve dayatmalarına rağmen toplum için faydalı olan sözleri söylemekten de çekinmiyor.

Üstadın o gün sanık sandalyesinde selamet-i millet için yapmış olduğu analiz ve çözümlemeler: Bugün batma tehlikesi ile karşı karşıya kalmış geminin selametli bir şekilde limana ulaştırmayı sağlayacak niteliktedir.

Öncelikle toplumsal barışın tesis edilmesi gerekmektedir. Toplumsal barış ise eşitliğe dayalı adaleti hayata geçirmekle mümkündür. Yani herhangi bir sınıf, zümre ve ırka imtiyaz tanımamakla olur. Bugün aklını ve vicdanını yitirmemiş bir grup aydının çözüm için dile getirmekte olduğu “eşit yurttaş” anlayışını Üstad yıllar önce sanık sandalyesinde tehditlere maruz kaldığı bir ortamda “ref’-i imtiyaz” kavramıyla dile getirmiştir.

Demokratikleşmenin başarılı bir şekilde ilerlemesi ve toplumsal barışın devamiyeti için önemli bir nokta ise “genel bir affın” ilan edilmesidir. Resmi ideolojinin/seçkinci elitlerin antidemokratik uygulamalarına tepki olarak ortaya çıkmış hareketlere mensup kişilerin sosyal hayata dönüşü sağlanmalı ve bu antidemokratik uygulamaları içinde barındıran Devlet; Milliyetçilik ve Laiklik sopalarıyla bugüne kadar dövmüş olduğu kesimlerden özür dilemelidir. Bu yapısal reformlarını evrensel hukuk ve demokratik değerlere uygun bir şekilde yaptığı takdirde içinde yaşadığımız gemi su almadan sahil-i selamete ulaşabilir.

Bu konuda Nur Talebelerine düşen bir görev var mı? Varsa nelerdir?

Nur talebelerine düşen görev talebelik vazifesini her şart ve zeminde yerine getirmektir. Yani nurları neşretmek ve iman hizmetinde bulunmaktır. Hem fiili hem de kavli bir şekilde bu vazifeyi yerine getirmeleri gerekir. Çünkü üstadımız Nur Talebelerini: bu gemiyi (ümmeti) sahil-i selamete çıkarmaya vazifeli hadimler/hizmetçiler olarak tanımlamıştır. O zaman bu geminin batmaması için en fazla efor sarfetmesi gerekenler Nurlardan istifade edenler olmalıdır.

Bediüzzaman; “Dinde hükümferma olan hak ve adalet, hissiyatı tadil ve tahdit eder” demektedir. Buradan benim çıkardığım ders, İslam’da esas olan nokta hak ve adalet olduğu, hissiyatın çok istisna-i olması gerektiğidir. Bu çıkarımım doğruysa eğer o zaman bir nur talebesi şartlar ve zemin ne olursa olsun hak ve adaletten ayrılmamalıdır. Allah Cellecelaluhu, hakkında tanıklık yapacağınız kişinin, (babanız dahi olsa) adaletten ayrılmamasını aklı başında olan insanlara ihtar etmiştir.

Demokratik Açılım Sürecine katkı sunmak isteyen Nur talebelerinin öncelikle muhakkik vasfını yitirmemiş olmaları gerekir.
Üstad, Muhakemat adlı eserinde muhakkikinin özelliklerini şöyle sıralamaktadır. “Muhakkikin şe’ni; gavvas olmak, zamanın tesiratından tecerrüd etmek, mazinin a’makına (derinliklerine) girmek, mantığın terazisiyle tartmak, her şeyin menbaını bulmaktır.” Muhakkikin olan bir Nur talebesinin hissiyatının tesirine girmesi çok zor bir ihtimal olduğundan analiz ve çözümleri hak ve adalet nokta-i nazarda olur. Bu bakış açısı batmakta olan gemiyi kanatimce sahil-i selamete ulaştırır.

Somut önerileriniz var mı?

Bu konuda söylenilecek çok şey var. Ama işin özünü ortaya koyarak bitirmeye çalışayım. Öncelikle devletin kalbi hastadır. Kalp tedavisi yapılmadan bu vücudun sıhhat bulması mümkün değildir. Bunun için öncelikle yama tutmayan darbe anayasası yerine halkın kendi iradesine dayalı bir anayasa yapılması şarttır. Yedi yıllık bir geçmişe sahip mevcut hükümetin bu noktada samimi olduğunu söylemek mümkün değildir. Yapılacak bu yeni Anayasa da toplumun her rengi kendini bulabilmeli ve bu benim irademle yapılmıştır diyebilmelidir. Ve her hangi bir kesime imtiyaz tanınmamalıdır.

Milliyetçilik ve laiklik sopasına muhatap olmuş olan kesimlerin temel bireysel ve kolektif hakları geri verilmelidir.

Velhasıl; bu ülkede Türkler hangi hakka sahip ise Kürt, Rum, Ermeni, Arap, Abaza, Laz, Gürcü, Pomak ve Çerkez, dindar, Alevi, gayri Müslim vb. insanlar da aynı haklara sahip olabilirse bu ülkede barış ve huzur tesis edilir. Aynı anne ve babadan olan insanlar dahi ebeveynleri tarafından adil olmayan muamelelere maruz kaldığında o evde huzur ve barışı tesis etmek mümkün değildir. Onun için hissiyatlarımızdan sıyrılarak hak ve adalet nokta-i nazardan evrensel değerleri hakim kılma gayreti içinde olmamız gerekir.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

Özel Haberleri