Ahmet Bilgi'nin haberi:
RİSALEHABER-Türkiye'nin en zengin işadamlarından Koç Holding Yönetim Kurulu üyesi Ali Koç, eşitsizlik ve işsizlikten ötürü çocuklarının geleceğinden endişe duyduğunu söyledi. Koç, ülkedeki gelir dağılımı eşitsizliği ve işsizlikten bahsetti.
Antalya'daki G20-OECD Nitelikli Çıraklık ve İşbaşında Eğitimin Teşviki Konferansı'nın açılışında konuşan Koç, dünyanın kat be kat daha zenginleşmesine karşın gelir dağılımı eşitsizliği, orta sınıfın kaybolması, zengin ile fakirin arasındaki uçurumun artması, reel ücretlerin düşüklüğü ve işsizliğin artışı gibi de pek çok sorun yaşandığına işaret ederek; "Onlar açısından dünya yaşanmaz bir konuma geliyor. Tabi ki bu gidişat da berberinde sosyal sorunlar ve ciddi gerginlik getiriyor. Bunun her geçen gün arttığına şahit oluyoruz. Ben şahsen 6 ve 8 yaşında iki çocuk sahibi bir baba olarak çocuklarımızın geleceğinden, bu gidişata baktığımız zaman, endişe duymamak mümkün değil diye düşünüyorum. Eminim bu da hepiniz için geçerlidir" dedi.
BEDİÜZZAMAN: ZENGİN VE FAKİR BÖYLE YAPARSA...
Bediüzzaman Said Nursi Ali Koç'un ve benzeri işadamlarının endişesine karşı Kur'an-ı Kerim'deki çözüme dikkat çekiyor.
Sosyal hayatta zenginler ve fakirler arasında karşılıklı dengenin Kur'an'da yer aldığına işaret eden Bediüzzaman, zekatın verilmesi, faizin de yasaklanması gerektiğini vurguluyor.
Bediüzzaman'ın Risale-i Nur Külliyatından Sözler adlı eserinin 25. Söz'ünde yer alan ilgili bölüm şöyle:
Bütün ihtilâlât-ı beşeriyenin madeni (kaynağı) bir kelime olduğu gibi, bütün ahlâk-ı seyyienin (kötü ahlâk) menbaı (kaynağı) dahi bir kelimedir.
Birinci kelime: “Ben tok olayım; başkası açlıktan ölse bana ne!”
İkinci kelime: “Sen çalış, ben yiyeyim.”
Evet, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede havas ve avam, yani zenginler ve fakirler, muvazeneleriyle rahatla yaşarlar. O muvazenenin esası ise, havas tabakasında merhamet ve şefkat, aşağısında hürmet ve itaattir.
Şimdi, birinci kelime havas tabakasını zulme, ahlâksızlığa, merhametsizliğe sevk etmiştir.
İkinci kelime avâmı kine, hasede, mübarezeye sevk edip rahat-ı beşeriyeyi birkaç asırdır selb ettiği gibi, şu asırda sa’y, sermaye ile mübareze neticesi, herkesçe malûm olan Avrupa hâdisât-ı azîmesi meydana geldi.
İşte, medeniyet, bütün cem’iyât-ı hayriye ile ve ahlâkî mektepleriyle ve şedit inzibat ve nizâmâtıyla beşerin o iki tabakasını musalâha edemediği gibi, hayat-ı beşerin iki müthiş yarasını tedavi edememiştir.
Kur’ân, birinci kelimeyi, esasından “vücub-u zekât” (zekâtın farz oluşu) ile kal’ eder, tedavi eder. İkinci kelimenin esasını “hurmet-i ribâ” (fâizin haramlığı) ile kal’ edip tedavi eder. Evet, âyet-i Kur’âniye âlem kapısında durup ribâya “Yasaktır” der. “Kavga kapısını kapamak için banka (ribâ) kapısını kapayınız” diyerek insanlara ferman eder, şakirtlerine “Girmeyiniz” emreder.