Ömer Özcan-RİSALEHABER
Tevfik Tığlı, Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Barla’da bulunduğu sıralarda bu kasabada başöğretmenlik yapmıştır. Babası Hüsnü Tığlı ise aynı tarihlerde Barla kasabasının bağlı olduğu Eğridir ilçesinin müftüsüdür. Tevfik Tığlı’nın amcası Hakkı Tığlı ise tam bir nur talebesidir.
Ne yazık ve gariptir ki bu nasipsiz, talihsiz, bedhbaht adam bu kadar olumlu, müspet şartlara rağmen, Barla kasabasında Bediüzzaman Hazretlerinin en büyük düşmanlarından birisi olmuştur. Barla’da Üstad Bediüzzaman'ı en çok üzenlerden birisiydi bu öğretmen…
Merhum Avukat Hüsameddin Akmumcu, bir sorum üzerine Tevfik Tığlı hakkında bazı açıklamalar yapmıştı. Özetle şöyle demişti:
“Ben Eğirdirli Hakkı Tığlı’nın damadıyım. O, Üstadla beraber 1935’de Eskişehir hapsinde kalıyor... Üstad zamanında Eğridir Müftülüğü yapan Hüsnü Tığlı’nın kardeşidir... Tevfik Tığlı’nın da amcasıdır. Müftü Hüsnü Tığlı Efendi Bediüzzaman Hazretlerine dost ve talebe, oğlu Tevfik ise muarızdır. Üstad’ı Barla’da iken çok üzmüştür. Lâhika mektuplarında bunlar vardır. Hatta kayınpederim rahmetli Hakkı Tığlı vefatına kadar onunla konuşmazdı bile.”
SAİD NURSİ, KENDİSİNE DÜŞMANLIK YAPAN ADAMI NEDEN DESTEKLEDİ?
Burada bir hususu belirtmekte fayda var:
Tevfik Tığlı, 1957 seçimlerinde Demokrat Parti’den -hem de Isparta’dan- milletvekili adayı olunca, nur talebeleri tarafından tepkiyle karşılamış ve aleyhinde kıpırdanmalar başlamıştır. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ise basit ve günlük hesapların adamı değildir. O, hadiselere bütünüyle bakıp yüzyılların planlarını çizen bir mürşiddir. Dolayısıyla büyük bir azami şerrin gelmemesi için, talebelerinden bu adam hakkında aleyhte değil lehte çalışmalarını istemiştir. Çünkü Halkçıların içinde bulunanların -belki de yüzde doksan beşinin- herbiri birer Tevfik Tığlı idi.
Isparta eski milletvekili Tevfik Tığlı, 1903 doğumlu olup, uzun ve ağır bir hastalık döneminden sonra, 5 Temmuz 1981'de Ankara evinde ölmüştür.
EĞİRDİR MÜFTÜSÜNE SON İHTAR: OĞLUNU UYAR
Tevfik Tığlı hadisesinin anlaşılabilmesi için Barla Lâhikasında neşredilen aşağıdaki mektup dikkatle okunmalıdır:
(Eğirdir Müftüsüne son ihtar)
Eski bir dost ve ilim noktasında bir arkadaş olmak üzere sizinle bir hasb-i hal edeceğim. İkimize taalluk eden mühim bir musibet-i diniyeyi size haber veriyorum. Bunun telafisine mümkün olduğu kadar beraber çalışmalıyız. Şöyle ki:
Zâtınız, herkesten ziyade hizmetimize taraftar ve hararetle himayetkâr olmak lâzım gelirken, maatteessüf meçhul sebeblerle aksimize tarafgirane ve bize karşı soğukça rakibane baktığınızdan, oğlunuzu bu köyde yerleştirip ona dost-ahbab buldurmak için çalıştınız. Neticesinde burada öyle bir vaziyet hâsıl olmuş ki, mahiyetini düşündükçe senin bedeline ruhum titriyor. Çünki Es-sebebü ke’l-fâil kaidesince bu vaziyetten gelen günahlardan, seyyiattan siz mes'ulsünüz.
Zehire tiryak namı vermekle, tiryak olmadığı gibi; zındıka hissiyatını veren ve dinsizliğe zemin ihzar eden bir heyetin vaziyetine, ne nam verilirse verilsin, Genç Yurdu denilsin, hattâ Mübarekler Yurdu denilsin, ne denilirse denilsin o mana değişmez. Başka yerlerde, Genç Yurdu ve Türklük Meclisi, Teceddüd Mahfeli gibi isim ve ünvanlarla bulunan heyetler, başka şekillerde zararsız bir surette bulunabilirler.
Fakat bu köyde madem sekiz senedir ki, sırf esasat-ı imaniye, usûl-ü hakaik-i diniye ile meşgulüz. Elbette bu köyde bize karşı muannidane bir heyetin takib edeceği esas, imansızlığa ve usûl-ü diniyeye muhalif, hattâ zındıka hesabına bir hareket yerine girer. Bilinsin bilinmesin netice öyle çıkar. Çünki bu havalide umumca tebeyyün etmiş ki, siyaset cereyanlarıyla alâkadar değilim, belki yalnız hakaik-i diniye ile meşgulüz. Şimdi burada birisi bize muhalif hareket etse, hükûmet hesabına olamaz; çünki mesleğimiz siyasî değil. Hem yeni bid'alar hesabına da olamaz, çünki hakikî meşgalemiz, esasat-ı imaniye ve Kur'aniyedir.
Hem resmî Diyanet Dairesinin emirleri hesabına dahi değil. Çünki emirlerini tenkid ve muhalefet meşgalesi bizi kudsî hizmetimizden men'ettiği için, o meşgaleyi başkasına bırakıp onunla meşgul olmuyoruz. Mümkün olduğu kadar o emirlere karşı temas ettirmemeye çalışıyoruz.
Öyle ise, sekiz sene bu cereyan-ı imanî merkezi olan bu köyde, bize karşı muhalefetkârane ve mütecavizane vaziyet alan, ne nam verilirse verilsin, muhalefeti zındıka hesabına ve imansızlık namına kaydedilecek.
İşte sizin ilminize ve makam-ı içtimaînize ve mensab-ı fetvanıza ve bu havalideki nüfuzunuza ve evlâd hakkındaki müfrit şefkatinizden gelen teşvikkârane muavenetinize istinad ederek; burada hem beni, hem seni pek ciddî alâkadar edecek bir vaziyet vücuda geliyor.
Ben kendim burada muvakkatım, ıslahına da mükellef değilim, belki bir derece mes'uliyetten kurtulabilirim. Fakat zâtınız hem sebeb, hem nokta-i istinad olduğunuzdan, o vaziyetten gelen müdhiş meyveler defter-i a'malinize geçmemek için, her şeyden evvel bu vaziyeti ıslah etmelisiniz veyahut oğlunu buradan çek. O daimî senin manevî zararına günah işleyecek tezgâhı tebdil etmeye çalış. Zâtınıza bu tezgâhın mahsulâtından nümune olarak sizin hesabınıza, bana muhalif suretinde gelen yalnız iki küçük nümuneyi göstereceğim:
Birincisi: Beni haddimden çok fazla hüsn-ü zanda bulunan ve harekâtımı herkesten ziyade hak telakki eden bir ehl-i ilim, sana itimaden oğlunuza meslekçe dostluk etmiş. O adam bir gün yanıma geldi. Hususî odamda namazımı kılmak vakti geldi. Benimle beraber cemaatle kılmak onun yanında çok ehemmiyetli olduğu halde, gizli Ezan-ı Muhammedîyi (A.S.M.) işitmekten kulağı müteneffirane, havftan gelen istikrah ile, kalktı kaçtı. Bu işe sen fetva ver. Fahr-i Âlemin (A.S.M.) en nuranî, leziz, kudsî kelimatını işitmekten kaçan bir kulağın altında olan kalbde bulunan iman, ne hale girdiğini sen söyle!
Bu böyle olsa, başka cahil yahut gençler, o meslekte nasıl boya alırlar, kıyas ediniz. Benimle beraber bu işe ağlayınız.
İkincisi: Bir dostum var idi, takvası ifrat derecesinde idi. Benim yanıma geldiği vakit, âhirete ait en güzel parçaları bana gösteriyordu ve ihtar ediyordu. Zâtınız onu bir derece benden soğutmak ve senin oğluna dost yapmak suretinde onunla konuşmuşsunuz.
İşte o zât, o telkinattan sonra geçen Ramazanda bir gün, bana Hülâgu ve Cengiz vakıalarını okutmak için gösterdi. "Aman bunları oku" dedi. Ben kemal-i taaccüb ve hayretten dedim: "Kardeşim sen divane mi oldun? Benim Delail-i Hayrat'ı okumağa vaktim yok. Böyle zalemelerin sergüzeşt-i zalimanelerini, bu Ramazan-ı Şerif'te bana okutmak hissini nereden kaptın" dedim. Haftada iki defa yanıma gelen o has dostumu, iki ayda bir defa daha göremedim. Fakat hakkında inayet vardı, o halden kurtuldu.
Her ne ise... Bu nev'den olan elîm hâdiseler çoktur. Hakikatlı bir kardeşimin neseben kardeşi olduğunuzdan haşinane değil, mülayimane bir surette olan bu dertleşmekten gücenmeyiniz.
Said Nursî
(Haşiye): Hiç kimseye söylemediğim, hattâ düşünmesini de istemediğim, Kur'anî hizmetimize zarar veren bir haleti söyleyeceğim: Zâtınız bir zaman bize dost göründüğünüzden, senin oğlun talebe gibi yanıma geliyordu. Ciddî istifadeye çalışıyordu. Değil bana sıkıntı vermek, belki ihtar etmesi, ciddî telakki ediyordu. Vaktaki zâtınız bana karşı rakibane bir vaziyet aldınız, oğlunuz da o vaziyetin tesiriyle öyle bir şekle girdi ki, en muti' talebeden, en merhametsiz bir düşman vaziyetine geldi. O zamandan beri çektiğim sıkıntıların ve hizmet-i Kur'aniyemize gelen zararların kısm-ı a'zamı, oğlunuzun yüzünden ve senin o rakibane vaziyetinden geldiğine şübhe kalmadı. Senin nüfuzun ve şerefin olmasa idi, oğlun böyle şeylere müdahale edemezdi.
Her ne ise... Sizi bütün bütün gücendirmemek için kısa kesiyorum. Kardeşim Hakkı Efendi'nin hatırı için ben hakkımı helâl ederim. Fakat bizi istihdam eden ve hizmetine kabul eden Kur'an-ı Hakîm'in darbesinden korkmalı, belki o helâl etmez.