Said Nursi’nin 1960'ta yaşadığı 28 Şubat

28 Şubat 1960 tarihinde Bediüzzaman'a karşı gösterilen zalim tutumun bir örneği daha sergilenmişti

Ahmet Bilgi'nin haberi:

RİSALEHABER-Bugün 28 Şubat sürecinin yıldönümü. 28 Şubat mimlenmiş bir gün. Masum insanlara, özellikle de dindar insanlara haksız yere zulümlerin yapılmaya başlandığı kara bir gün.

Geçmişte aynı tarih, Bediüzzaman Hazretlerinin hayatında da yer almıştı. Baskı, tecrid ve hapishane Bediüzzaman Hazretlerinin hayatının ayrılmaz bir parçasıydı. Adeta hayatının tamamı bir 28 Şubat'tı.

53 yıl önceki 28 Şubat’ta, yani 28 Şubat 1960 tarihinde Bediüzzaman'a karşı gösterilen zalim tutumun bir örneği daha sergilenmişti. Bediüzzaman, buna karşılık hakkını müdafaa etmiş ve bir mektup yayınlamıştı.

28 Şubat 1960 tarihli Vatan Gazetesi ise mektubu çarpıtarak yayınlamıştı. İşte o haber ve mektubun orjinali:

“Nurcu Said’in evi kordon altında”
“Nurcu başı, kaymakamlara gönderdiği mektubunda ‘İntikam alabilirim’ diyor.

“Özel muhabirimizden

“İzmir 27 – İsparta’daki karargâhı polis kordonu altına alınan ve dışarı çıkmasına hükümetin direktifi ile emniyet mensupları tarafından müsaade olunmayan Şeyh Saidi Nursi’nin bir süreden beri bahsedilmeyen ismini umumi efkâra duyurmak için yeni bir taktiğe başvurulmuştur.
 
“Bizzat Saidi Nursi tarafından bütün kaymakamlıklara gönderilmiş olan ve teksir makinesi ile çoğaltılan Nurcubaşının kaleme aldığı işbu mektubun bazı ileri gelen Nurculara da postalandığı öğrenilmiştir.

“Üstad diyor ki” başlığını taşıyan bu arada eski yazılarla da aynı cümlenin en üstte yer aldığı matbu mektubun muhtelif pasajları arasında eski yazı ile çeşitli ayetler de bulunmaktadır. Kıyafetini tenkid edenlere karşı şiddetle hücum eden Saidi Kürdi muhtelif mahkemelere girip beraet ettiğini bildirmekte bu arada 5 jandarma tarafından bir dağ başında önü kesilerek başındaki serpuş ve üzerindeki acaip kıyafetinden dolayı karakola götürülmek istendiğini tenkitle DP milletvekillerinin methiyelerini yapmaktadır. Mektubun sonunda daha ziyade CHP’yi hedef tutan Şeyh Saidi Nursi şu tehditkâr ifadeyi kullanmaktadır:

“Bir günde 28 senelik zalim düşmanlarımdan intikamımı alabilirim. Onun içindir ki asayişi masumların hatırı için muhafaza yolunda haysiyetimi, şerefimi tahkir edenlere karşı müdafaa etmiyor ve diyorum ki, ben değil dünyevi hayatı, lazım olan ahiret hayatımı da milleti İslamiye hesabına feda edeceğim. İmza: Saidi Nursi”

“İki buçuk sayfa halindeki bu mektup, kaymakamlıklar tarafından derhal emniyet makamlarına tevdi edilmiştir.

“Saidi Nursi’nin even çıkmasına izin verilmemesi üzerine Nurcubaşı Başbakan, İçişleri Bakanı ve bazı milletvekillerine birer yıldırım telgrafı çekerek kendisinin sürgün, mahkûm, mevkuf ve emniyet nezareti altında bulunmadığını anayasanın vatandaşlara bahşettiği haklarda faydalandırmasını talep etmiştir.”

MEKTUBUN ORJİNALİ

Emirdağ Lahikasında yer alan mektubun orjinali şöyle:

(Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî, Samsun’da münteşir Büyük Cihad gazetesinde neşrolup orada muhakemesi görülen bu müdafaayı İstanbul mahkemesinde okumuş ve mahkeme beraatle nihayet bulmuştur.)

Gizli düşmanlarımız bu Ramazan-ı Şerifte, tekrar adliyeyi benim aleyhime sevk ettiler. Mesele de bir gizli komünist komitesiyle alâkadardır.

Birisi, bütün bütün kanun hilâfına olarak, beni tek başımla ve yalnız olarak kırda ve dağda otururken, üç silâhlı jandarma ile bir başçavuş yanıma gönderdiler. “Sen başına şapka giymiyorsun” diye zorla beni karakola getirdiler. Ben de, adaleti hedef tutan bütün adliyelere söylüyorum ki:

Böyle beş vecihle kanunsuzluk edip, kanun namına beş vecihle İslâm kanunlarını kıran adam, hakikî kanunsuzlukla ittiham edilmek lâzım gelirken, onların o acip kanunsuzluğu ve bahanesiyle iki seneden beri vicdanî azap verdiklerinden, elbette mahkeme-i kübrâ-yı haşirde bunun cezasını çekeceklerdir.

Evet, otuz beş senedir münzevî olduğu halde hiç çarşı ve kasabalarda gezmeyen bir adamı, “Sen frenk serpuşunu giymiyorsun” diye ittiham etmeye dünyada hangi kanun müsaade eder? Yirmi sekiz senedenberi beş vilâyet ve beş mahkeme ve beş vilâyetin zabıtaları onun başına ilişmedikleri halde hususan bu defa İstanbul mahkeme-i âdilesinde yüzden ziyade polislerin gözleri önünde, hem iki ayda yaya olarak her yeri gezdiği halde, hiçbir polis ilişmediği ve Mahkeme-i Temyiz “Bere yasak değil” diye karar verdiği, hem bütün kadınlar ve başı açık gezenler ve bütün askerî neferler ve vazifedar memurlar giymeye mecbur olmadıklarından ve giymesinde hiçbir maslahat bulunmadığından ve benim resmî bir vazifem olmadığından—ki resmî bir libastır—bereyi giyenler de mes’ul olmazlar denildiği halde, hususan münzevî ve insanlar arasına girmeyen ve Ramazan-ı Şerifin içinde böyle hilâf-ı kanun en çirkin birşeyle ruhunu meşgul etmemek ve dünyayı hatırına getirmemek için has dostlarıyla dahi görüşmeyen, hattâ şiddetli hasta olduğu halde, ruhu ve kalbi vücuduyla meşgul olmamak için ilâçları almayan ve hekimleri çağırmayan bir adama şapka giydirmek, ecnebî papazlara benzetmek için ona teklif etmek ve adliye eliyle tehdit etmek, elbette zerre kadar vicdanı olan bundan nefret eder.

Meselâ, ona teklif eden demiş: “Ben emir kuluyum.” Cebr-i keyfî kanun ile emir olur mu ki, emir kuluyum desin? Evet, Kur’ân-ı Hakîmde, Yahudi ve Nasranîlere başta benzememek için ona dair âyet olduğu gibi, يَاۤ اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا اَطِيعُوا اللهَ وَاَطِيعُوا الرَّسُولَ وَاُولِى اْلاَمْرِ مِنْكُمْ âyeti ulü’l-emre itaati emreder. Allah ve Resulünün itaatine zıt olmamak şartıyla, o itaatın emir kuluyum diye hareket edebilir. Halbuki bu meselede, an’ane-i İslâmiye kanunları, hastalara şefkatle incitmemek, gariplere şefkat edip incitmemek, Allah için Kur’ân ve ilm-i imanîye hizmet edenlere zahmet vermemek ve incitmemek emrettiği halde, hususan münzevî, dünyayı terk etmiş bir adama ecnebî papazlarının serpuşunu teklif etmek on vecihle değil, yüz vecihle kanuna muhalif ve İslâmın an’anevî kanunlarına karşı bir kanunsuzluktur ve keyfî bir emir hesabına o kudsî kanunları kırmaktır.

Benim gibi kabir kapısında, gayet hasta, gayet ihtiyar, garip, fakir, münzevî, Sünnet-i Seniyeye muhalefet etmemek için otuz beş seneden beri dünyayı terk eden bir adama bu tarz muameleler, kat’iyen şek ve şüphe bırakmadı ki, komünist perdesi altında anarşilik hesabına vatan ve millet ve İslâmiyet ve din aleyhinde müthiş bir suikast eseri olduğu gibi, İslâmiyete ve vatana hizmete niyet eden ve müthiş haricî tahribata karşı cephe alan dindar mebuslar ve Demokratlara dahi büyük bir suikasttır. Dindar mebuslar dikkat etsinler, bu dehşetli suikaste karşı müdafaada beni yalnız bırakmasınlar.

Hâşiye: Rusun Başkumandanı kasten önünden üç defa geçtiği halde ayağa kalkmayan ve tenezzül etmeyen ve onun idam tehdidine karşı izzet-i İslâmiyeyi muhafaza için ona başını eğmeyen; İstanbul’u istilâ eden İngiliz Başkumandanına ve onun vasıtasıyla fetva verenlere karşı, İslâmiyet şerefi için, idam tehdidine beş para ehemmiyet vermeyen ve “Tükürün zâlimlerin o hayâsız yüzüne!” cümlesiyle ve matbuat lisanıyla karşılayan; ve Mustafa Kemal’in elli mebus içinde hiddetine ehemmiyet vermeyip, “Namaz kılmayan haindir” diyen; ve Divan-ı Harb-i Örfî’nin dehşetli suallerine karşı, “Şeriatın tek bir meselesine ruhumu feda etmeye hazırım” deyip dalkavukluk etmeyen; ve yirmi sekiz sene, gâvurlara benzememek için inzivayı ihtiyar eden bir İslâm fedaisi ve hakikat-ı Kur’âniyenin fedakâr hizmetkârına maslahatsız, kanunsuz denilse ki, “Sen Yahudi ve Hıristiyan papazlarına benzeyeceksin, onlar gibi başına şapka giyeceksin, bütün İslâm ulemasının icmaına muhalefet edeceksin; yoksa ceza vereceğiz” denilse, elbette öyle herşeyini hakikat-i Kur’âniyeye feda eden bir adam, değil dünyevî hapis veya ceza ve işkence, belki parça parça bıçakla kesilse, Cehenneme de atılsa, kat’iyen; yüz ruhu da olsa, bütün tarihçe-i hayatının şehadetiyle, feda edecek...

Acaba, bu vatan ve dinin gizli düşmanlarının bu eşedd-i zulm-ü nemrudanelerine karşı, manevî pek çok kuvveti bulunan bu fedakârın tahammülü ve maddî kuvvetle ve menfî cihette mukabele etmemesinin hikmeti nedir?

İşte bunu size ve umum ehl-i vicdana ilân ediyorum ki, yüzde on zındık dinsizin yüzünden doksan mâsuma zarar gelmemek için, bütün kuvvetiyle dahildeki emniyet ve âsâyişi muhafaza etmek için, Nur dersleriyle herkesin kalbine bir yasakçı bırakmak için Kur’ân-ı Hakîm ona o dersi vermiş. Yoksa bir günde, yirmi sekiz senelik zâlim düşmanlarımdan intikamımı alabilirim. Onun içindir ki, âsâyişi mâsumların hatırı için muhafaza yolunda haysiyetini, şerefini tahkir edenlere karşı müdafaa etmiyor ve diyor ki: “Ben, değil dünyevî hayatı, lüzum olsa âhiret hayatımı da millet-i İslâmiye hesabına feda edeceğim.”

Said Nursî

Özel Haberleri