Bediüzzamanın gerek eski Said döneminde yazmış olduğu makalelerde, irat etmiş olduğu nutuklarda ve gerekse yeni Said dönemindeki konuşmalarında, kaynağını İslamda bulan adaletçi, hürriyetçi, katılımcı, eşitliğe vurgu yapan bir söylem geliştirdiğini anlamaktayız. İşte bu söylem ve anlayışa sahip olmasındandır ki, yaşadığı dönemlerde (mutlakiyet, meşrutiyet, cumhuriyet) yönetimlerin uyguladıkları rejimin adı ne olursa olsun özgürlüğü, çoğulculuğu, adaleti ve eşitliği savunmuş ve bu düşüncelerden asla taviz vermemiştir. Nursi, alim ve aydın olmanın ahlakına yakışır tavrından asla taviz vermemiş olması başta takipçileri ve diğer aydın insanların gözardı etmemesi gereken özelliklerinden biri olduğu düşüncesindeyim.
Said Nursînin Sultan Abdulhamide karşı İttihatçıları, İttihatçılara karşı Ahrar Fırkasını, CHPye karşı Demokrat Partiyi desteklemesinde hep aynı mantık vardır. Yani özgürlük, adalet ve eşitliği savunan ve bunları uygulanabilir kılmak isteyen kişi ve grupların din, ırk ve kutsallarına bakmaksızın bazen pasif bazen aktif bir şekilde desteklemiştir.
Said Nursî, Kuranın üzerinde durduğu dört temel unsur olan Tevhid, Nübüvvet, Haşır, Adalet ve İbadet tespitini yaptıktan sonra adalet ve ibadetin birbirinden ayırt etmeden zikretmesi ilginçtir. Müminin hayatını icra ederken yapmış olduğu hareketi meşru dairede olması halinde ibadet, gayr-ı meşru dairede icra edilmesi halinde ibadet olmayacağını İslam müçtehitleri zikretmektedir. Buradan şöyle bir sonuç çıkarmak mümkün olabilir kanaatindeyim. Mesela, ibadette adalet esastır. Adalet gözetilmeden yapılan ibadet, bir anlam ifade etmez. Buradan kastedilen ibadet hayatın tamamını kuşatan davranış ve tutumlar anlaşılmalıdır. İbadeti namaz ve oruçla sınırlandıran bir anlayış İslama karşı en büyük cinayeti işlemiş olacağı kanaatindeyim. Zira Nursinin din ile hayatı birbirinden tefrik edenler bir cinayeti azime işlemiştir sözü bu tezimiz destekler mahiyettedir. Yani Allaha ve Resulüne iman ettiğini iddia eden bir kişi adaletsiz olamayacağı gibi bireyin temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayan, işkenceyi meşru gören anlayışlara asla taraf olunmaması gerçeği ortaya çıkmaktadır. En azından Nursinin hayat hikayesinde bu dersi çıkartmak mümkündür.
Adalet kavramına sosyal bilimcilerin bir kısmı denkleştirici adalet ve dağıtıcı adalet diğer bir kısmı hukuk dışı adalet ve hukuksal adalet şeklinde bir izah getirmişse de, Said Nursînin adalet-i izafiye ve adalet-i mahz tanımlaması ile adalet kavramına farklı bir açılım getirdiğini görmekteyiz. O; saadet-i beşeriye dünyada adalet ile olabilir. Adalet ise doğrudan doğruya Kuranın gösterdiği yol ile olabilir demektedir.
Bediüzzaman Said Nursî Kim, haksız yere bir cana kıymamış ve yeryüzünde bozgunculuk yapmamış birini öldürürse bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de birini öldürmeyip hayatta bırakırsa, bütün insanları ihya etmiş gibidir ayetini tefsir ederken bu ayet haktır, akla münafi olamaz. Hakikattir; mücazefe (aldatma), mübalağa içinde bulunamaz. Halbuki zahiri düşündürür dedikten sonra bu ayet, adalet-i mahzanın en büyük düsturunu vazediyor tespitiyle Kuranın emrettiği adaletin, adalet-i mahz olduğu tespitini yapmıştır.
Bediüzzaman Said Nursî, Hiçbir günahkar, başka bir günahkarın günahını yüklenmez ayetinin adalet-i mahzayı ifade eden bir ayet olduğunu ve bundan dolayı bir insanın, bir kötü sıfatı yüzünden diğer masum sıfatlarını mahkum etmenin hadsiz bir zulüm olduğu tespitini yaparak bu gün uluslararası hukukun henüz ulaşamadığı bir ilkeyi ortaya koymuştur. Yani suç ve cezada şahsilik ilkesi yerine sıfatın şuçluluğu ilkesi getirerek Kurandaki evrensel adalet anlayışını ortaya koymuştur.