Dünyaya büyük bir buhran yaşatacak savaşın ayak seslerinin duyulduğu 1910 yılının güz ayları. Bediüzzaman Said Nursî İslâm dünyasının, özellikle de Doğu Anadolu'nun sıkıntılarını önceden tespit edip sorunların çözümü için projeler geliştirir. Üstad, ortaya koyduğu reçetenin hayata geçirilmesi için İstanbul'un yolunu tutar. Üst mevkiden insanlarla görüşür, fikirlerini anlatır. Ama onu anlayamazlar. Önce tımarhanede, sonra da idamla yargılandığı mahkeme salonlarında bulur kendini. Beraatını alınca Doğu Anadolu'nun sarp dağlarında halkın arasına karışır. Onların sorunlarını dinler, çözüm yollarını gösterir. 1911 yılının bahar aylarında hac vazifesini yerine getirmek amacıyla Diyarbakır, Urfa, Kilis üzerinden Şam'a gider. Tecrübe ve birikimlerini oradaki âlimlerle paylaşır. Bir cuma vakti âlimlerin ısrarı ile Emeviye Camii'nde, önünde 100 âlim ve 10 bin kişilik cemaate hutbe irad eder. İslâm dünyasının içerisinde bulunduğu duruma değinir önce. Derin yaraları gösterirken, dertlerin tedavi çarelerini teşvik edici ve umut verici üslupla haykırır minberden. Daha sonra 'Hutbe-i Şamiye' olarak kitap haline gelecek bu konuşmasında bütün Müslümanlara, hatta insanlığa bir hitapta bulunur. Bu aynı zamanda onun, on üçüncü asrın minaresinden camiye davet ettiği insanlığa, yüzyılın başında okuduğu bir hutbe özelliği taşır.
Bediüzzaman'ın yüz yıl önce seslendirdiği hakikatler, ağır buhran yaşayan insanlık için bugün de geçerliliğini koruyor. Mezhep kavgaları sebebiyle aynı dinden insanların birbirlerini öldürdüğü, iktidarlarını korumak isteyen diktatör liderler tarafından insanların sokak ortasında katledildiği, fitne ve fesadın kol gezdiği İslâm dünyasının bugünkü hali de bu hakikatlere ne kadar ihtiyaç duyulduğunun göstergesi aslında. Bundan olsa gerek Üstad'ın fikirleri, birçok sempozyum, konferans ve bilimsel çalışmalara konu ediliyor.
Son olarak 4 Şubat'ta Ankara Kızılcahamam'da ‘Hutbe-i Şamiye Ekseninde İslam Birliği ve Küresel Barış Konferansı'nda onun günümüze ışık tutan düşünceleri ele alındı. Risale Akademi ve Akademik Araştırmalar Vakfı'nın, Asya Termal Tesisleri'nde düzenlediği programda ‘İttihad-ı İslam'ın Önündeki Engeller', ‘Küresel Barışı Sağlamak Mümkün Müdür?', ‘İslâm Kardeşliğinin Temelleri', ‘İslâm Dünyasında Muhabbet', ‘Küresel Barışın Temel Dayanakları' gibi konular, Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Prof. Dr. Servet Armağan, Prof. Dr. Nusret Şekerdağ, Prof. Dr. Mehmet Aybak gibi önemli isimlerce masaya yatırıldı. Bediüzzaman'ın hayattaki talebelerinden Abdülkadir Badıllı, Salih Özcan da ilerleyen yaşlarına rağmen konferansın onur konukları arasındaydı. Badıllı ve Özcan, ilgi ile konuşmaları takip edip engin bilgilerini paylaşmaktan geri durmadılar.
Açılış konuşmasını yapanlar arasında Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez de vardı. Görmez, 35 yaşında genç bir âlimin irad ettiği hutbenin aradan 100 sene geçmesine rağmen her satırı, her kelimesiyle önemini korumasının önemini vurgulayarak başladığı konuşmasında önemli tespitlerde bulundu: “Bizim kütüphanelerimizde 'geri kalış edebiyatı' diyebileceğimiz bir edebiyatımız var. ‘Batı neden ilerledi, doğu neden geri kaldı?' konusunda İslâm bilginleri birçok kitap yazdı. Bu kitaplarda göze çarpan en büyük hastalık, aşağılık kompleksi ve umutsuzluktur. Oysa Hutbe-i Şamiye'de âli bir himmet ve bir müminde olabilecek en yüksek öz güven var. ‘Müjdeler olsun Ey Müslüman âlemi' hitabı önemli bir sesleniştir. Çarenin de dışarıda değil, içeride olduğunu göstermesi ayrı bir değer taşıyor.”
MÜSLÜMANLARI GERİDE BIRAKAN ALTI HASTALIK
Konferansta gündeme gelen en kilit sorulardan biri soru şuydu: “Teorik temelleri itibariyle mükemmel bir medeniyet olan İslâm'ın müntesipleri Müslümanlar, muasır medenî devletlerden niçin geri kaldı? Bunun terakkileri nasıl mümkün olacak?”
Atatürk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Halim Ulaş, Bediüzzaman'ın Hutbe-i Şamiye'de ortaya koyduğu Müslümanların geri kalmalarının sebeplerini ve çözüm yollarını şöyle özetliyor:
“Birincisi: Ye'sin, ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi.
Çaresi: el-Emel, yani rahmet-i İlâhiyeye kuvvetli ümit beslemek.
İkincisi: Sıdk'ın hayat-ı içtimâîye-i siyasîde ölmesi.
Çaresi: Sıdkın içimizde yeniden diriltilmesi.
Üçüncüsü: Adâvete muhabbet.
Çaresi: Muhabbete en layık şey muhabbettir. Adavet etmek isteyen, içindeki adavete adavet etmelidir.
Dördüncüsü: Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî bağları bilmemek.
Çaresi: Müslümanların hayat-ı içtimâiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı meşveret-i şer'iyyeye hayatiyet kazandırmak.
Beşincisi: Çeşit çeşit sâri (bulaşıcı) hastalıklar gibi intişar eden istibdad.
Çaresi: Toplumsal hayatta, hürriyet-i şer'iyyenin inkişafını sağlamak.
Altıncısı: Menfaat-ı şahsiyesine himmeti hasretmek.
Çaresi: Himmeti âli tutmaktır. Bir adamın, kıymeti, himmeti nispetindedir. 'Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başına küçük bir millettir' fikrini, ehl-i imanın benimsemesini sağlamak.”
Üstad Hazretleri, altı hastalığı saydıktan sonra meşveret (istişare), hürriyet ve ittihad kavramları üzerinde de duruyor. Meşveret ve şurayı, sadece kişiler arasında değil, ülke ve kıtalar boyutunda ele alırken, Âlem-i İslâm'ın ayaklarına dolanmış olan prangaların, diyalogla çözüleceğini ifade ediyor: “Asya kıt'asının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı, şûradır. Yani nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt'alar dahi o şûrayı yapmaları lâzımdır ki, üç yüz, belki dört yüz milyon İslâm'ın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer'iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüt eden hürriyet-i şer'iyedir.”
Üstad, İslâmî ölçü ve sınırlar içinde kalmak şartıyla, hürriyete çok büyük önem veriyor. İnsanlığın, hürriyet sayesinde istibdatla (baskı) düşünce sistemine vurulmuş zincirleri kırıp, terakki yeteneğini yeniden kazanarak birçok din ve bilim adamını geri bırakacak bir genişliğe ulaşacağına inanıyor. Ona göre İslâm toplumlarının geleceği ise tevhid ve vahdette saklı. Buradan hareketle yeryüzüne dağılmış tüm İslâm toplumlarına şöyle çağrıda bulunuyor: “Hikmet ezel ufkundan kaderin parmağını kaldırmış, size emrediyor ki: Tefrika ile her tarafa dağılarak kuruyan ve buharlaşan su gibi, katre katre zayi' olan hamiyet ve kuvvetinizi İslâmiyet milliyeti ile birleştiriniz İslâm'ın haşmet ve şevket güneşini cemahir-i müttefika-i İslâmiyenin (Birleşik İslâm Cumhuriyetleri) tarzında tahakkuk ettirip koruyunuz.”
Hutbe-i Şamiye, İslâm dünyası için birlik, beraberlik ve gelişmenin yollarını gösterirken büyük bir duayı da dua hazinesine kazandırdı. Bu dua hem konferansa katılanların hem de İslâm dünyasını eski parlak günlerine döndürmek için çabalayanların dillerinde dolanmaya devam ediyor: “Yaşasın sıdk! Ölsün yeis! Muhabbet devam etsin! Şûrâ kuvvet bulsun! Bütün levm ve itâb ve nefret, hevâ, hevese tâbi olanlara olsun. Selâm ve selâmet, hüdâya tâbi olanlar üstüne olsun. Âmin.”