Faruk Çakır’ın röportajı:
Bir vesile ile Türkiye’ye gelen Ekvador İslâm Merkezi Başkanı Yahya Juan Suquillo ile İstanbul’da görüştük. Fatih, Reşadiye Otel’de gerçekleşen sohbete Kültürlerarası Köprü Derneği (İCBA) Sekreteri Zübeyir Tercan ve Risale-i Nur Enstitüsü Yurtdışı Hizmetler Koordinatörü Furkan Demir de katıldı.
Yahya Bey, sizi ve Ekvador’u tanımak istiyoruz?
Burada sizinle birlikte İstanbul’da olmaktan çok mutluyum. Ekvador, Güney Amerika’da nisbeten küçük bir devlet. Ekvador’un Kuzeyinde Kolombiya, doğu ve güneyinde Peru, batısında ise Büyük Okyanus yer alıyor. 550 milyon İspanyolca konuşan insanız Latin Amerika’da. Bizim dilimiz, İspanyolca. Dünyada, Çince’den sonra en yaygın ikinci dildir. Yani İngilizce’den daha fazla. Bu bölgede Brezilya hariç 18 ülke bu dili konuşuyor ve ‘birlik’ halinde yaşıyor. Tüm Latin Amerika’da yüzde 1 oranında Müslüman var, Arjantin’de ise yüzde 4 oranında Müslüman var.
Normalde Latin Amerika’daki insanlar İslâmı çok çok az bilirler. Ama 11 Eylül hadisesinden sonra insanların ilgisi daha da arttı. İlgi arttı, ama İslâmiyetle ilgili bilgiler halen çok az ve yetersiz. Dolayısı ile Latin Amerika’da İslâm, daha çok ilk yıllarında. İnsanlar yeni yeni İslâmı duyuyor, merak ediyor ve öğrenmeye çalışıyor. Tam olgunluğuna henüz ulaşmış değil. Daha çok Arjantin ve Brezilya’da Müslümanlar var. İki yıl önce yapılan bir çalışma, tüm Güney Amerika kıtasında 6 milyon Müslüman olduğunu ortaya koymuş. Sadece Amerika’da 10 milyon Müslüman olduğu düşünülürse, Latin Amerika’daki sayının az olduğu görülür.
Peki, Ekvador’da ne kadar Müslüman var?
3 ya da 4 bin kadar Müslüman var Ekvador’da. Pakistan, Endonezya, Bangladeş ve değişik ülke kökenli Müslümanlar olduğu gibi, benim gibi Ekvador’da doğmuş Müslümanlar da var.
Sizin İslâmla tanışmanız ve ona teslim olmanız nasıl oldu?
1980’li yılların başında Ekvador ile Peru büyük bir savaş yaptılar. 26 yıl önce benim Katolik bir Hıristiyanken, Müslüman oluşumun hikâyesi var burada. (Bunu söylerken, bir DVD’yi bize takdim ediyor.) Ekvador ile Peru arasındaki büyük savaşta ben de ön saflarda savaşan bir “üsteğmen” idim. Bir roket geldi ve hem kolumu yaraladı hem de her tarafım kanlar içinde kaldı.
Ben o halde yerde uzanmış yatarken, öleceğimi düşündüm ve “Bu halimle ‘Tanrı’nın huzuruna gitmeye hazır değilim” diye korktum. Ölüme çok yakındım, her tarafım yara içindeydi. Ama ben bir Yaratıcıyı düşünüyor ve onun huzuruna böyle gitmek istemiyordum, çünkü hazır değildim. Ölmek üzere orada yatarken, bilincimi kaybetmeye başladım. O an anladım ki ‘Yaratıcı’ ile karşılaşmaya hazır değilim. Savaş alanında böylece yatarken bunları düşündüm.
Katolik Hıristiyan bir kişi olarak, kafamdaki soruların cevabını bulamamıştım. Ölüme çok yakın olduğum o anda, daha önce ve o anda hiç bir zaman “üçlü teslis” inancına inanmadım. O anda bile “Allah’ım beni cehennemden koru, cennetine al” diye yalvardım.
Bir aya yakın bir zaman hastanede tedavi gördüm. Hastaneden ayrılırken şunu düşündüm: Ölüm bir gerçek ve ben bununla mutlaka er ya da geç karşılaşacağım. ‘Ölümle bir dahaki karşılaşmamda hazırlıksız yakalanmak istemiyorum’ diye karar verdim. Ölüme hazır olmalıydım. Allah’ın (cc) huzuruna mutlu bir şekilde çıkabilmeliydim. Savaştan sonra ben ülkem Peru’da savaş kahramanı ilan edildim. Ama yüksek seviyeli bir general olma ihtimalim olmadığından orduda daha fazla kalmadım ve ordudan ayrılmak istedim. Ordudan ayrılıp Amerika’ya gittim. Amerika’da da ruhumu tatmin edecek bir ‘din, inanç’ arayışındaydım. Bu ruhî yolculuğum esnasında Hristiyanlığın iki bin ‘sekt’ini yani iki bin kadar alt gruplarını ve bunların inanışlarını inceledim. Ama bunların hiç biri beni tatmin etmedi. Üniversitede okumak niyetiyle Amerika’ya gitmiştim. Bu araştırmam devam ederken bir süre sonra Hristiyanlıktan daha iyi bir din bulamayacağıma karar verdim. Fakat üniversitedeki sınıf arkadaşlarımdan birinin, ki ismi İbrahim’di, İslâm hakkında yaptığı bir konuşma aklıma geldi. Arap asıllı bu arkadaşıma tekrar gidip, “Lütfen bana ‘Tanrı’ inancınızın konseptini anlatın. Size göre kaç tane ‘Tanrı’ var?” diye sordum. O bir an için nefesini tuttu ve dedi ki, “Tek bir ‘Tanrı’ var, tek bir Allah var!”
Arkadaşımın bana bahsettiği bu inanç, bana, benim temel düşüncelerime uyuyordu, çünkü ben hiç bir zaman ‘teslis/üç ilah’ inancına inanmamıştım, benimseyememiştim. Hatta savaş alanında bile böyle düşünmüştüm.
Arkadaşıma, “Beni sizin kilisenize götürür müsün” dedim. O da, “Bizde kilise yok, cami var” dedi. “Her neresiyse beni oraya götür” dedim ve bir Cuma günü camiye gittik. Girişte ayakkabılarımızı çıkardık. Bu bana temizliği hatırlattı. İçeri girdikten sonra erkekler ve kadınlar farklı bölümlere ayrıldı, bu da bana ‘huzur’u hatırlattı. Sonra imam en önde, arkasında insanlar saf tutmuş. Sanki öndeki bir komutan ve arkadakiler de ona uyan asker gibi.
Ekvador’da yaşayan insanların İslâma yönelişi nasıl?
Biz Ekvador’da İslâmı tanımaya ve yaşamaya başladığımızda ilk başta 10 kişi kadardık. Şimdi 4 bine yakın Müslüman var. Gittikçe çoğalıyoruz. Ben şu an Ekvador’un başkenti Quito’da oturuyorum ve evimin altını İslâmın tanıtılması çalışmalarına ayırdım. Şu anda yaptığımız şeyler basit işler aslında. Cuma namazlarını kılmak, çocukları sünnet ettirmek, Müslüman olmak isteyenlere yardım etmek, evlenmek isteyenlere yardımcı olmak, cenaze olunca onları defnetmek. Hükumetle ilgili bir temsil durumu olursa ona muhatap olmak, konuşmalar yapmak, İslâmı anlatmak gibi çalışmalar yapıyoruz.
Ekvador’da kaç tane caminiz var?
Şu anda iki camimiz var. Müslümanların çoğunluğu yani 2 bin kadarı başkentte, ama her şehirde az da olsa Müslüman var. 500 tane başörtülü öğrenciden biri de benim kızım. Hakikaten bizim imkânlarımız çok sınırlı. Bu açıdan bütün Müslümanların İslâmı tanıtma çalışmalarına hız vermesi lazım. Ekvador’da biz, daha işin başındayız.
Ekvador’da şu anda İslâmi bir eğitim, İslâmi bir ortam yok. Bizim merkezimizde çocuklara bir şekilde bazı temel konuları öğretmeye çalışıyoruz, ama yeterli olmuyor. Çocuklar büyüdükçe, onlara verdiğimiz bilgiler, İslâmi eğitim yetmiyor. Çünkü İslâmî bir çevre oluşabilmiş değil.
Türkiye’yi nasıl buldunuz?
Türkiye’ye 3. defa geldim. Daha önce de “Mavi Marmara” gemisi sebebiyle, görüşlerimi beyan etmek için gelmiştim. Latin Amerika’dan temsilci olarak gelmiştim. Şimdi de, kızımın üniversite ve dil eğitimi işlerini ayarlamak niyetiyle geldim.
Bu gelişlerimde, biz Türkiye’yi bulunduğu jeopolitik konumu itibarıyla sağlam bir yerde görüyoruz ve bu durum bizi de etkiliyor.
Yeni Müslüman olanlar, daha çok neden etkilenip İslâmı seçiyor?
Normalde İslâmi merkezler insanları davet ediyorlar. İnsanlar Cuma günleri merak ettiklerinden dolayı mescidlere, İslâmî merkezlere geliyorlar. Namaz sonrasında da “Ben de Müslüman olmak istiyorum, ben de Müslüman olmak istiyorum” diye heyecanla el kaldırıyorlar ve Müslüman oluyorlar. Bu faaliyetlerimiz sırasında İspanyolcaya çevrilmiş İslâmî eser sıkıntısı çekiyoruz. İnsanlar fazla İngilizce bilmiyor ve İspanyolca eserler de olmayınca tanıtımda yetersiz kalınıyor. Fazlaca malzeme ihtiyacımız var.
Said Nursî’yi tanıyor musunuz, eserlerini okuma imkânı bulabildiniz mi?
Said Nursî’yi tanıyorum. Türkiye’de mücahidane hizmet eden bir isimdir. Samimî bir İslâm mücahididir. Eserlerini okuma imkânı bulamadım, ama hakkında anlatılanlardan biliyorum. Said Nursî, büyük bir alim. Çok genel bilgim var. İyi bir insan, yüksek ve sağlam bir insan olarak biliyorum.
(İspanyolcaya çevrilmiş Risale-i Nur eserlerini incelerken) Bu eserleri bizim için bir hazine.
Bediüzzaman, “doğru İslâmî ve İslâmiyete layık doğruluğu yaşamayı” tavsiye etmiş. Bunu nasıl yorumlarsınız?
Tabii ki biz buna şahit oluyoruz. Müslümanlar İslâmî doğru yaşayıp örnek olunca başkaları da Müslüman oluyor. Müslümanlar, kendilerini İslâmın elçisi olarak gördükçe ve ona uygun yaşadıkça başka insanların da İslâmı kabul etmesi kolaylaşır.
Türkiye’deki kardeşlerinize bir mesajınız var mı?
Türkiye, yani Anadolu; Osmanlının torunlarıdır. Osmanlı İslâmı tanıtmak için çok çalıştı. Onun torunları da bu yoldan gitsin ve Ekvador’un da içinde bulunduğu Latin Amerika’yı manen fethetsin. Ancak bu şekilde Osmanlının torunu olduklarını göstermiş olurlar. Osmanlı torunlarının İspanyolca öğrenip oraların fethedilmesini bekliyoruz.
Bediüzzaman Said Nursî’nin şu müjdesini de hatırlatmak isteriz. Diyor ki, “Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılabatı içerisinde en yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır.”
İnşallah, inşallah... Çok doğru, çok doğru. Biz de ümitsiz değiliz...
SECDEYE GİTMEK BENİ TİTRETTİ
Geçmişimde askerlik olduğu için bu disiplin bana sevimli göründü. O anda gördüm ki, İslâmiyet; düzensiz hayata düzen getirecek bir din. Her şey yerli yerine oturmaya başlıyordu. Ezan okundu, onu anlamadım. Sonra imam hutbeye çıktı. Ondan sonra benim karar vermemi, İslâmı tercih etmemi netice veren şey ise insanların secdeye gitmesiydi. O kadar insanın aynı anda secdeye gittiğini görünce titredim, yerimde duramadım. O insanların en yüksek noktası olan ‘aln’ın yere değiyor olması, bende şimşekler çaktırdı. Allah’ın, en yüksek Yaratıcının ve insandan hayatı alma kuvvetine sahip zata bir şekilde ibadet edilecekse bunun en doğru şeklinin bu olduğunu düşündüm. Ve savaş alanında ölmekle yüz yüze gelen biri olarak bu şekilde ibadet etmek, Allah’a saygı göstermek bana çok anlamlı geldi. Namaz bittikten sonra hemen imamın yanına gittim ve “Ben de sizin gibi olmak istiyorum” dedim. “Yani, Müslüman mı olmak istiyorsun?” dedi. Ben de, “Her neyseniz ben de o olmak istiyorum, ben de böyle ibadet etmek istiyorum” dedim. İmam bana, “Tamam, pasaportunda ‘Müslüman’ yazılmasını problem olarak görür müsün?” diye sordu. “Hiç umurumda değil. Ben de sizin gibi olmak, sizin dininize katılmak istiyorum” dedim.
Amerika’da endüstri mühendisliğini bitirdikten sonra ardından Medine’ye gidip orada İslâm üzerine eğitim aldım. Sonrasında Ekvador’a dönüp çalışmalarımı orada devam ettirdim. Lübnanlı bir hanımla evlendim, 4’ü kız, biri erkek 5 çocuğum var. Ekvador tarihinde Müslüman olan ilk kişiyim aynı zamanda.
Yeni Asya