Cemil Yüzer’in röportajı - RisaleHaber
Taraf’ın tarihçi yazarı Ayşe Hür, vefat yıldönümünde iki hafta Bediüzzaman Said Nursi’yi yazdı. Yazılar farklı kesimlerden, özellikle de Risale-i Nur camiasından çift yönlü tepki aldı. Genel görüş yazının tarafsız bir dille hazırlandığı yönünde olsa da; yazıda övgüye dair ibarelerin pek bulunmaması ve yer yer eleştirilerin de olması yazarın tepki çekmesine sebep olmuştu. Biz de Ayşe Hür’le, bu yazı sürecini ve yazının ardından kendisinde nasıl bir Said Nursi algısı oluştuğunu konuştuk.
Said Nursi ile ilgili bir yazı hazırlamaya ne zaman karar verdiniz?
Bundan üç yıl önce, Radikal gazetesine “Mustafa Kemal ve Muhalifleri” konulu bir yazı dizisi hazırlamıştım. Said Nursi hakkında ilk kez o zaman yazdım. Ancak yazıyı yazmadan önce Said Nursi hakkında düşünmüş değildim. Benim için Said Nursi, ‘dinsel softalık’ kavramının tecessüm etmiş hali idi. Çünkü Kemalist-laik bir ailede yetişmiştim. Dahası benim kuşağımdan pek çok kişi gibi, eğitim hayatım boyunca dinsel muhafazakârlık hakkında sıkı bir doktrinizasyona tabi tutulmuştum. Lise sonrası hayatımda sosyalist fikirlerle yakın oldum, bu da dine iyice mesafeli durmama neden oldu. 30’lu yaşlarımda gittiğim Boğaziçi Üniversitesi’nin liberal ortamında, bu tür rezervasyonlarımı gözden geçirmeye başladım. Lisansüstü ve doktora eğitimim sırasında çok kültürcülük, empati, bir arada yaşama gibi kavramlarla tanıştım. O yazı dizisini hazırladığım dönemde, içinde yaşadığım toplumun değer yargılarına saygı duymayı öğrenmiştim. Said Nursi’yi de bu değer yargılarının bir parçası olarak kabul etmeye başlamıştım. Dizinin bir bölümünü oluşturması ise, düşünsel yanından ziyade Kemalist rejimin mağduru olması yüzündendi.
Bediüzzaman'a dair okumalarınızda sizi şaşırtan, farklı ve orijinal bulduğunuz noktalar oldu mu?
Said Nursi külliyatının bu kadar hacimli olduğunu bilmiyordum. Konularının bu kadar çeşitli olması, sadece yerel konularla değil evrensel konularla da ilgilenmesi de şaşırtıcıydı. Ayrıca kullandığı dil, terkipler, kavramlar, metinlerinin Batıni okumalara zemin hazırlayan çok katmanlılığı ilginç geldi. Ancak bu metinlerin her türlü okumaya açık olmasının aracıları gerektiren yanını da sorunlu buldum. Bir metin ne kadar karmaşıksa, ona aracıların (tefsircilerin) anlam yüklemeleri o kadar kolay olur. Böylece sonuçta o metinler onu üretenlerin değil yorumlayanların malı haline gelir. Bu da eğitim düzeyi düşük bir toplumda kötüye kullanılabilir diye düşünüyorum.
Yazınız için kaynak olarak Şükran Vahide'nin (Mary Weld) 'Bediüzzaman'ın entelektüel Biyografisi' isimli kitabını referans aldığınızı belirttiniz. Bediüzzaman'ın yaklaşık 6 bin sayfalık kitapları ve kendi onayından geçen Tarihçe-i Hayat isimli bir biyografisi yerine, neden farklı kaynakları tercih ettiniz?
Tarihçe-yi Hayat dediğiniz gibi ‘resmi’ biyografi. Kendi onayından geçmiş olması o kaynağa biraz daha temkinli yaklaşmamı gerektiren bir husus. Benim bilimsel araştırma prensiplerime göre, bir konuda yazarken bir kişinin kendi hakkında yazdıkları elbette değerlidir ancak, bu tür kaynakların sübjektif olması yüksek olduğu için mutlaka başka kaynaklarla kontrol edilmesi gerekir. Hatta mümkünse önce başka kaynaklardan yararlanıp, sadece kontrol açısından biyografilere bakmak gerekir. Radikal’deki diziyi hazırlarken seçtiğim temel kaynak Şerif Mardin’in kitabıydı. Şerif Mardin saygı duyduğum bir bilim adamıydı ve eserini yazarken Tarihçe-i Hayat’tan büyük ölçüde yararlanmıştı. Yazıyı hazırlarken, ne onun kadar vaktim, ne de onun kadar bilimsel birikimim vardı. Ancak daha sonra, Şerif Mardin’in bazı yorumlarından, Said Nursi konusunda çok da nesnel olamayacağı izlenimini edindim. Sadece övgüler ve olumlamalar olması rahatsız etti.
Mary F. Weld ise Nur cemaatinin içinden biri olmasına rağmen Batı kültüründen gelme biri olduğu için, nesnelliğini yitirmemiş biri izlenimini verdi. O da övüyor ama Said Nursi’nin tartışmalı dönemlerini (İTC, Teşkilat-ı Mahsusa gibi) de ele almaktan çekinmiyor. Öte yandan kitabının temel kaynağı Tarihçe-i Hayat’tı. Yani, sizin ima ettiğiniz gibi, Weld’in kitabını esas alarak, Tarihçe-i Hayat’ı göz ardı etmiş değilim, sadece sübjektif olması muhtemel bir kaynağı daha objektif olduğunu düşündüğüm birinin filtresinden geçirdim.
Ancak şimdi daha çok farkına varıyorum ki, Said Nursi’nin, düşüncelerinin aktarımı, ölümünden sonra ortaya çıkan onu aşkın grup tarafından farklı farklı aktarılabiliyor. Yani, Weld’in kitabı da belli konuları öne alıp, belli konuları arkaya atmış olabilir. Ama bu benim için büyük bir nakısa değil, çünkü eninde sonunda bir gazetede yayımlanmış Pazar yazısından söz ediyoruz, bilimsel bir makaleden değil. Konuyu merak edenler, daha ileri okumaları yapabilirler.
NUR CEMAATİNDEN BİRİNİN ERMENİ YAZISI YAZMASINI DÖRT GÖZLE BEKLİYORUM
Yazı sürecinden önceki Said Nursi algınızla, yazıdan sonraki Said Nursi algınız değişti mi?
Said Nursi’nin ilahiyatçı yanı kadar örgütçü ve siyasetçi yanının da çok güçlü olduğunu gördüm. İTC ve Teşkilat-ı Mahsusa ile ilişkilerini bugün pek çok kişinin algıladığı gibi negatif işbirliğinin sonucu olmadığını, tarafların hedeflerine varmak için birbirinin etkisinden yararlanmayı seçtiklerini düşündüm. Kürtçü olmadığını hissediyordum, bu konuda emin oldum. Ermeni meselesinde daha net bir tavrı olmasını beklerdim, tüm hümanist söylemine rağmen eylemde gayrimüslim antipatisinden uzaklaşamadığını düşündüm. Ancak bu konuda daha çok okuma yapsam belki de (örtük de olsa) farklı şeyler söylemiş olabileceği ihtimalini dışlamıyorum. Bu açıdan Nur cemaatinden birinin derli toplu bir Ermeni yazısı yazmasını dört gözle bekliyorum.
Bir başka konu; Saidi Nursi’nin Kadirilikten etkilendiğini düşündüğüm için daha yumuşak bir düşünce adamı olarak algılamıştım. Ama gerek Ruslara ve Ermenilere karşı komitacılık eylemleri bana Nakşibendiliğin mücahit kimliğinden de çok etkilendiğini düşündürdü. Gerçi ileriki yıllarında tarikat etkilerinden kurtulmuş ve başlı başına bir kutup olmuş görünüyor.
Yazılarınızın yayınlandığı tarihlerde okuyuculardan ne gibi tepkiler aldınız?
Daha çok Nur cemaatinden veya cemaate yakın kişilerden tepki aldım. Bunlar ana hatlarıyla iki türlü tepki verdiler. Bir bölümü, Said Nursi’nin hayatının bölümlerine odaklanmak yerine düşüncelerine eğilmediğim için eleştirdi. Bu kişilere göre, Said Nursi külliyatını okumadan, hatta hatmetmeden onun hakkında kalem oynatmaya tevessül edişim ayıplanacak, kınanacak bir davranıştı. Bu kişiler küçük ayrıntılar üzerinde çok ağır eleştiriler yapıyorlardı ancak mektuplarının sonuna da ‘Nur cemaatinden olmadıklarını’ belirten bir not koymayı unutmuyorlardı.
İkinci grupta ise Nur cemaatinden olduklarını hissettiren kişilerin yapıcı eleştirileri vardı. Bu kişiler de minör konulara takılıyorlardı ama eleştirilerini Said Nursi konusunda yazma hevesimi kırmamaya özen göstererek yapıyorlardı. Bu gruptan bazı kişiler bana Said Nursi ile ilgili kitap tavsiyesi yaptılar, birkaç kişi makalelerini gönderdi. Bana ilginç gelen ise, ‘neden bu gerici hakkında yazıyorsun’ türünden Kemalist bir tepki almadım.
BAZI NURCULARIN SAİD NURSİ’Yİ TABU HALİNE GETİRDİKLERİNİ GÖRDÜM
Takipçilerinin Bediüzzaman'ı yeterli derecede anlayıp yansıttığını düşünüyor musunuz?
Bu konuda fikir belirtecek kadar gözlem yapmış değilim. Bana gelen okuyucu mektuplarından edindiğim izlenim ise Said Nursi takipçilerinin Said Nursi ile ilgili olarak en çok öne çıkardıkları olayın Cumhuriyet döneminde çektiği sıkıntılar, hapislik ve sürgün hayatı olması. Bu dramatik hayat hikayesi takipçilerinin yüreğini hala ilk günkü gibi burkuyor olmalı çünkü Kürtler’de, Ermeniler’de, Süryaniler’de gözlediğim gibi haklılıklarını mağduriyet üzerinden kurmaya çalışıyorlar.
Mağduriyet hikâyesi olmasa sanki Said Nursi’nin söylemi değersiz olacakmış gibi bir hava ortaya çıkıyor. Nitekim, bana yazanlar arasında Said Nursi’nin düşünce dünyasından örnekler verenlerin sayısı çok azdı. Bu arada müritlerinin Said Nursi’yi aynen Kemalistlerin Mustafa Kemal’i, PKK’cıların Abdullah Öcalan’ı, sosyalistlerin Marks’ı veya Lenin’i tabulaştırması gibi tabulaştırması rahatsız edici geldi. Ben tabunun olduğu yerde gerçeğin, samimiyetin, ahlaki duruşun zarar gördüğüne inanırım.
SAİD NURSİ’NİN GÖRÜŞLERİNDEN YARARLANMA NOKTASINDA HERHANGİ BİR ÖNYARGIM YOK
Bediüzzaman'ı tekrar yazmayı veya bundan sonraki araştırma veya yazılarında fikirlerinden yaralanmayı düşünüyor musunuz?
Yakın zamanda Said Nursi hakkında tekrar yazacağımı sanmıyorum. Haftada bir gün yazma şansı olan biri olarak Türkiye’nin pek çok temel meselesine değinme fırsatını iyi değerlendirmek istiyorum. Bu nedenle, Türkiye’nin en önemli siyasi konusu olarak gördüğüm Kürt Meselesi konusunda bile yeterince sık yazmıyorum, daha doğrusu bunu bilinçli yapıyorum. Çünkü bence egemen Jakoben anlayışı zayıflatmak için tek bir noktaya değil çok noktaya yoğunlaşmak lazım. Bir sistem eleştirisini belli konulara saplanıp kalarak yapmak yeterli olmaz diye düşünüyorum. Siyasi konuların yanında kültürel, ekonomik, sosyolojik konularda da yazmak gerektiği halde bunlara vakit bile bulamıyorum.
Said Nursi’nin görüşlerinden yararlanıp yararlanmamak konusunda herhangi bir önyargım yok. Ama genel olarak dini kaynaklardan değil, din dışı kaynaklardan beslenen biriyim. Yazılarımda ‘etik’ anlamında ‘ahlak’tan ve hümanizmden gayri herhangi bir görüşe yer vermemeye çalıştığımı fark etmişsinizdir. Bu yüzden yazılarımda Said Nursi’nin görüşlerine yer vermem de az bir ihtimal. Ama tarihsel bir olayı anlatırken, bağlam gerektiriyorsa, görüşlerine yer vermekten imtina etmem.
MEDRESET’ÜZ ZEHRA GAYET İLERİ BİR ÖNERİYDİ
Bediüzzaman'ın doğuda açmayı planladığı, yarım kalan ve Kürtçe de eğitim vermeyi planlanan Medreset'üz Zehra Üniversitesi modeli gerçekleşseydi, bugünkü Kürt sorununun belki de hiç başlamayacağı düşüncesine katılıyor musunuz? Genel olarak Nur camiası böyle düşünüyor...
Medreset’üz Zehra o günün koşullarında gayet ileri bir öneriydi. Ancak o gün gerçekleşse bile, Kürt Meselesi’nin doğuşunu engellemesi mümkün değildi. Çünkü Kürt Meselesi, tarihsel açıdan kapitalizmin ortaya çıkışıyla ilintili olan milliyetçilik ideolojisinin bir ürünü. Milliyetçiliğin ilk başlarda kültürel taleplerle filizlendiğini biliyoruz. Bu açıdan Kürtçe konuşmak, Kürtçe eğitim yapmak, Kürtçeyi idari ve adli alanda kullanmak gibi taleplerin karşılanması, Kürtlerin siyasi taleplerini belki bir süreliğine ötelemeye yarardı ama Kürt milliyetçiliğini ortadan kaldırmazdı.
Örneğin her türlü kültürel hakları karşılandığı halde Baskların hala İspanya’dan ayrılmak için silahlı mücadele dahil en radikal tedbirleri uygulaması, milliyetçiliğin tedavisinin öyle kolay olmadığını gösteriyor. Dahası, hepsi de İslam dairesi içinde yer aldıkları halde Arapların, Pakistanlıların, Malezyalıların ya da Türklerin tek bir ulus-devlette toplanmasının mümkün olmayışının ardında da bu imkânsızlık yatıyor. Benzer örnekleri Hıristiyanlık veya başka dinler bağlamında da verebiliriz. Dolayısıyla, bence Medreset’üz Zehra, kaçırılmış bir fırsat olsa bile, tarihin akışını değiştirecek denli hayati öneme haiz bir fırsat değildi.