Ahmet Bilgi-RİSALEHABER
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin hayatından önemli dönüm noktaları vardır. Bunlardan biri de Musul eski valisi, zamanın Van valisi Tahir Paşa'nın bir gazete haberini Said Nursi'ye göstermesi ile başlar.
Bediüzzaman Said Nursi, bu haberi gördükten sonra İslamiyet üzerine yapılacak operasyonları hisseder. Hemen fikrini değiştirir ve tüm mesaisini iman ve Kur'an hizmetine ayırır.
1849 yılında İşkodra’da doğan Tahir Paşa, on dokuzuncu asrın sonu ile, İkinci Meşrutiyet yıllarında Musul, Van ve Bitlis'te valilik yapar. Bediüzzaman’ın ilmini ve dehasını ilk tesbit ve teşhis eden devlet ricâlinden birisi olan Tahir Paşa, Bediüzzaman'ı Van'a davet eder ve işmi müzakerelerde bulunur.
O SÖZÜ SÖYLETEN GAZETE HABERİ
Yine böyle bir günde bir gazete haberi Bediüzzaman'ın hayatını değiştirir. O ana ait bilgi Tarihçe-i Hayat'ta şöyle geçmektedir:
"Bediüzzaman, Van’da bulunduğu zamanlarda, Vali Tahir Paşa ile bazı gazetelerden havadis okurdu. Bilhassa İslâmiyeti alâkadar eden hususlara dikkat ederdi. Van’daki ikameti esnasında, âlem-i İslâmın vaziyetini bir derece öğrenmiş bulunuyordu. Birgün tahir paşa bir gazetede şu müthiş haberi ona göstermişti. Haber şu idi:
İngiliz Meclis-i Meb’usan'ında Müstemlekât Nâzırı, elinde Kur’ân-ı Kerîm'i göstererek söylediği bir nutukta, “Bu Kur’ân İslâmların (Müslümanların) elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’ân’ı onların elinden kaldırmalıyız; yahut Müslümanları Kur’ân’dan soğutmalıyız” diye hitabede bulunmuş.
İşte bu müthiş haber, onda târifin fevkinde bir tesir uyandırmıştı. İstidadı şimşek gibi alevli, duyguları ve bütün letâifi uyanık ve ilim, irfan, ihlâs, cesaret ve şecaat gibi harika inayet ve seciyelere mazhar olan Bediüzzaman’ın, bu havadis üzerine, “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez mânevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim” diye kuvvetli bir niyet ruhunda uyanır ve bu saikle çalışır.
"GAYE-İ İLMİYESİNİ VE NETİCE-İ HAYATINI YALNIZ KUR’ÂN BİLDİ"
Bediüzzaman Hazretleri "Birinci Şua"da ise gazete haberinin üzerinde nasıl bir değişime yol açtığını şöyle anlatır:
"Câ-yı dikkat ve ehemmiyetli bir tevafuktur ki, Risaletü’n-Nur Müellifi bin üç on altı (1316) sıralarında mühim bir inkılâb-ı fikrî geçirdi. Şöyle ki: O tarihe kadar ulûm-u mütenevviayı, yalnız ilimle tenevvür için merak ederdi, okurdu, okuturdu. Fakat birden o tarihte merhum Vali Tahir Paşa vasıtasıyla Avrupa’nın Kur’ân’a karşı müthiş bir suikastları var olduğunu bildi. Hattâ bir gazetede İngiliz’in bir Müstemlekât Nâzırı demiş: “Bu Kur’ân, İslâm elinde varken biz onlara hakikî hâkim olamayız. Bunun sukutuna çalışmalıyız” dediğini işitti, gayrete geldi. Birden, makam-ı cifrîsi bin üç yüz on altı (1316) olan فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ fermanını mânen dinleyerek bir inkılâb-ı fikrî ile merakını değiştirdi. Bütün bildiği ulûm-u mütenevviayı Kur’ân’ın fehmine ve hakikatlerinin ıspatına basamaklar yaparak hedefini ve gaye-i ilmiyesini ve netice-i hayatını yalnız Kur’ân bildi. Ve Kur’ân’ın i’câz-ı mânevîsi ona rehber ve mürşid ve üstad oldu."