Şeriat kavramı etrafındaki tartışmalar devam ediyor. Şeriat denince bir kısım insanlar adeta dehşete kapılıyor. Akıllarına el ve kafa kesme, recm yani suçluların taşlanarak öldürülmesi geliyor.
Arkalarında zındıka komitelerinin olduğu Deaş ve Boko Haram gibi terör örgütlerinin güya İslam adına yaptıkları vahşet ve katliamlar şeriat kavramı ile özdeşleştiriliyor.
Bu menfi propagandalar ve bazı dindarların hataları da çok insanı etkiliyor. Bunlar İslam ile şeriatın farklı şeyler olduğunu zannederek şeriata olumsuz sözler sarfedebiliyor.
İKİ ŞERİAT VAR
Şeriat hakkında net açıklamalardan birini Bediüzzaman Said Nursi yapıyor. Şeriat kavramını izah ederken iki manaya dikkat çeken Bediüzzaman'ın Hutbe-i Şamiye'deki sözleri şöyle:
"Şeriat ikidir.
"Birincisi: Âlem-i asgar olan insanın ef'âlini ve ahvâlini tanzim eden ve sıfat-ı kelâmdan gelen bildiğimiz şeriattır."
"İkincisi: İnsan-ı ekber olan âlemin harekât ve sekenâtını tanzim eden, sıfat-ı iradeden gelen şeriat-ı kübrâ-yı fıtriyedir ki, bazan yanlış olarak 'tabiat' tesmiye edilir."
"Melâike bir ümmet-i azîmedir ki, sıfat-ı iradeden gelen ve şeriat-ı fıtriye denilen evâmir-i tekviniyesinin hamelesi ve mümessili ve mütemessilleridirler."
Bediüzzaman'ın sözleriyle ilgili şunlar söylenebilir:
ŞERİAT: YAĞMURUN YAĞMASI, ÇEKİRDEĞİN ÇATLAYIP BÜYÜMESİ
İki türlü şeriat vardır; Birisi, Allah’ın kelam sıfatından gelen; vahiy ve peygamberler vasıtası ile insanlığa gönderilen dinlerdir. Dinler, insanların ibadet, ahlâkî ve içtimaî (sosyal) hayatlarını tanzim eden ve onlara hakta rehberlik eden semavî emir ve yasaklardır. İnsan neye inanacak neye inanmayacak, Allah’a karşı nasıl ibadet edecek, insanlarla olan münasebetlerinde nelere dikkat edecek ve nasıl bir tavır sergileyecek, bütün bunları İslam şeriatı tayin ve tesbit eder. Bu şeriata ittiba edenler hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında mes’ud ve bahtiyar olurlar.
Diğer şeriat ise, Allah’ın irade ve kudret sıfatından gelen tekvinî şeriattır. Yani adetullah veya sünnetullah dediğimiz kanunlardır. Bunlara tekvinî emirler denilir. Kainatta işleyen kanunlardır.
Yağmurun yağması, çekirdeğin çatlayıp büyümesi, yıldızların hassas bir şekilde yörünge içinde hareket etmeleri, bütün canlıların hayat şartlarının ve rızıklarının mükemmelen tanzim ve tedbir edilmesi, suyun kaldırma kanunu, yerin çekimi kuvveti, soğuğun üşütmesi, ateşin yakması, kuvvetin üstünlüğü, çalışmanın servet sahibi etmesi, tembelliğin sefalet ve fakirliğe sebep olması irade sıfatından gelen sünnetullah kanunlarıdır yani, kevnî şeriattır.
Bu sünnetullah kanunlarına uymayanlar, cezasını peşinen dünyada görür, uyanlar ise mükâfatını peşinen alır. Mesela, zehir içen ölür, kendini yirmi katlı bir binadan atan paramparça olur. Allah’ın kudret kanunlarında ceza da mükâfat da peşindir.
İşte, nasıl ki, kelam sıfatından gelen dinin hükümlerine uymak insanların ve cinlerin vazifesi ise, şu irade sıfatından gelen kainattaki fıtrî ve tekvinî (yaratılışa dair) şeriata uymak da yine bütün insanların ve cinlerin vazifesidir. Dine uymayanların ekserisi ahiret hayatında ceza çekerler; ama fıtrî şeriata, yani sünnetullah kanunlarına uymayanlar, peşinen cezasını bu dünyada çekerler. Bu mü’min olsun kâfir olsun fark etmez. Kâinattaki adetullah kaidelerine uymayanların peşinen zelil ve hakir olmaları Allah’ın değişmez bir kanunudur.
Bu şeriatı terk eden dünya hayatında perişan olur, mahkûmiyet ve sefalet içinde yaşar. Yüce Allah bu imtihan dünyasında eşyanın vücuda gelmesini birtakım şartlara ve sebeplere bağlamıştır. Muhtaç olmamak için çalışmak, hasta olunca ilaç kullanmak tevekkülün icabıdır.
Melekler kâinattaki işleyen bu kanunların temsilcileri ve vekilleridir. Meleklerin en büyük vazifelerinden birisi de kâinatta şuursuz varlıklara vekâlet etmek onların tesbih ve dualarını temsil etmektir.
Bir ağacın dalları, yaprakları, çiçekleri ve meyveleri ilahî isimlerin birer tecellisidir. Bu tecellileri okuma, anlama ve şuurlu bir şekilde Allah’a arz etme meleklerin vazifesidir.
Kâinattaki bütün varlıkları bu şekilde düşündüğümüzde, meleklerin sayısız ve çok ve büyük bir ümmet olduklarını anlarız.