Risale Haber-Haber Merkezi
TBMM Darbe Araştırma Komisyonu'nun 27 Mayıs darbesi ile birlikte Bediüzzaman Said Nursi'nin kabrini de gündeme alması farklı tepkilerle karşılandı. Risale-i Nur Enstitüsü Bediüzzaman Hazretlerinin kabir ile ilgili sözlerinden yola çıkarak konuyu şöyle değerlendirdi:
Eddâî
Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde
Saidden yetmiş dokuz emvât bâ-âsâm âlâma.
Sekseninci olmuştur mezara bir mezar taş,
Beraber ağlıyor hüsrân-ı İslâm’a.
Mezar taşımla püremvât enîndâr o mezârımla
Revânım sâha-i ukbâ-i ferdâma.
Yakînim var ki, istikbâl semâvâtı, zemin-i Asya
Bâhem olur teslim yed-i beyzâ-i İslâm’a.
Zîra yemîn-i yümn-i imândır,
Verir emn ü emân ile enâma.
(Sözler, s. 635)
Son günlerin tartışma konularından biri de Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin kabrinin nerede olduğu ile ilgiliydi. TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu, 27 Mayıs darbesinin ardından oluşturulan Millî Birlik Komitesi’nde (MBK) görev yapmış ve hayatta olan üyelere Bediüzzaman Said Nursî’nin mezarının yerini sorma kararı aldı. Bu karar bir çok yönüyle tartışmaları da beraberinde getirdi. Bilindiği gibi, 23 Mart 1960’ta Şanlıurfa’da vefat eden Bediüzzaman’ın naaşı Halilürrahman Dergâhı’nda kendisine ayrılan türbeye defnedilmiş; ancak vefatından yaklaşık iki ay sonra, Türk demokrasi tarihine ve insan hakları karnesine kara bir leke olarak geçen 27 Mayıs darbesini gerçekleştiren cunta yönetiminin kararıyla mezarından alınmış ve bilinmeyen bir yere defnedilmişti. Bu olay ne anlama gelmekteydi ve Bediüzzaman’ın mezarının elli küsur yıl sonra tesbit edilmesinin anlamı neydi? Bu yazı Bediüzzaman Hazretlerinin kendi mezarıyla ilgili tasarruflarından ve arzularından yola çıkarak bu sorulara cevap vermeyi amaçlamaktadır.
Bediüzzaman’ın kendi kabri ile ilgili düşünceleri
Kabir, ebedî bir dinlenme yeri olarak kabul edilir. Vefat edenler için, “ebedî istirahatgâhına defnedildi” tabiri kullanılır. Herkes bilir ki, o kişi artık defnedildiği yerde ameli ile baş başadır. O yerin dokunulmazlığı vardır. Anadolu’nun bazı yerlerinde gömülü olup, sonradan yanından yolun geçtiği mezarlara rastlamak mümkündür. Genelde tek bir mezar olarak bulundukları halde, sırf ölüye hürmet babından, kabre dokunulmaz, yolun istikameti değiştirilir. Mezara dokunmak, büyük bir saygısızlık olarak kabul edildiğinden kimse böyle bir lekeyi üstüne almak istemez. Ancak, tarihimizde bunun bilinen bir istisnası vardır. Ömrünü, iman hizmetine adayıp, dünya nimetlerinden feragat eden Bediüzzaman, vefat ettikten sonra kabrinde de rahat bırakılmamıştır.
Bu olayın iki yönü vardır. Birincisi, vefat etmiş bulunana ve sevenlerine büyük saygısızlık. İkincisi ise, hayatta iken kendisine yönelen teveccühleri daimî bir surette Risale-i Nur’a yönelten, büyük tevazu timsali Bediüzzaman’ın, vefatından sonra kabrine olabilecek yönelmeleri arzu etmediğinden, İlâhî rahmetten, kabrinin bilinmemesi niyazında bulunmasıdır. Birincisi son derece çirkin bir hadise iken, ikincisi ise Cenâb-ı Hak tarafından kabule mazhar olmuş son derece yüce bir istektir.
Bediüzzaman, vefatı ve defnedilmek istediği yerle ilgili olarak, değişik tarihlerde talebelerine yazdığı mektup ve derslerinde temas etmiştir. Bu konuda, Risale-i Nur’da geçen kayıtların ilki 1913 yılına aittir. Kendi vefatı ve mezarını ziyarete gelenlerin getirecekleri bahar hediyelerini, yok olan medresesinin mezar taşına benzettiği “Van Kalesi”nin başına takmalarını ister. Medresesinin ve kendisinin mezarından söz eder. (Münâzarât, s. 13)
Isparta’da vefat edip defnedilmek istediğini, Siracü’n-Nur’daki şu bilgilerden anlamak mümkündür: “Isparta vilayetinde kıymettar kardeşlerimin kucaklarında, teslim-i ruh edip, o mübarek toprakta defnolunmamı kalben niyaz ettim... Ve Isparta’ya mevkufen beşinci nefyimi, o kalbi duânın kabul olmasına delil eyledi”. “(Isparta) benim için taşı-toprağı ile mübarektir... Onun için ben kabrimi o havalide istiyorum.”
Talebelerini düşünüp, vefat ettiği zaman onların bulunduğu kabristanda defnolunmayı arzuladığında birden bire ihtarın geldiğini ifade eden Bediüzzaman, sebebini de şöyle kaydeder; “Gerçi Medresetü’z-Zehra’nın merkezi olan Isparta vilayetinde maddeten bulunmak çok cihetle faideli, saadetlidir; fakat Nurun mesleği ve Nurcular’ın meşrebi cihetiyle daima berabersiniz. Zaman ve mekân, perde olamazlar. Şarkta, garpta, şimalde, cenupta, dünyada, berzahta bulunsanız, manen bir mecliste beraber sayılırsınız. Onların manevî yardımları daima birbirine oluyor ve sana da gelir.”
Isparta havalisinde, ahir ömrünü geçirmeyi arzu etmekle beraber, talebelerinin de fikirlerine başvurur. “Medresetü’z-Zehra erkânlarının kararıyla ve İstanbul ve Ankara üniversitelerindeki Genç Saidlerin de muvafakatiyle nereyi benim için münasip görürseniz orayı kabul edeceğim. Madem hakikî varislerim sizlersiniz ve şahsımdan bin derece ziyade dünyada vazifemi de görüyorsunuz. Bu hayat-ı fanideki son menzili sizin reyinize bırakıyorum.”
Bediüzzaman’ın, özellikle 1950’den sonra, artarak devam eden bir Urfa’ya gitme arzusu vardır ve bu yolculukla ilgili ön hazırlıklara başladığı görülmektedir. Kendine ait bulunan yatak, yorgan, portatif somya v.s. eşyalarıyla, kendisine intikal ettirilen bir asır evvelin müceddidi olan Mevlânâ Halid-i Bağdadi’nin cübbesini, Urfa’ya götürülmek üzere Vahdi Gayberi’ye teslim eder. Bilâhare kendisinin de Urfa’ya gideceğini ilâve eder. Aradan yaklaşık on sene geçtikten sonra gitme arzusu gerçekleşir. Ancak, ömrünün son yıllarını değil, son günlerini geçirmek, peygamberler diyarında vefat etmek üzere buraya gelmiştir.
Bediüzzaman, arkasında bir halife değil, Risale-i Nur Külliyatı gibi bir hazineyi bırakarak Hakk’ın rahmetine kavuştu. Hayatta iken, arzu etmediği bir hususun vefatından sonra gerçekleşmesini asla istemedi. Önce, gereksiz kabir ziyaretinin yapılmaması ikazında bulundu. “Dostlar uzaktan ruhuma Fatiha okusunlar, manevî duâ ve ziyaret etsinler. Kabrimin yanına gelmesinler. Fatiha uzaktan da olsa ruhuma gelir. Risale-i Nur’daki azamî ihlâs ile bütün bütün terk-i enaniyet için buna bir manevî sebep hissediyorum” dedikten sonra, kendisini Nurlara vakfetmiş birinin kabri başında nöbet tutarak, lüzumsuz ziyaret edenlere bu hususu bildirmesini ister.
Emirdağ Lâhikası’nda yer alan, talebelerine yaptığı son dersinde ise, daha dikkat çekici ifadelere yer verir. “Benim kabrim gayet gizli bir yerde... bir iki talebemden başka hiç kimse bilmemek lâzım geliyor. Bunu vasiyet ediyorum. Çünkü dünyada sohbetten beni men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu surette beni mecbur ediyor.” Evet, Bediüzzaman’ı arayan, Risale-i Nur sayfalarında bulabilir ve sohbet edebilir. Ruhuna Fatiha göndermek isteyen herkes, bulunduğu yerde okumak suretiyle (mezarına uğramasına gerek kalmadan) gönderebilir ve göndermelidir.
Bediüzzaman, 23 Mart 1960 yılında, mübarek Ramazan ayının yirmi beşinci gecesinde Hakk’ın rahmetine kavuştu ve Urfa’daki Halilürrahman Dergâhı’ndaki caminin bahçesine defnedildi. Ancak, 27 Mayıs İhtilâlinden sonra darbeciler tarafından, buradan alınarak bilinmeyen bir yere götürüldü. Cenâb-ı Hak bazen şerleri de hayır eder. Bediüzzaman’ın kabrinin nakil olayında da bu gerçek yaşanmıştır. Bir kısım kötü niyetli insanlar farkında olmadan, Bediüzzaman’ın duâsının kabulüne vesile olmuşlardır.
Kabrin nakledilmesi kararını alan darbeciler, Bediüzzaman’ın kardeşi Abdülmecid Ünlükul’a Cemal Tural vasıtasıyla bu kararı ilettiler: “Abinin kabrini Şark ahalisinden ve Güney sınırımızdan kaçak gelip ziyaret edenler var. Nazik bir zamandayız. Sizin de iştirakiniz ile kabrini Urfa’dan alıp, İç Anadolu’ya nakledeceğiz. Şu kâğıdı lütfen imzalayın” diyerek daha önceden adına yazmış bulundukları dilekçeyi zorla imzalattılar. Her ne kadar: “Seyda’yı bari kabrinde rahat bırakın!” dediyse de dinletemeyip kararlarından vazgeçiremedi.
Bu nakli Abdülmecid Ünlükul’un arzusuyla gerçekleştirdikleri kılıfıyla kendisini de alarak (o zaman Konya’da ikamet etmektedir) Urfa’ya hareket ettiler. 12 Temmuz 1960 tarihinde gece yarısı kabri yıkarak tabutu içinden çıkardılar. Aradan 3,5 ay gibi uzun bir zaman geçmesine rağmen cesedin tazeliğini korumasına ve yeni vefat etmiş gibi görünmesine hayret ettiler. Kendileriyle getirdikleri tabuta naklettikten sonra Isparta’ya götürerek yine bir gece yarısı ve bilinmeyen bir yere defnettiler. Darbeciler zulmederken, kader-i İlâhî Bediüzzaman’ın arzusunu yerine getirdi. Artık kimse, kendisini rahatsız edemeyecek ve nazarlar Risale-i Nur’dan başka yere kaymayacaktı.
Ülkenin idaresini elinde bulunduran Millî Birlik Komitesi’nin bilgisi dâhilinde mezarın nakli olayının gerçekleştirildiği, Alparslan Türkeş’in Mustafa Cemal Bayındır’a konuyla ilgili olarak yazmış bulunduğu 20.10.1992 tarihli mektubundan, açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Türkeş, İçişleri Bakanı emekli General Muharrem İhsan Kızıloğlu’nun konuyla ilgilendiğini yazmaktadır. Abdülmecid Ünlükul’a zorla imzalattırılan mektup, bir dosya halinde ve kendi isteğiyle yapıldığı tutanaklara geçirilmiş ve bu şekliyle toplantıda okunarak, komite üyelerine talimatlarının olup olmadığının sorulduğu, daha sonra işlemin gerçekleştirildiği görülmektedir. (Necmeddin Şahiner, Belgelerle Bediüzzaman’ın Kabir Olayı, İstanbul 1996, s. 83)
Sonuç
Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin kabrinin dönemin darbe yönetimi tarafından yerinin değiştirilmesi elbette ki insan haklarına, adalet anlayışına, hukuk normlarına uymayan; ölen kişiye, yakınlarına, sevdiklerine ve talebelerine büyük saygısızlık ve haksızlık addedilecek bir durumdur. Bununla birlikte Bediüzzaman Said Nursî’nin Risale-i Nur hizmetinin geleceğine müteallik hassasiyetinden ötürü mezarının yerinin bilinmemesini istemesi kayda değer bir husustur ve kader-i İlâhî Bediüzzaman’ın bu arzusunu yerine getirmiştir. Darbeleri araştırma komisyonunun Bediüzzaman’ın mezarının bulunması ile ilgili çalışmalarını sonuç olarak şöyle değerlendirmek gerekir.
Darbe yapan zihniyetin ifşası, ölen bir kişiyi mezarında bile rahat bırakmayan anlayışın ülkeyi hangi noktalara taşıdığının görülmesi açısından önemlidir. Ayrıca bu durumda hukukî teamüllerin işletilmesi ve sonuca ulaştırılması demokratikleşme süreci açısından da önem taşımaktadır. Ancak Bediüzzaman’ın kendi arzusundan dolayı talebelerinin bile kapattığı bir meseleyi siyasî polemik konusu olabilecek şekilde yeniden açmak Risale-i Nur hizmetleri açısından bir anlam ifade etmemektedir. Bediüzzaman’ın fikirlerinin farklı zeminlerde dillendirilmesi ve hayata geçirilmesi mezarının yerinin bilinmesinden daha kıymetlidir.