Türkiye ile Güney Kore'nin savaşla başlayan iş birliği 74. yılında. Cumhuriyet tarihinin ilk yurt dışı askeri operasyonu için 17 Eylül 1950'de Kore'ye doğru yola çıkan Türk tugayı, savaşın kazanılmasında önemli rol oynarken o gün temelleri atılan Türkiye-Güney Kore ilişkileri her geçen gün daha da güçleniyor.
Güney ve Kuzey Kore arasında başlayan savaş, Soğuk Savaş'ın ilk sıcak çatışması olmuştu. Savaş, ABD ve Müttefiklerinin, daha sonra da Çin Halk Cumhuriyetinin müdahalesiyle uluslararası bir boyut kazandı. Kore Yarımadasının aşağı yukarı tam ortasından geçen 38’inci paralelin güneyini ABD, kuzeyini de Rusya işgal etti. Ruslar, kuzeyde komünist bir idare kurup çekilince, orada Kuzey Kore, güneyde de Güney Kore olmak üzere iki devlet ortaya çıktı.
Rusya’nın gayreti ile bu iki devletin birleşmesi önlendi ve 1948’de yapılan seçimlere Kuzey Kore katılmadı. Seçimlerin sonunda Güney Kore’de normal bir hükumet kurulunca, burada bulunan elli bin civarındaki Amerikan askeri yurtlarına döndü. Kore harbi komünist Rusya ile Çin’in yayılmacı hareketine karşı konulmuş bir savaştı.
KORE'YE KURAMIN ÇIKTIĞINI ANLATTIM ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ÇOK SEVİNDİ
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, dinsizliği yaymaya çalışan komünizmi büyük bir tehlike olarak gördüğü için, Kore harbinde Güney Kore’yi desteklemiştir.
Bediüzzaman Hazretleri, talebesi Bayram Yüksel'in askerliğinin Kore'ye çıkmasına sevinmiş gitmesini teşvik etmişti. Giderken Kur'an ve iman hizmetleriyle ilgili görevler de vermişti.
Merhum Bayram Yüksel anlatıyor:
"1951 senesinde Ceylân Çalışkan Ağabeyle benim askerliğim gelmişti. Üstadımız bize, 'Elinizdeki hizmetiniz bitinceye kadar rapor alın, gitmeyin' demişti. Bilâhare, 'Lüzum yok, askerliğinizi bir an evvel bitirin, gelin' dedi. Elimizdeki hizmetleri de gece gündüz çalışıp bitirdik. Üstadımız da o günlerde Eskişehir'de Yıldız Oteli'nde kalıyordu. Elini öpüp müsaadelerini aldık. Ceylân Ağabeyle Emirdağ'a beraber geldik. Ben köye gittim. O Emirdağ'da kaldı. Benim askerliğim İskenderun'a çıktı. Onunki Siirt'e çıktı. Hüsnü kardeşimiz de Urfa'ya gitmişti. Bilâhare benim kuram Kore'ye çıktı. İskenderun'dan Kore'ye gidecek kuvvetleri hazırlıyorlardı. İktidarda Demokrat Parti olduğu için, Halk Partililer Kore'ye asker göndermenin aleyhinde idiler. Bana 'Bak Kore'deki askerlerimizi kırdırıyorlar. Seni Suriye'ye kaçıralım' dediler. O sırada radyo, Kunuri Savaşını, çemberi falan anlatıyor, gazeteler de aynı şeyleri yazıyordu. Herkeste bir telâş vardı. Ben 'Üstadımıza danışmayınca Suriye'ye falan kaçmam' dedim.
"Nihayet bizi İskenderun'dan büyük bir merasimle istasyona kalabalık bir cemaat uğurladı. Trenle İzmir Seferihisar'a gidiyorduk. Ben Çay istasyonunda inerek doğru Emirdağ'a gidip Üstadımıza Kore'ye kuramın çıktığını anlattım. Üstadımız çok sevindi.
BİR NUR TALEBESİNİ KORE'YE GÖNDERMEK İSTİYORDUM
'Tamam, ben bir Nur Talebesini Kore'ye göndermek istiyordum. Onu da, ya seni ya Ceylân'ı düşünmüştüm. İnkâr-ı uluhiyete karşı Kore'ye gitmek lâzım' dedi ve çok sevindi. Üstadımız o zamanlar NATO'yu tasvip ediyordu. Beni Ankara'ya ve Isparta'ya gönderdi. Üstadımız kendi Cevşen'ini bana verdi; 'Bunu yanında taşı, yedi kat muşamba yaptır' dedi. Anneme yedi kat muşamba yaptırdım, daima yanımda taşıdım. Üstadımız 'Hiç korkma, korktuğun zaman beni hatırla, bizler daima inayet-i Rabbaniye altındayız. Hiç merak etme, Cenab-ı Allah senin yardımcın olsun' diye dua etti. Üstad'dan ayrıldım. 15 gün sonra Seferihisar'a vardım. Bir şey demediler. Yalnız çavuş kursunda idim, çavuşluk hakkımı kaybettim. Kore'den gelinceye kadar çavuş vazifesini onbaşı rütbesiyle yapardım.
JAPON BAŞKUMANDANI BENİM AHBABIMDIR ONA RİSALE-İ NUR VER
"Üstadımız, 'Japon Başkumandanı benim ahbabımdır. Benden selâm söyle ve bu Risaleleri ona ver' dedi. Hutbe-i Şamiye gibi beş altı risaleyi götürmüştüm. Üstadımız bana hususî ders verdi. O günlerde Abdullah Yeğin Ağabey de Üstadımızın yanında idi. Üstadımız yine teselli ve cesaret veriyordu.
'Hiç korkma, Cevşen'i yanından hiç bırakma, bizleri Cenab-ı Allah hıfzeder, yine biz bütün Nur Talebeleri inayet-i Rabbaniye altındayız. Sen nereye gitsen yanına bir arkadaş edin.' demişti. Hakikaten nereye gittimse yanıma bir arkadaş edindim. Çok faydasını gördüm. Birbirimize âdeta murakıplık ediyorduk.
"Vapurla Kızıldeniz'den geçerken papaz bize Kâbe'nin yakınından geçtiğimizi söyledi. Bütün askerlerle dua ettik. Vapurda mescidimiz vardı. Namazımızı cemaatle kılıyorduk. Kore'ye 23 günde gittik. Pusan limanında indiğimizde Güney Kore'yi çok perişan bir halde gördük. Çadır gibi çeltik otundan küçük evlerde yaşıyorlardı. Çok sıkıntılı durumdaydılar. Hallerine acımamak mümkün değildi. Ekmek yediklerini görmedim. Devamlı ekmeksiz, yağsız, tuzsuz pirinç lapası yerlerdi. Hattâ kırlarda ihtiyarların ot yediklerini görürdük. Bunların vaziyetlerini gördüğümüz zaman 'Ya Rabbi! Bu vaziyeti bizim memleketimize gösterme' diye dua ederdik. Bize, yani Birleşmiş Milletlere çok iyi bakıyorlardı. Her şeyimiz boldu. Yemekler artardı. Bizim yemekleri birlikler, kırlara döktükleri zaman Koreliler koşup gelirler, bir kısmını tenekelerine doldurur, bir kısmını ağızlarına doldururlardı.
BAK KORE'DE İSLÂMÎ FAALİYETLER BAŞLADI
"Biraz talim yaptıktan sonra muhtelif cephelerde harbe iştirak ettik. Harp ekseriyetle gece olurdu. Gündüzleri hedef göstermemek için sakin kalırdık. Bizim birliğin iki taburunun komutanları dindardı; Niyazi Bengisu ve Kemal Bey. İstirahata çekildiğimizde muhakkak çadırdan büyük bir cami kurardık. Tabur Komutanı Niyazi Bengisu, imamlık yapardı. Ben de müezzinlik yapardım. Hem Cuma namazını, hem de beş vakit namazı cemaatle kılardık. Ezan okuduğum zaman masum Koreliler beni taklit ederek okurlardı. Çadırlar çeltik otundandı. On-on beş çocuk da ezan okurdu, ama ne okudukları anlaşılamıyordu. Ben sağa sola döndükçe onlar da dönerdi. Bunları Üstadımıza anlatmıştım. Üstadımız, 'Bu zamanda lisan-ı hal, lisan-ı kalden daha tesirlidir. Bak Kore'de İslâmî faaliyetler başladı' demişti. Hakikaten İslâmiyeti çok çabuk kabul edenler oldu. Eserleri çantamda taşıdım.