Arif Emre Gündüz-İrfan Mektebi
Bedîüzzaman Said Nursi Hazretleri, Mektûbât’ta kendisini ziyarete gelenlerden bahsederken; bazılarının şahsını mübarek ve makam sahibi görerek ziyaret etmek istediklerini söylemektedir. Bu düşünceyle şahsını ziyaret etmek isteyenlere kapısının kapalı olduğunu ifade eder ve herkese ders olacak şu sözleri söyler:
“Ben kendimi beğenmiyorum; beni beğenenleri de beğenmiyorum. Cenâb-ı Hakk’a çok şükür, beni kendime beğendirmemiş.”
Üstâd Hazretleri, kişinin kendini ve nefsini beğenmemesi gerektiğini anlatırken, aynı zamanda kendini beğendirmenin de yanlış olduğunu öğretiyor bizlere.
Beğenilerin, alkışların ve tabiri caizse pohpohlamaların revaçta olduğu bir asırda yaşıyoruz. Enaniyetin bu kadar okşandığı bir zamanda, Bedîüzzaman Hazretlerinin manevî ve ilmî şahsiyeti de göz önünde bulundurulduğunda, etrafından alacağı övgü ve insanların ilgisini düşünelim. Bedîüzzaman Hazretleri, yukarıdaki sözleriyle ve bu sözleriyle bire bir örtüşen uygulamalarıyla, bu övgü ve ilgi tuzağını baştan engelliyor. Dikkatleri tamamen Kur’an ve iman hizmetine ve Risâle-i Nûr’a odaklandırıyor. Kendisini bu hizmetin bir hadimi, bir dellâlı ve bir tercümanı olarak gösteriyor.
Somuncu Baba Hazretlerinin şöhrete kavuştukça şehir değiştirmesi, Üftâde Hazretlerinin ‘bu kapı yokluk kapısıdır’ demesi, Aziz Mahmûd Hüdai Hazretlerinin kadılığı bırakıp Bursa sokaklarında ciğer satması ve Tapduk Emre’nin Yunus Emre’ye ‘ben bilmem’ zikrini vazife vermesi, hep aynı anlayışın farklı asırlardaki uygulanış biçimleridir.
Onlar, kendilerini beğenmemişler, yaptıkları hayırlı amelleri yeterli görmemişler ve maddî-manevî ilimleriyle kibre kapılmamışlar. Yine aynı şekilde İmam-ı A’zam Hazretleri, ilminin yüksekliğinden değil, bilmediklerinin çokluğundan bahsetmiştir.
Elbette ki bu anlatılanlar, insanları hakir görmek ve aşağılamak için değildir. Tam tersine a’lâ-yı illiyyine çıkmanın yol haritasıdır. İlim ve maneviyat arttıkça, tevazuun artması gerekmektedir. İnsanların beğenileri değil, Allah’ın rızası talep edilmelidir. Alkış beklentisi içinde olunmaması lâzımdır. Ta ki insan, yaptığı salih amellerin kendisine Allah’ın bir lütfu olduğu şuuruna erinceye kadar. Yoksa binlerce batman salih amel, bir çırpıda yok olup gitme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu tehlike, ahir zamanda yaşayan bizlerin çok daha yakınından geçiyor.
EN ZAYIF DAMAR: ENANİYET (BENLİK)
“Ehl-i dalâletin tarafgirleri, enaniyetten istifade edip, kardeşlerimi benden çekmek istiyorlar. Hakikaten insanda en tehlikeli damar, enaniyettir. Ve en zayıf damarı da odur. Onu okşamakla çok fena şeyleri yaptırabilirler. (29. Mektûb, Mektûbât-2)”
Kendini beğenenlere ya da başkaları yüzünden kendini beğenme tuzağına düşenlere, Mektûbât’da ciddî bir ihtar var. Ehl-i dalâlet, en zayıf damar olan enaniyetten istifade etmek için fırsat kolluyor. Ehl-i iman, ilim ve takva sahibi de olsa, bu tehlikeli yollara girerek, sırat-ı müstakimden çıkabilir. Bu sebeple enaniyetin tehlikeli yollarına hiç girmemek gerekiyor.
Enaniyeti okşanarak bu tuzağa düşenler, tuzağa düşürenlerin oyuncağı hâline gelebilirler. Ve normalde tasvip etmeyecekleri yanlış işler yapabilirler. Bazen de girdikleri yanlış yolda nefislerini temize çıkarmak için daha fazla yanlışlara düşebilirler. O sebeple bizi övgü ve alkışla kandırıp, tasvip etmediğimiz şeyleri yaptırmaya çalışanlara karşı çok dikkatli olmak zorundayız.
Enaniyet ve yaptığı ameli beğenme tuzağı, bir bataklık gibidir. Kişi, amelini beğenmeye ve nefsini üstün görmeye alışırsa, bunu devam ettirmek isteyecektir. Bu durum da hem yapılan salih amellerin boşa çıkmasına, hem de kişinin kendinde olmayan manevî makamlara ulaştığını zannetmesine sebep olabilir.
Yaptığımız her hayırlı işin ve salih amelin, bize Allah’ın birer nasibi olduğu ama işlediğimiz her günahın ve hatanın bir numaralı faili olduğumuz şuurundan uzaklaşmamalıyız. Bu şuurda olabilirsek, devamlı hayırlı ve salih amel işlemek için ve Allah’ın bu amelleri nasib etmesi için gayret ederiz. Ve bu salih amelleri yeterli görmeyiz. İşlediğimiz her günahı ve hatayı nefsimizden bilir, devamlı tövbe istiğfar makamında oluruz. Günahlarımızın ve hatalarımızın üstünü örtmeye çalışmayız.