Ekrem Altıntepe'nin haberi
Yazar, gazeteci, sanatçı ve ilim adamlarımıza vefatının 50. yıldönümünde Bediüzzaman Said Nursî’yi ve Risale-i Nur Külliyatı hakkındaki düşüncelerini sorduk.
Latif Erdoğan
Ne uğruna yaşanmışsa hayat ondan ibarettir. Bediüzzaman Hazretleri için de bu böyledir. Bu perspektiften bakıldığında Bediüzzaman’ın hayatı, Rabb’iyle arasında sır olan manevî aşkınlıklar dışında, kayda alınmış keyfiyetiyle Risale-i Nur’dur. Yani ona bir ömür biçilecek, ona bir hayat tayin edilecekse bu, Risale-i Nurun ömrü olmalıdır. Beşerî yanıyla vefat etmiş olması, söz konusu hakikati değiştirmez. Bu açıdan da Bediüzzaman, Nur Risaleleriyle ve hizmetiyle hâlâ yaşamaktadır ve inşaallah kıyamete kadar da yaşayacaktır.
Elbette onu, sadece bir milletin iftihar anlayışına sığdıramayız. Nitekim günümüzde bütün dünya milletleri kendi lisanlarıyla onun eserlerini okuma seferberliğine girmiş ve ona olan medyuniyet tüm dünyada konuşulur olmuştur. Gecikmeli de olsa Bediüzzaman’ın kadr ü kıymeti bilinmeye, anlaşılmaya ve takdir edilmeye başlanmıştır. Bu sürecin yaşanılır kılınmasında, Bediüzzaman’ı, davasını ve eserlerini tanıtmak amacıyla gerçekleştirilen uluslararası sempozyumların payı büyüktür ve bu gerçek de tarihe böylece not edilmelidir.
Bediüzzaman, kendisinden sonraki dönemlerin bütününde ve bir bütün olarak yaşayacak tek isimdir. İman-hayat-şeriat ekseninde gelişeceği bildirilen çalışmaların hepsi, sadece ondan ilham almakla kalmayacak, onu ve eserlerini kendilerine bir rehber ve bir nizam kabul edecek ve varmak istedikleri medeniyet hedefine de ancak bu surette varacaklardır. Çünkü o, Peygamberimizin küllî, umumî ve hakikî son vârisidir. Yani, Mehdi-yi Azam’dır, mehdilik makamının son sahibidir. Yani, vazifesi cüzî, hususi; makamı, hali zılli değildir.
Kendi şahsiyetini Risalelerde ifna ile etini, kemiğini, maddî yanını adeta mücerret nura, müheykel ruha ifrağ etmiş bulunan bu bahtiyar kulu, fani ve fenaya ait kıstaslarla tartıp değerlendirmek yerine, onun uğruna yaşadığı hayatı, gaye ve hedef merkezli yorumlarla geleceğe taşımak en doğru, en isabetli, en verimli uğraşlar olsa gerektir.
Bu tür uğraşlardır ki, kâinatı, Kur’an’ı, Peygamberimizi ve vicdanı birer küllî burhan mahiyetinde okumamızı temin edecek ve bizleri hem birey hem de toplum olarak Mutlak Sevgili’yle ebedî vuslata erdirecektir. Gerçekleşmesi istenilen ulvî maksat da zaten bu mutlu final değil midir?
Bediüzzaman, bu mutlu sonuca ulaştıracak en kısa, en geniş yolu keşfetmiş insandır. Hem kelamî anlatımlar hem de tasavvufî tecrübeler onun eserlerinde gayet ahenkli ve gayet istikametli dengeyle mükemmel ve harika denecek çapta bir senteze ulaşmıştır. Bu sebeple de onun mirasına hem ehl-i ilim hem de ehl-i tasavvuf birlikte sahip çıkmak zorundadır. Nur Risaleleri, diğer tali nurlu yolların da buluştuğu müşterek bir “cadde-i kübra” hüviyetiyle hizmet görmelidir.
Risale-i Nur’un kendisinden beklenilen terbiyevî işlevi görebilmesi onun anlayarak, sürekli ve külliyat bütünlüğü içinde okunması şartına bağlıdır. Ve bir de ondan tam istifade, ancak farzları yerine getiren, kebireleri terk eden ve Sünnet-i Seniyyeye uymayı ilke edinen talihlilerin kârıdır. Rabb’imiz cümlemizi o talihlilerden eylesin, amin!
Moral Dünyası Dergisi