Altıncısı ve en mühim Nükte: Rü'ya-yı sâdıka benim için hakkalyakîn derecesine gelmiş ve pek çok tecrübatımla, kader-i İlâhînin her şey'e muhit olduğuna bir hüccet-i katı' hükmüne geçmiştir. Evet bu rü'yalar, benim için hususan bu birkaç sene zarfında o dereceye gelmiştir ki; meselâ yarın başıma gelecek en küçük hâdisat ve en ehemmiyetsiz muamelât ve hatta en âdi muhaverat (konuşmalar) yazılı olduğunu ve daha gelmeden muayyen olduğunu ve gecede onları görmekle, dilim ile değil, gözüm ile okuduğum bana kat’i olmuştur. Bir değil, yüz değil, belki bin def’a; gecede, hiç düşünmediğim halde gördüğüm ba’zı adamlar veyahut söylediğim mes'eleler, o gecenin gündüzünde az bir ta’bir ile aynen çıkıyor. Demek en cüz'î hâdisat vukua gelmeden evvel hem mukayyeddir, hem yazılmıştır. Demek tesadüf yok, hâdisat başıboş gelmiyor, intizamsız değillerdir.
Bu Nükte’de Bediüzzaman, sâdık rüyalar ile Kader’e İman arasında bağı okuyor. Bu boyutuyla Risale-i Nur hizmetinin her konuyu bir iman ve tevhid penceresi yapma hususiyetini müşahede ediyoruz. Evet kader, İlâhî ilimdir. Allah’ın olmuş, olan ve olabilecek olan her şeyi bütün detaylarıyla bilmesidir. Sâdık rüyalar ise, bu çerçevede Kader’de var olan olabilecek ihtimallerin veya geçmişin derinliklerinde yaşanmış hadiselerin ya aynen veya çok yakın olarak veyahut biraz sembolik olarak bildirilmesidir. Bu tarz binlerce rüya görmesi neticesinde Bediüzzaman bu kanaate sahip olmuş, Kader’e İman ve kâinatta İlâhî bir nizam olduğuna dair deliller arasına sâdık rüyaları de eklemiştir.
Bu konuya misal olarak önceki bölümlerde gördüğümüz ayının tesbihinden bahseden rüyayı gösterebiliriz. Kendi gördüğüm bir rüyam ise şöyle:
Eski çalıştığım işyerinde yemekhanede yeni insanlarla tanışmaya gayret ediyor, asosyal olduğum için sosyalleşme çabasında bulunuyordum. Bir gece rüyada görüyorum ki, uzun boylu birisi ile boğuşuyoruz. Fakat tanımadığım birisi… Boğuşma devam ettikçe kişinin, arkadaşlarımdan Hüseyin isimli birine görüntüsünün değiştiğini gördüm. Fakat yine boğuşuyorduk. Rüyada şaşırdım. Çünkü ben onunla gayet iyi anlaşıyordum, nasıl boğuşuyoruz diye şaşırmıştım. Öyle uyandım.
Rüyanın ertesi günü yemekhaneye gittiğimde yanlış hatırlamıyorsam uzun boylu bir akademisyen ile aynı masaya oturdum. Sohbette konu konuyu açtı. İran kökenli biriydi. Dinî konularda çeşitli problemleri ve sivri çıkışları olduğunu gördüm. Özellikle mezheplere laf ediyordu. Konuşma yemekhane dışına taştı. Üniversite bahçesinde bir banka oturduk. Unutamayacağım bir manzara şuydu: “Bacak bacak üstüne atıp dedi ki: ‘Kur’an’da namaz, zikirdir. Bak, ben şimdi Allah’ı zikrediyor ve namaz kılıyorum.’ Sonra ona dört mezhebin her birinde kıyam-rüku ve secdenin var olduğunu ve hepsinin bunu Kur’an’dan çıkardığını söyleyince sustu. Çünkü Kur’an’da namazın detayları yok demişti. Konuşma uzadıkça, sorularına cevaplar verildi. Tavırları daha yumuşak hale geldi. Hüseyin arkadaşımın psikolojisini sergiler bir hal aldı. Gece rüyada gördüğüm kişi aslında bu akademisyenmiş. Masaya ilk oturduğumuzda rüya aklıma gelmiş, temkinli yaklaşmıştım. Tam tabiri bu şekilde çıkmış oluyordu.
Yedinci Nükte: Senin müjdeli, mübârek ve güzel rü'yanın ta’biri, Kur’ân için ve bizim için çok güzeldir. Hem zaman ta’bir etti ve ediyor, ta’birimize ihtiyaç bırakmıyor. Hem kısmen ta’biri güzel olarak çıkmış. Sen dikkat etsen anlarsın. Yalnız bir-iki noktasına işâret ederiz. Yâni bir hakîkat beyân ederiz. Senin, hakîkat-ı rü'ya nev'inden olan vakıalar, o hakîkatın temessülâtıdır. Şöyle ki:
O vasi’ meydanlık, âlem-i İslâmiyettir. Meydanlığın nihayetindeki mescid, Isparta vilâyetidir. Etrafı bulanık çamurlu su, hâl ve zamanın sefahet ve atâlet ve bid’atlar bataklığıdır. Sen selâmetle, bulaşmadan, sür’atle mescide eriştiğin; herkesten evvel envâr-ı Kur’âniyeye sâhib çıkıp, kalbini bozmadan sağlam kaldığına işârettir. Mesciddeki küçük cemâat ise; Hakkı, Hulûsî, Sabri, Süleyman, Rüşdü, Bekir, Mustafa, Ali, Zühdü, Lütfü, Husrev, Re’fet gibi Sözler’in hameleleridir. Ufak kürsü ise, Barla gibi küçük bir köydür. Yüksek ses ise, Sözler’deki kuvvet ve sür’at-i intişarlarına işârettir. Birinci safta sana tahsis edilen makam ise, Abdurrahman’dan sana münhal kalan yerdir. O cemaat; telsiz âletlerin âhizeleri hükmünde, bütün dünyaya ders işittirmek istemek işâreti ve hakîkatı ise inşâallah tamamiyle sonra çıkacak. Şimdi efrâdı birer küçük çekirdek iseler de, ileride tevfik-i İlâhî ile birer şecere-i âliye hükmüne geçerler. Ve birer telsiz telgrafın merkezi olurlar. Sarıklı küçük genç bir zât ise; Hulûsî’ye omuz omuza verecek belki geçecek birisi, nâşirler ve talebeler içine girmeye namzeddir. Ba’zılarını zannederim, fakat kat’i hükmedemem. O genç, kuvve-i velâyetle meydana atılacak bir zâttır. Sâir noktaları sen benim bedelime ta’bir et.
Senin gibi dostlarla uzun konuşmak hem tatlı, hem makbul olduğundan; şu kısa mes’elede uzun konuştum, belki de israf ettim. Fakat nevme âid olan âyât-ı Kur’âniyenin bir nevi tefsirine işâret etmek niyetiyle başladığımdan, İNŞÂALLAH o israf afvolur veya israf olmaz...
Tabirden anlaşıldığı üzere Bediüzzaman’ın talebesi Hulusi Yahyagil rüyada geniş bir meydanlık görüyor. Meydanlığın sonunda bir mescid bulunuyor. Mescide giden yolda veya mescidin çevresinde bulanık sular ve çamurlar bulunuyor. Hulusi Bey, bu çamurlara bulaşmadan mescide ulaşıyor. Mescidde küçük bir cemaat bulunduğunu görüyor. Mescidde ufak bir kürsü olduğunu görüyor. Bu kürsüden yüksek bir sesin yayıldığını duyuyor. Cemaatin ilk safında kendisine bir yer tahsis edildiğini görüyor. Cemaat, kürsüden yüksek sesle okunan sözleri bütün dünyaya işittirmek istiyorlar. Orada sarıklı küçük genç bir zât bulunduğunu görüyor…
Bediüzzaman rüyadaki sembollerden bunları ele alıp incelediği için rüya hakkında ancak bu kadarını anlayabiliyoruz. Bediüzzaman bu rüyanın detaylarını teker teker ele alarak şöyle izah ediyor:
O vasi’(geniş) meydanlık, âlem-i İslâmiyettir.
[Meydanda olan şeyler, yüksekten veya uzaktan bakan kişiler için ayan-beyan bir boyut sergilediği, İslam âlemi de din düşmanları ve iç düşmanların gözlerinin üzerinde olduğu bir yapı olduğu için Üstad geniş ve çaplı meydanlığı, İslam âlemi olarak yorumluyor.]
Meydanlığın nihayetindeki mescid, Isparta vilâyetidir.
[Bu risalenin yazıldığı yıllarda Allah’ın dinine alenen hizmetin yapıldığı, insanları nura eriştirecek salat vazifesinin ilim ve hikmetle sergilendiği yer, hem Türkiye hem İslam dünyası açısından Isparta vilayeti idi.. Risale-i Nur hizmeti, Türkiye içinde başka gruplara dine hizmet cesareti verdiği gibi İslam âlemi dışında da benzer bir etkiye sahip olmuştur. ]
Etrafı bulanık çamurlu su, hâl ve zamanın sefahet ve atâlet (tembellik) ve bid’atlar bataklığıdır.
[Üstad’ın bu tabiri, Kur’andaki birçok âyete dayanıyor. Kur’an En’am suresi 91 ve emsali âyetlerle dünya hayatını, insanların içinde oyalandıkları ve debelendikleri bir bataklığa benzetir.]
Sen selâmetle, bulaşmadan, sür’atle mescide eriştiğin; herkesten evvel envâr-ı Kur’âniyeye (Kur’anın nurlarına) sâhib çıkıp, kalbini bozmadan sağlam kaldığına işârettir.
[Kur’anda selamet, kalbin temiz, sağlıklı ve kemal hali olduğu vurgulandığından[1] Bediüzzaman, Hulusi Bey’in selametle mescide yetişmesini kalbinin bozulmaması olarak tabir ediyor.]
Mesciddeki küçük cemâat ise; Hakkı, Hulûsî, Sabri, Süleyman, Rüşdü, Bekir, Mustafa, Ali, Zühdü, Lütfü, Husrev, Re’fet gibi Sözler’in hameleleridir (taşıyıcıları ve hizmetkârları).
Ufak kürsü ise, Barla gibi küçük bir köydür.
[O esnada Bediüzzaman Barla’da hakikati ders vermektedir. Barla köyü, bu manada hakikatin ders verildiği bir kürsü olarak görünür. Bediüzzaman müderris ve Isparta mescidinde ders bir ders-i âmdır.]
Yüksek ses ise, Sözler’deki kuvvet ve sür’at-i intişarlarına işârettir.
[Rüyada yüksek ses, sesin içeriğinin yüceliğine işaret ettiği gibi, sözün ihlasla söylendiğini de bildirir. İhlaslı söz, muhataplarının duygularını etki altına alacak derece manevi kuvvet sahibi olur. Yüksek frekanstaki ses, geniş alanlara yayılabilme özelliğinden dolayı Bediüzzaman yüksek sesi, “sözün kuvvetli olması” ve “etrafa yayılma hızı” olarak yorumluyor.)
Birinci safta sana tahsis edilen makam ise, Abdurrahman’dan sana münhal kalan yerdir.
[Her bir akım ve yol, zaman içinde gelişir. Fakat akımların en öz ve hakikate yakın hali, ilk çıktığı zamandır. Bu manada Risale-i Nur hizmetinin de ilk safını teşkil edenler Bediüzzaman ile beraber, iman ve Kur’ana yapılan saldırılara karşı savaş veren kişilerden oluşmaktadır. Abdurrahman’dan kasıt Bediüzzaman’ın öz yeğeni, o âna kadarki en büyük talebesi ve manevi evladıdır. Genç yaşta vefat etmiştir. Rüyaya göre Nur dairesinde Onun temsil ettiği makamı, Hulusi Bey dolduracaktır.]
O cemaat; telsiz âletlerin âhizeleri hükmünde, bütün dünyaya ders işittirmek istemek işâreti ve hakîkatı ise inşâallah tamamiyle sonra çıkacak. Şimdi efrâdı birer küçük çekirdek iseler de, ileride tevfik-i İlâhî ile birer şecere-i âliye (yüksek ve yüce ağaç) hükmüne geçerler. Ve birer telsiz telgrafın merkezi olurlar.
[Rüyanın bu kısmı gelecek zamana dair şifreler içerir. Önce radyo vasıtasıyla sonra televizyon, şimdilerde ise internet ve sosyal medya üzerinden Kur’anın nur ve sırlarının bütün dünyaya yayılma potansiyelini bildiriyor. Ki aynen gerçekleşmiştir.]
Sarıklı küçük genç bir zât ise; Hulûsî’ye omuz omuza verecek belki geçecek birisi, nâşirler ve talebeler içine girmeye namzeddir. Ba’zılarını zannederim, fakat kat’i hükmedemem. O genç, kuvve-i velâyetle meydana atılacak bir zâttır. Sâir noktaları sen benim bedelime ta’bir et.
[Rüyada sarık, sonsuzluğa açık ve Kur’anın 360 boyutlu yapısına muhatap olan ilmin sembolüdür. Materyalist bilim ehli ise, başlarına sarık değil kep takarlar. Sarık, beyaz rengiyle, ilmin aydınlatıcılığını; yeşil rengiyle, kişiye kattığı müsbet ve yapıcı özelliği; sarı rengiyle, insanın kalbine verdiği sevinci; kırmızı rengiyle, insanın duygu dünyasında uyandırdığı heyecanı ifade eder. Genç bir zât, Risale-i Nur hizmetinin takvaya dayandığını ifade ettiği gibi Risale-i Nurları hakkıyla anlamaya muvaffak olanların yaşlı ve orta yaşlı kişilerden ziyade genç dimağ sahipleri olacağını bildirir. Ayrıca rüyada gençlik takvaya işarettir. Çünkü takva, kişiyi günahlardan korur. Günahlar insan ruhunu yıprattığı için günahkar gençler dahi rüyada yaşlı olarak görünürler. Buna mukabil takvalı kişiler ise yaşlı dahi olsa rüyalarda genç, diri ve kuvvetli görünürler.]
Son
[1] Şuara suresi, 89.