Said Nursi'nin Sandıklı'daki son mümessiliydi

Vefat eden Son Şahitler'den Adil Çelik'i, Yazar Ömer Özcan geçen yıl ziyaret etmiş ve yeni kitabı için hatıralarını kaydetmişti. İşte o görüşmeden kayda alınanlar...

Vefat eden Son Şahitler'den Adil Çelik'i, Yazar Ömer Özcan geçen yıl ziyaret etmiş ve yeni kitabı için hatıralarını kaydetmişti. İşte o görüşmeden kayda alınanlar...

Ömer Özcan'ın yazısı - RisaleHaber

Sandıklı civarında Bediüzzaman Şahidlerinin son mümessili olan Adil Çelik, 1904 Afyon-Sandıklı doğumludur. 26 Temmuz 2010 tarihinde kendisini ziyarete gittik. Sandıklı’daki evinin yakınında bulunan camide bulduk Âdil ağabeyi. İkindi namazını beraberce camide eda ettikten sonra bizi evine götürdü. Evinde apayrı bir huzur vardı, biz bunu açıkça hissettik. Yetmiş beş senedir risale yazan bu ağabeyimiz, eve girer girmez hemen rahlenin başına geçti. Gördük ki hizmet heyecanını hiç kaybetmemiş… Rahlenin çevresi ciltlenmiş, ciltlenmemiş kendi yazdığı onlarca eserlerle, kitap formalarıyla doluydu. Bunlardan birisini imzalayarak hediye etme lutfunda bulundu.

Âdil ağabeyin Hz. Üstad’a çok ziyaretleri olduğunu bildiğimizden kameramızı açtık, Bediüzzaman’la ilgili hatıralarından bazı kayıtlar yaptık. Bu yaşlı ağabeyimiz, bize, önce 4. Şuâ’dan kısa fakat çok tesirli bir ders okudu, açıklamasını yaptı. Hatıralarında daha çok Bediüzzaman Hazretlerinden gördüğü kerametler üstünde durdu… Üstad’a olan bağlılık ve hayranlığı anlatılacak gibi değil…
Tevafuk eseri, ziyaretimizden bir gün sonra Afyon’da kalp ameliyatı olacakmış Adil ağabey. Bizim vasıtamızla cemaatin duasını talep etti. Biz hatıralarını aldıktan sonra, kendisini daha fazla yormamak için müsaade alıp yanından ayrıldık. Hatıraları ilk defa yayınlanıyor.

Bizi, Adil Çelik ağabeye Sandıklılı kadim dostu Hasan Hüseyin Erol hocaefendi götürdü ve tanıştırdı. Hasan Hüseyin Hoca Efendi, aynı zamanda, sonradan yazdığımız hatıraları Âdil ağabeye tashih ettirdi. Kendisine çok teşekkür ediyorum. 

Âdil Çelik’ten iki cümlelik kısa fakat esaslı bir ders

Âdil Çelik ağabey, önce kendi yazdığı Osmanlıca Şuâlar kitabını açtı ve sırayla iki cümle okudu. Sonra Hz. Üstad’ın bu ifadelerinden ince ve derin manalar keşfederek açıklamalarda bulundu. Şöyle ki:

“Hem o şuur-u imanî ve intisab ve münasebet ve alâkadarlık ve uhuvvet vasıtasıyla bütün dostlarımın -ki hayatımı ve bekamı maalmemnuniye onların saadetleri için feda ediyorum- onların mes'udiyetleri ile hadsiz bir saadet kendim de hissedebilir gördüm.” (Şuâlar 62)

Bediüzzaman burada şunu diyor: “Ey Risale-i Nur talebeleri! Hayatımı, ten ve bekamı bilâ tereddüd, memnuniyetle size hibe ettim” diyor. “Bu dünyada, 70-80 senedir zindanda yatıyorum; Yâ Rabbi, ben dar-ı bekaya gittikten sonra, nur talebelerinin yerine yatmış olayım. Onları, ben öldükten sonra kanunun pençesine verme Yâ Rabbi” diyor Üstad.

“Bir vâlide veledinin lezzetiyle, zevkiyle, rahatıyla zevklenmesi gibi; ben de o bütün şefkat ettiğim zâtların, o rahmetin himayeti altındaki necatlarıyla ve istirahatlarıyla zevklendim ve ferahlandım ve çok derin şükrettim.” (Şuâlar 63)

Bediüzzaman Hazretleri burada da: “Nasıl ki bir valide çocuğunu meydana getirdiği zaman nasıl zevkleniyor, lezzetleniyor o çocuğuna; ben de Risale-i Nur talebelerine o validenin çocuğunu sevdiği gibi talebelerimi seviyor, onlarla zevkleniyorum” diyor Üstad.

ÂDİL ÇELİK ANLATIYOR

96 yaşındayım, Sandıklı’da bu evde doğdum, bu evde büyüdüm. Şimdi şu anda Mesnevi-i Nûriye’yi yazıyorum. 1926’da Nur talebesi oldum. Üstad Barla’ya geldiğinde 1927’de ziyaretine gittim, dokuz gün kaldık yanında. Üstad’a, onlara baktım dünyanın mahiyetini anladım. Fakat onlar gibi olmak mümkün olmadı, olmak da mümkün değil... Onun yanında devamlı olarak kimse durmadı o zaman. Biz devamlı gittik-geldik yanına. Çok gittim ziyaretine. Eskişehir, Denizli, Afyon mahkemelerine de gittim hep. Ben yetmiş beş senedir Risale yazıyorum, kalem çalıyorum, benim işim bu…
Yarın Afyon’a kalp ameliyatı olmak için gideceğim. Dua ediniz…

Üstad’la ilk tanışmamız, 1927’de oldu. Bir hizmetkârı vardı, Vanlı Sabri namında; bizim köye geldi, her köye gidiyordu o. “Sana bir şey söylesem kabül eder misin?” dedi. “Barla’ya bir Kürt hoca geldi, duydun mu?” dedi. “Duydum” dedim. “O Mehdi’dir, o hoca değildir” dedi. Elini cebine soktu bana dört-beş tane üzüm verdi. “Ye bakalım ye” dedi. Kalbime bir aşk düştü. Barla’ya geldiğinde 1927’de Hacı Ahmed beni çanta gibi taşıyordu. Barla’ya beraber gittik.

Çocuğu olmayanlara Üstad’ın cevabı

Sandıklı’nın Macıl Köyünde biz Nasıf Hocanın medresesinde ders görüyoruz. Benim elimde ders kitabı var... Nasıf Hocafendi büyük evliya... Macıl köylü Hacı Ahmed ve Hacı Hasan vardı, onların çocukları olmuyordu. Nasıf Hoca Efendi: “Ahmed Çavuş gittiniz mi Burdur’a o Hocaya?” dedi. “Gittik efendim” dedi. “Kürt mü?” dedi. “Kürt” dedi onlar da. “Ahirzamanda gelecek bu zattır, hemen ipine sarılın koyuvermeyin” dedi.

Mesele şu: Hacı Ahmed ve Hacı Hasan Burdur’a çocukları olmadığı için gidiyorlar. Bediüzzaman’dan dua isteyecekler. Daha bize çocuk için dua ediver demeden Bediüzzaman: “Ben İstanbul’da Yûşa Aleyhisselam’ı ziyaret ediyordum. Bir gün bir kavağın altına oturmuştum, kavaktan bir yaprak düştü, yaprakta bir kabarcık var, o kabarcığı kırdım baktım, içinde ufacık sinekler gördüm. O zaman düşündüm; kavak canlı, fakat ruhsuz, canlı kavaktan ruhlu mahlûkat halk eden Allah, dilerse her şeyden halk eder” demiş Üstad.

Hacı Ahmed ve Hacı Hasan “Biz daha hiçbir şey demeden bizim kalbimizdekini yüzümüze vuruverdi” dediler o zaman. Fakat dua ediver demediğimizden çocuğumuz da olmadı demişlerdi.

Üstad’ın duası bizi hapisten kurtardı

1948’de Afyon Hapishanesine gittik, Bediüzzaman’a gittik. Bir kilo şeker aldık. O zaman şeker bulmak zor, yok… Gittik, Hocafendi (Bediüzzaman) gardiyan odasındaymış. “Esselamün aleyküm yâ efendi hazretleri” dedik. “Siz hoş geldiniz” dedi. “Üstad’ım bir okka şeker getirmiştik” dedik. “Ben sizin şekeri aldım kabül ettim, kardeşlerim çay için şeker yok derlerdi, kardeşlerime dağıtın” dedi.
Bir beyefendi geldi, “Bütün kazandığınızı bu Kürd’e yediriyorsunuz, Türklerde bu kadar hocalar var…” dedi. Bizim Hacı Ahmed sinirli tabi “S… lan eş. oğlu eş. bizim kazandığımızı sen mi veryon, çık ordan…” dedi. O adam da Cumhuriyet Savcısıymış meğer. Sivil polisler tuttular, attılar bizi dama (hapishane). Üstad da orada, her şeyi duydu... Bizi tuttuklarında şöyle toparlandı; “Ben dua ediyorum sizi tutamayacaklar” dedi. O günkü hali nasıl unuturum bilmiyorum, unutulacak bir şey değil (Âdil abi ağlıyor) Bizi attılar içeri…

Komiser ifademizi alıyor. Hacı Ahmed ihtiyar, ben gencim. “Gel buraya, adın ne?” dedi. “Ahmed”, “Babanın adı ne?”, “Mustafa”, Memleketin?”, “Sandıklı Macıl Köyü” İfadeleri Daktiloyla yazıyor komiser… Yalnız; “Adım İbrahim, Babamın adı Süleyman, Memleketim Emirdağ” olarak çıkıyor yazı daktilodan. Tekrar soruyor, “Adım Ahmed, babam Mustafa, memleketim Sandıklı…” şak, şak, şak tekrar yazdı daktiloyla… “Adım İbrahim, Babamın adı Süleyman, Memleketim Şuhut” çıktı bu sefer.
Âmir girdi içeriye “ne yapıyorsun komiser bey?” dedi. “Efendim bunların ifadesi alınamıyor, parmağımı ‘A’ harfine basarken ‘B’ harfine basıyorum, alınmıyor bunların ifadesi” dedi. “Nasıl alınmaz yahu?” deyince, “buyur” dedi çekildi komiser. Aynı şekilde, “adın ne?” diye sormaya başladı. “Adım Ali, Babam Süleyman…” çıktı daktilodan. Hiç bir şey demedi, hemen polislere “çatın bunları” dedi. Bir polis bana, bir polis Hacı Ahmet’e kelepçe ve tabancayla bizi götürdüler savcıya, sanki eşkıya götürüyorlardı...

“Savcı bey bunların ifadesi alınmıyor, alamadık” dedi. Savcı önce başını böyle yere eğdi, sırtını bize döndü, sinirle bağırdı: “Koca Atatürk bunların hakkından gelemedi, Türkiye Cumhuriyeti gelemedi, ben nasıl gelem, git-götür, gözüm görmesin bunları” diye bağırdı. Savcı hem yüzünü şöyle çevirdi, hem de eliyle yüzünü, gözünü kapattı. Nurcu görmek istemiyordu… Neyse bizi bıraktılar, biz hemen camiye gittik…

Orada birisi: “Ey hükümet! Bu bir evliyadır, Allah dostudur, Allah’tan korkun, kere köre tapmayın” diye bağırıyordu. “Kardeşim sen niye öyle diyorsun, seni dama koyacaklar” dedim. Ben damda (hapishane) Üstad’ın yanında olurdum, arkadaş sen işine bak” dedi bana.

Üstad Afyon Mahkemesinde Ulûlemre itaat edin ayetini hâkimlere izah etti

1948’de Sandıklı’dan Afyon’a mahkemeyi izlemek için gittik… O zaman iki aza, bir hâkim, bir savcı oturuyordu kürsüde. Üstad kapıdan girdi, sarık aynen başında. Ben bunu gözümle gördüm. İnsanlar ayağa kalktı, yer gösterdiler. Üstad oturdu. Baktım Savcı şöyle sırtını dönüp oturuyor.
Bir ara hâkim: “Atlullahl ve atlulresullahi emri min külli…” (Nisa 59) ayetini okudu. Sonra “Madem bu hoca niçin kabül etmiyor bu ayeti?” dedi. Ayette “Ulûlemre itaat edin” şeklinde bir mana var. Hoca (Bediüzzaman) ayet bitinceye kadar boynunu kırdı, dinledi. Ayet bitince:

“Ey Heyet-i Hâkime! Şimdi ben size soracağım. Bana okuduğunuz Ayet-i Kerimede Cenab-ı Allah diyor ki: “Ey Resulüm! Söyle ümmetine bana itaat etsin, sana da itaat etsin, benden gelen Kur’anın hükmüyle mahkeme eden hâkimlere de itaat etsinler” diyor. Sizde ‘minküm’ var mı yok mu?” dedi. (Minküm= Sizden olan) Hâkim “biz ‘minküm bilmiyoruz ki” dedi. “Ben söyleyeceğim, siz kızacaksınız?” dedi Üstad. “Söyle kızmayacağım” dedi. “Allah diyor ki: ‘Habibim söyle kullarım bana iman etsin, bana itaat etsin, sana da itaat etsin, bana itaat etmeyene ben rahmet etmem, sana itaat etmeyene sen şefaat etme. ‘Minküm’ diyor ki; benim Kur’anımla mahkeme etmeyen bir hâkim gelirse ona itaat etmeyin diyor.” Şimdi sizler neyle muhakeme ediyorsunuz?” dedi. “Biz Kur’an’la muhakeme etmiyoruz” dedi hâkimler. “Öyleyse onunla itaat etmeyen size, ben de itaat etmiyorum” dedi Üstad. Velhasıl buna benzer çok hadiseler gördük biz...

Üstad’ı görmeye ninemizle beraber gittik

Ninemizin çok emeği var…

Sene 1955. “Yarın Isparta’ya mahkemeye gideceğim ben” dedim ninemize. “Allah denk getirsin” dedi. “Sen de gider misin?” dedim. “Aman ne güzel olur” dedi. “Şöyle bir görsem yüzünü, bir göreyim yeter” dedi.

Isparta’ya vardık. Kalem arkadaşımız vardı Mustafa Ezener, onun dükkânındayız. Onun dükkânına oturttum ninenizi; “Sen burda bekle kalabalık var, ben seni buradan alırım” dedim. Şu elimde de Kur’an var.

Allah bize nusret verdi, Adliyenin merdiveninde yer aldık biz. Bediüzzaman sarık başında, elini şu şekilde açıverdi, bağrıma değdirdi; “Siz ve zevceniz, sizi Allah Lehv-i Mahfuz’da nur talebesi olarak kaydetmiş” dedi. Ben görmedim, meğer nineniz arkama dinelmiş, beni de dürtmüyor, ben geldim de demiyor. İşte böylece ninen de görmüş oldu Üstad’ı…

Sonra arkama üç yumruk vuruldu. Baktım İstanbullu Fahri Bey… Dedi ki: “Yedi sene oldu ben kapısında yatıyorum, bir dua almadım, bugün siz Allah’a karşı ne yaptınız da bu duayı aldınız?” dedi.

www.RisaleHaber.com

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

Nur Talebeleri Haberleri