Bediüzzaman’ın, Hz. Peygamber(a.s.m)’in torunu olup olmaması meselesi yeni tartışılan bir mesele değil. Bu konudaki yaklaşımların temelinde ise meselenin realitesinden çok “bakış açısı farklılıklarının” etkin bir rol oynadığı göz ardı edilemez.
Bediüzzaman’ın inşa etmek istediği hizmet modelinin temelinde “kitap eksenli bir hareket modeli” vardır. Hem risalelerin muhtelif parçalarında hem de hayatında kendisiyle birlikte hareket eden birçok talebesinin canlı şahitliğiyle, onun (Bediüzzaman), Risale-i Nur’ların rehberliğinde iman ve İslam hakikatlerine muhatap olmak en hayati tavsiyelerinden biridir. Her ne kadar kitabın te’lifi kendisine ait olsa da, eserlerin muhtevası Kur’an hakikatlerini konu aldığı için sürekliliği ve kutsiyeti vardır. Ve böylesine büyük ve kutsi hakikatler ve bu hakikatlere hizmet, kendisi gibi ölümlü ve her an çürütülmeye müsait fani bir insanın üzerine inşa edilmemelidir.
Bediüzzaman’ın bu tespiti onun hayatında öylesine berrak bir şekilde tezahür eder ki, şahsiyetine ait herhangi bir iltifat ve kendisini ön plana çıkartacak bir vasfından bahsedilmesine şiddetle karşı çıkar. Bunun tek istisnası vardır: Eğer Cenab-ı Hakkın kendisine lutfettiği ikramlar Kur’an ve hakikatlerine hizmet etme potansiyeli taşıyorsa, “tahdis-i nimet” için ve şükre vesile olması şartıyla ifade etmekte beis görmez.
Risalelerin güzelliğine dair bir kısım iltifat ve gaybi işaretleri talebeleriyle paylaşmasının ardında yatan hikmetlerden biri de budur hiç şüphesiz.
Bediüzzaman’ın, Hz. Peygamber(a.s.m)’in pak nesline nispet edilmesi meselesine dair beyanları, yukarıdaki “hizmet düsturlarını” referans alarak değerlendirmek, konuyu daha rahat ele almamıza yardımcı olur diye düşünüyorum.
Fakat bunun için, birkaç noktayı tespit etmek gereklidir:
Bediüzzaman Seyyid midir?
Bunun için iki önemli bilgi söz konusu;
1. Bediüzzaman’ın (bir kısmı da hayatta olan) yakın talebelerine olan beyanı
2. Seyyid’lik konusunda bir kısım İslami hassasiyetleri göz önünde bulundurarak, devlet sisteminin bir parçası haline getirdiği Osmanlı İmparatorluğu’nun, bu gerçeği tespit için yaptığı çalışmalar ve açtığı kurumlardaki kayıt ve soy ağacı belgelerinde bu durumun tespit edilip edilmemesi
Talebeleri Ne Diyor?
Bediüzzaman’ın seyyid olduğuna dair beyanlarını ifade eden özellikle 3 isim vardır: Albay Hulusi Yahyagil, Osman Çalışkan ve Salih Özcan…
Hulusi Yahyagil, Said Nursi’nin birçok yerde ifade ettiği gibi “Nur’un Birinci Talebesi” unvanına layık, ehl-i kemal bir şahsiyettir. Kendisi de “Evlad-ı Resul” olan bu muhterem insanın kendi notlarında ortaya koyduğu üzere, Bediüzzaman, kendisine hitaben “Kardeşim; sen de ben de Hz. Peygamber(a.s.m)’in soyundanız” beyanında bulunmuştur. Bu bilgileri derli toplu bir şekilde İhsan Atasoy’un Nesil Yayınlarından çıkan “Nur’un birinci talebesi Hulusi Yahyagil” adlı eserinde okuyabilirsiniz.
İkinci isim Osman Çalışkan’dır. Bediüzzaman’ın Emirdağ’ındaki yakın talebelerinden ve risalelerin muhtelif yerlerinde bahsedilen “Çalışkanlar Ailesi”nin büyüklerinden olan Osman Çalışkan’ın söyledikleri, Bediüzzaman’ın “evlad-ı resul” olduğuna dair bilgide asla şüpheye yer verilmemesi gerektiğini açıkça ortaya koyar. Benim de oğlu İhsan Çalışkan vesilesiyle onlarca kez dinlediğim aşağıdaki hadiseler, oldukça berrak bir şekilde meseleyi netleştirmektedir:
"Ben Hazret-i Ali'nin neslinden geliyorum"
"Babam bir gece Risale-i Nurları elle çoğaltırken aklına şöyle bir husus geliyor: 'Üstadın Ehl-i Beytten olması gerekir. Hâlbuki Üstad Şarktan geldi. Bu nasıl olur acaba?'
"Sabahleyin dükkâna giderken Üstadın kapısında üç-beş kişiyi görüyor. Gidiyor, hemen ilgileniyor. Üstad, babamı görünce, mangalı veriyor, 'karşı fırından ateş al, buraya getir' diyor. Babam ateşi götürdükten sonra Üstad diyor ki: 'Kardeşim Osman, ben de seni çağırtacaktım. Çünkü ben Hazret-i Ali'nin (r.a.) neslinden geliyorum.'
"Böylece babamın aklına gelen suali Üstad cevaplamış oluyor. (Son şahitler 2. cilt, sayfa 415) 1993 baskısı
"Beni Hz. Hasan gibi şehit etmek istiyorlar"
"l945 Ramazan'ı. Akşamdan sonra Üstadın zehirlendiğini haber aldık. Mustafa Acet, Ceylan Çalışkan, Halil Çalışkan, Hamza Emek'le beraber Üstadın yanına gittik. Üstad çok rahatsızdı. Yatsı namazını da kılamamıştı. Sonra abdest almasına yardım ettik. Ceylan Ağabey koluna girdi. Ve Üstad oturarak yatsıyı kıldı. Gece saat yarıma doğru Üstad, 'Elhamdülillah çok şükür bu ıztıraptan kurtuldum. Kardeşlere selâm söyleyin, bana dua etsinler' buyurdu. Bu zehirlenmenin akabinde sonradan öğrendiğimize göre, Üstadın bedeline Hasan Feyzi Ağabey âhirete irtihal etmişti.
"Sabahleyin babam, geçmiş olsun ziyaretine gitti. Üstada soruyor: 'Üstadım, ihtar edilmedi mi, zehiri yemeseydiniz olmaz mıydı?'
"Üstad, 'Kardeşim Osman, ben Hasan ve Hüseyin Radıyallahü anhüma'nın neslinden geliyorum. Beni onlar gibi şehit etmek istiyorlar, fakat muvaffak olamıyorlar' diyor. (Son Şahitler 2.cilt, sayfa 416 1993 baskısı)
Üçüncü isim ise hâlâ hayatta olan Salih Özcan’dır. Kendisi de Seyyid olan bu zat, 1949’da Bediüzzaman’ı Emirdağ’ında ziyaret ettiğinde yaşadığı hatırayı şöyle anlatıyor:
“…Tatilde Emirdağ’a Üstadın ziyaretine gittim. …Ben kendilerinin seyyid olup olmadığını sordum. “Evet, ben seyyidim, ama sakın kimseye söyleme. Annem Hüseynî, babam Hasenî’dir dedi. Sonra da “Ben de seyyid sayılır mıyım?” diye tebessümle sordu. Ben de, “Hem de çift taraflı seyyidsiniz!” dedim.” (son şahitler 3.cilt, sayfa 238) 1993 baskısı
Peki ya Belgeler Ne Diyor?
İşte bu kısım -en azından benim açımdan- düne kadar muğlâktı. Lakin 20 Aralık 2012 tarihinde WOW Otelde gerçekleşen, OSAV mütevelli heyet başkanı Prof. Ahmet Akgündüz’ün belgelerin orijinalini de bizzat göstererek ve benim de bizzat hazır bulunduğum toplantıda ortaya koyduğu şekilde artık gün yüzüne çıktı! Dün basın mensupları ve davetlilere dağıtılan kitapçıkta bu konu tüm dokümanlarıyla birlikte hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde yayınlandı. Sanırım OSAV ‘dan hâlâ temin edilebilir. Bu vesileyle, bu titiz ve yalnızca tebrik ve takdiri hak eden ilmi çalışmadan dolayı kendilerini can-ı gönülden tebrik ediyorum.
Peki, Bu Gerçeklerden Sonra Ne Değişecek?
Hem hiçbir şey, hem de çok şey… Buna herkesin bakış açısı karar verecek aslında.
Örneğin benim gibiler için pek bir şey değişmeyecektir. Benim gibiler diyorum; yani İslam’da imtiyazlı bir ruhban sınıfı olmadığı gibi, nesep referanslı bir soylular gurubunun da olmadığını bilenler için. Zira ben ve benim gibilerin temelde referans aldığı şey, Kur’an’a ve Sünnete ittibadır. Yani bir insanı ve din alimini seçkin ve soylu kılan şey İman ve Kur’an hakikatlerine bağlılığı ve Hz. Peygamber’e olan manevi intisabıdır. Buna da Bediüzzaman’ın ifadesiyle “manevi seyyidlik” denir ve nesebi seyyidlikten elbette daha ehemmiyetlidir. Onun için ne Bediüzaman “kürt” dediler diye onun dillendirdiği hakikatlere karşı zerre kadar uzak kaldım; ne de bundan sonra başka bir gözle okuyacağım.
Bediüzzaman benim için hem eserleriyle hem de sünnet dairesindeki yaşantısıyla benim üstadımdır; değil mi ki Ömrünü Rabbimin kelamı Kur’an’a adamış ve yaşamını Hz. Peygambere tabi olmakla şereflendirmiş; elbette başımızın tacı olmaya devam edecektir! Zira Kur’an nesebi değil, takvayı esas alır!
Kısa vadede olmasa da uzun vadede kimileri için çok şey değişecek. Kimler için mi?
-Sırf Bediüzzaman Kürtlerin bulunduğu bir toplumda doğup, kürtçe konuşup, kürt olarak anıldığı için baştan gardını almış ve İslamın lanetlediği ırkçılık illetine düşmüş kimseler için
-Bediüzzaman’ın doğuda dünyaya gelip o kültürle yetişmesinden yola çıkarak, etnik milliyetçilik üzerinden onu yakın tarih çalışmaları ve siyasal anlamda karalamaya çalışan sahtekarların maskeleri düşeceği için;
-Kendisini Bediüzzaman’ın düşüncelerini takip edenlerden olarak tanıtıp da, perde altından “Üstad seyyid değil; kürttür” diyecek kadar cinnet mustatili olmuş kimselerin, risalelere ve Bediüzzaman’a olan sadakatlerinin testi için…
Kıyamet senaryolarının ayyuka çıktığı şu günlerde ,Prof. Nevzat Tarhan’ın toplantı sonunda belirttiği gibi “ Bediüzzaman’a ırkçılık üzerinden yaklaşanların başlarına kıyamet koptu !”
* * *
Özelde Türkiye, daha geniş ölçekte ise İslam dünyasında, Bediüzzaman’ın düşünce ve fikirlerine karşı daha bir dikkat kesilecek kişi ve gurupların olması da muhtemeldir:
-Hz. Peygamberin öz be öz torunu olmak yanında Abdülkadir Geylani Hz.lerinin de torunu olmasının özellikle tasavvuf ekolü mensuplarının dikkatini çekmesi
-Allame Tabatabai’nin ifadesiye “Ehl-i Beyt Mektebi” mensuplarının, bu Ehl-i Beyt torununa olan ilgilerinin artması,
-Bediüzzaman’ın taşıdığı misyonun küresel ölçekli bir misyon olduğunun, bu vechesiyle de tahakkukunun ve bu suretle ittihad-ı İslam tohumlarının inkişafına vesile olmasını Cenab-ı Hakkın rahmetinden niyaz ediyorum.
Bir de şu nokta var ki;
Bediüzzaman’ın seyyidliği her şeyden önce Hz. Peygamberin şahs-ı manevisi hesabına sevinilecek bir durumdur. Kevser Suresinin nüzul sebebini, keza, “ebter” iftirasına karşı “Kevser”in verilmesine dair müfessirlerin yorumlarını okuyanlar; Efendiler Efendisinin hem getirdiği hakikatler hem de soyunun ne kadar bereketli bir soy olduğunu, Bediüzzaman’ın şahsında bir kez daha görebilirler. Yani Hz. Peygamber öylesine bereketli bir soya sahiptir ki, 14 asır sonra bir torunu bile milyonlarca insanın imanın kurtulmasına vesile oluyor! Bu hem asırlar önce Hz. Peygambere “ebter” iftirasını atanlara, hem de getirdiği hakikatlere “ebter” gözüyle bakanlara ; Bediüzzaman vesilesiyle vurulmuş bir tokat değildir de nedir!?
Eserlerinde Birkaç Yerde Seyyid Olmadığına Dair Beyanlarına Nasıl Bakılmalı?
Burada yazımızın başında belirttiğimiz gibi, Bediüzzaman’ın, kendi şahsına, en ufak bir paye vermek istememesi düsturunu ifade etmekle yetiniyorum. Başka birkaç noktaya daha değinmek istemiştim; lakin bir internet sitesinde okuduğum bu konuyla alakalı bir açıklama, belirtmek istediklerimin birçoğunu güzel bir şekilde belirttiği için vazgeçiyorum.
Site Şu:http://www.risaleonline.com/soru-cevap/beduzzamanin-ben-seyyid-degilim-demesi
Son sözüm Kur’an-i Mu’ciz-ül Beyan’dan olsun:
“Ey insanlar! Bakın, Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve sizi kavimler ve kabileler haline getirdik ki birbirinizi tanıyabilesiniz. Şüphesiz, Allah katında en üstün olanınız, O'na karşı derin bir sorumluluk bilincine sahip olanınızdır. Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır.” (Hucurat/13, Muhammed Esed Tefsir/Meali.) (Osman)