Said Nursi’nin son sözü ‘tenkit’ oldu

Mehmet Kırkıncı Hocaefendi ile yaptığımız röportajın ikinci bölümü

Röportaj: Abdurrahman Iraz-İhsan Atasoy-Mehmet Ali Bulut-Abdülkadir Özsoy/Risale Haber

 

II. BÖLÜM 

 

1955’te ilk defa Üstad’ı ziyaret etmeyi düşünüyorsunuz?

 

Evet.

 

‘SEN, SUNGUR AĞABEY OLMAYASIN?’ ‘TA KENDİSİYİM’

 

Trabzon’a mı gittiniz?

 

Bir arkadaşa söyledim. O biraz dışarıyı bilirdi. Ben ilk defa Erzurum’dan çıkacaktım. Trabzon’a gittik. Oradan da İstanbul’a geçtik. Evvelde, Samsun’da Mustafa Sungur ağabey askermiş. Ağabeyleri duymuştuk ama tanımıyorduk.

 

İsimlerini biliyorsunuz.

 

Evet, isimlerini biliyoruz. Duyduk, Samsun’da askermiş, önce onu ziyaret edelim dedik. Önce Trabzon’a geldik. Orada Abdurrahman Efendi ile görüştük.

 

O ne anlattı Üstadla ilgili?

 

Çok şey anlattı. “Hayret ettik, o kadar sevdik ki. Fakat O’nu burada durduramadık” dedi. Sonra Samsun’da Sungur ağabeyi bulursak ziyaret edelim, dedik. Oradan Samsun’a geldik. O kardeşin de ağabeyleri orada. Onlara misafir gidecektik. Bir cami var, orada akşam namazımızı kılalım da öyle gidelim eve, dedi. Gittik. Baktım bir adam var, elinde bir pardesü ile ayakta duruyor. ‘Siz akşam namazınızı kılmadınız mı?’ ‘Hayır.’ ‘Beraber kılalım.’ ‘Sen, Sungur ağabey olmayasın?’ ‘Ta kendisiyim.’

 

Sungur ağabey ile tanışmanız böyle mi?

 

Ahh, şimdi hayalimde canlandı! Ne namaz… O kardeşin de ağabeyine bugün gidelim, yarın gidelim dedik, gidemedik.

 

Sungur ağabeyin cazibesi tuttu.

 

Evet. Her akşam dersler falan. Neyse. Bizi uğurladı, Üstad Hazretlerine ziyarete gidiyoruz ya.

 

ÜSTAD EMRETMİŞ, YENİ YAZI İLE BASILSIN SÖZLER” DEDİ

 

Siz demek ki Üstad Hazretleri ile görüşmeden önce Sungur ağabey ile görüştünüz öyle mi?

 

Evet, öyle. Bize adres verdi. “Ankara’da Samanpazarı var. Orada Atıf Ural, Said Özdemir, Mustafa Türkmenoğlu var. Sözler’i basıyorlar. Üstad emretmiş, yeni yazı ile basılsın Sözler” dedi. “Yeni yazı ile mi basılıyor Sözler?” “Evet” o kadar çok sevindim ki. Bizden de para topladılar Erzurum’da iken. Para gönderdik ki, Sözler basılacaktı. Geldik, Samanpazarı’nda ağabeylere misafir olduk. ‘Burada birkaç gün kalın da ayet-i kerimeler var. Onların basımında yanlış hareket etmeyelim’ dediler. Birkaç gün kaldık. Bunlar matbaaya giderler, sabah namazında bize seslenirlerdi. Atıf Ural sabah namazımızı kıldırırdı.

 

Atıf Ural mı kıldırıyor namazı?

 

Evet.

 

E, siz hocasınız…

 

Yok canım, ne hocası. Atıf Vural oradayken hocanın ne ehemmiyeti var? (Gülüşmeler…)

 

ÜSTAD SİZİ KABUL EDER AMA BİR FORMA VEREYİM

 

O zaman genç tabi biraz.

 

Evet, genç. Neyse. Bize, ‘Üstad sizi kabul eder ama bir forma vereyim Üstad’a götürün. Herkese sormayın, polisler sizi götürür’ dedi. Formayı verdi, Isparta’ya geldik. Isparta’ya geldik ama kime soralım. Keşke ‘herkese sormayın, polisler sizi götürür’ demeseydi. Ne olur ne olmaz, korkuttu ya bizi. Camiye geldik. ‘Burada bir kuşluk namazı kılalım, bakalım ne yapalım diye’. Kuşluk namazımızı kıldık. Artık ne kadar kıldıysak. Üç kişi de geldi, karşımızda oturdu. Bir tanesi sordu ‘Ağa nerelisin?’ ‘Erzurumluyum.’ ‘Hayırdır, niye geldin?’ ‘Üstad’ı görmeye geldik’ ‘Haa, pekâlâ.’ ‘Bizi Rüştü ağabeye götürebilir misin?’ ‘Hay hay’ götürdü bizi. Biz Üstadı hep sarıklı gördük. Neyse götürdü bizi Rüştü ağabeyin dükkânına. ‘Selamün Aleyküm. Rüştü ağabey sen misin?’ ‘Evet.’ ‘Üstad’ın yanındaki Rüştü ağabey sen misin?’ ‘Evet.’ Sakallı, sarıklı bekliyorum ya ne sakal var ne sarık. Benim ismin de gitmişti oraya Erzurum’dan Mehmet, diye.

 

Cemaat zaten bir avuç, tanıyorlardır sizi.

 

Evet.

 

ASKERDE RİSALE-İ NUR’DAN YAKALANDIM

 

Belki Üstad da biliyordur sizi?

 

Üstad çoktan biliyordu bizi.

 

Sizin mektubunuz var, Üstad’a yazdığınız değil mi?

 

Askerde Risale-i Nur’dan yakalandım. Astsubaylara Risale-i Nur verdim. Akşam evlerinde toplanıp ders okuduğumuzdan şikâyet ettiler, yakalandık. Yakalandıktan sonra da hapse girdik tabi. O zaman Üstad Hazretleri Süleyman Efendi isminde Süleyman Kaya’yı yanıma gönderdi. Ben askerim, hapse girdim. Üstad gönderdi onu. Biz tedbirsiz gittik tabi. Bu dedi ki; “Biz devenin üzerinde bir hazine götürüyoruz. Deve yumurtaların üzerinden gidiyor. Ne yumurtalar kırılacak, ne deve duracak.” Tedbirsiz gittik, Süleyman Kaya bizim yanımıza geldi, dersler okuduk. Bir gün ikindi namazına geliyoruz beraber. Sünnetten sonra ayağa kalktık, imama uyduk. Veccehtu… ‘Süleyman ağabey, bu Üstad mürşid de ama makamı ne?’ ‘Mehdi.’ Bir heyecanlandım namaz kılarken. Mehdi… Allah Allah… Duyduk, kabul ettik.

 

DEVLET BAKTI Kİ BU CEMAAT MÜSPET BİR CEMAAT

 

Üstad’ın bu ihtiyat mevzuu çok hassas. Yani sürekli ihtiyatı koruyor. O ihtiyat hükmü bugün Risale-i Nur için kalktı mı? Yoksa devam ediyor mu?

 

Yok, artık gitti o günler. Üç kişiyle ders okunurdu hapislerde, evlerde. Şimdi binlerce kişi. Üç kişi ile okuduğumuz zaman bizi hapislere atıyorlardı. Artık devlet baktı ki bu cemaat müspet bir cemaat. Anarşiye karşı, teröre karşı, devlete itaat eden bir cemaat var, bıraktı bizi. Müspet harekete koşuyoruz. Yüzlerce, binlerce ders okuyoruz. Ben bir aydan fazladır güneydoğuyu dolaştım. Antep, Urfa…

 

Onlarla ilgili sorumuz olacak. Rüştü ağabeyde kalmıştık…

 

Bizi Üstad’a götür, dedik. ‘Gidemeyiz, ikindiden sonra gidelim’ ‘Niye gidemiyoruz?’ ‘Keçiler burada’ ‘Keçi ne?’ Meğerse polislere keçi diyormuş. İkindiden sonra götürdü. Kapıyı vurduk, Tahiri ağabey kapıyı açtı. İlk defa Tahiri ağabeyi gördüm, çok heybetli bir adam. İçeri aldı bizi ‘Burada biraz oturun, Üstadım şimdi gelecek’ dedi.

 

BİR ZAMAN GELECEK RİSALE-İ NUR ALTINDAN SATIRLARLA YAZILACAK

 

Üstadın şimdiki bildiğimiz evinde, değil mi?

 

Evet, tam o ev. Bekliyoruz Üstad gelecek. İnce kilim gibi bir şey serili. Başka da bir şey yok. Birden kapı aralandı. Ben zannettim ki bulutlar yarıldı da bir ay parçası çıktı ortaya. Hulusi ağabeye anlattım, yazmamı istedi. Bunları yazdım kitaba. Zübeyir ağabey yazdırdı, İttihat’ta neşrettirdi.

 

Üstadı ilk gördüğünüz an kalbinizde ne oldu?

 

Öyle bir hayal bana geldi. Öyle bir sevgi içerisinde. Formayı veriyor. Formayı sol eliyle tutuyor sağ eliyle vuruyor formaya. “Bir zaman gelecek Risale-i Nur altından satırlarla yazılacak.” Allah Allah, bunlar ne zaman olacak? Bir heyecan yaşadım ki. Zübeyir ağabeye okuttu formayı.

 

Getirdiğiniz Risaleyi?

 

Evet, okuttu.

 

Zübeyir ağabeye okuttu Üstad.

 

Evet, O’na okuttu.

 

Tashih etti yani?

 

Evet. Tashihini yapmış oldu.

 

Hangi bölümdü?

 

Hatırlayamıyorum.

 

Ne kadar kaldınız Üstadın yanında?

 

2-3 gün kaldık. Barla’ya gittik.

 

O 2-3 gün içerisinde Üstad Hazretleri ile namaz kılma imkânınız oldu mu?

 

Olmadı. Namaz kılamadık Onunla.

 

Ağabeylerle kılıyorsunuz.

 

Evet, tabii.

 

SİZ BURADA RİSALE-İ NUR, CEVŞEN OKURSANIZ RUSYA’DA KÜFR-Ü MUTLAK YIKILIR

 

Ama o arada görmeniz oldu mu?

 

Tabi. O zaman Rusya, komünistlik dünyayı sarsmıştı, hatırlıyor musunuz? Siz küçüktünüz, Rusya dünyayı sallıyordu. O zaman derdi ki Üstad Hazretleri, dün gibi aklımda, “Siz burada Risale-i Nur okursanız, Cevşen okursanız orada, Rusya’da küfr-ü mutlak, dağlar gibi yıkılır.” O zaman Üstadın yanında yirmi talebe ancak vardı. Benim gibiydi hepsi. Berber Mehmet vardı. Ne kadar Risale-i Nur okuyabilirdik ki? Mahvoldu gitti Rusya. Bu, Üstadın sözüydü. “Rusya yıkılacak, yerine İslamiyet neşrolacak orada.”

 

1955 yılında, değil mi?

 

1955 evet.

 

Siz Rusya’nın yıkılışını o zaman, 1955’te Bediüzzaman size söyledi.

 

Evet, söyledi. Bu nasıl yıkılır? Üstad söylüyor ama… Fesubhanallah.

 

Hayal gibi geliyor?

 

Nasıl yıkılır? Hayal gibi geliyor.

 

Barla’ya gittiniz.

 

Barla’ya gittik, Barla’yı da gezdik.

 

Size yol harçlığı vermem lazım, demiş.

 

Evet, öyle söyledi.

 

BARLA’NIN İNSANLARI ÜSTADI ANLATTILAR

 

Yani kendisini ziyarete gelenlere yol harçlığını veriyor.

 

Barla’ya gittik. Yanımıza bir kadın geldi. Üstada baktı öyle bir ah etti ki, Allah Allah.

 

Niye?

 

Üstadın talebeleri diye.

 

Sevindi yani?

 

Sevindi. O Barla’nın insanları Üstadı anlattılar. Bir çınar ağacı var medresenin kapısının önünde, görmüşsünüzdür. Barlalılar aynen anlattılar, dediler ki; “Biz sabah erkenden merkeplerle tarlaya giderdik. Üstad da bu ağacın başında ya Kur’an okurdu ya da Cevşen. Buradan giderken O’nun sesini dinlerdik. Sesi bize öyle bir zevk verirdi ki. Kuşlar da dinlerdi bir bir. Şimdi ne o kuşlar kaldı ne o yapraklar…” gözyaşlarıyla bunu anlattılar.

 

BİRBİRİNİZİ TENKİT ETMEYİN, TENKİT YARA YAPAR

 

Sonra oradan döndünüz. Dönerken, ayrılırken size ne dedi?

 

“Risale-i Nur’un hizmeti bu sırran tenevvere” dedi. “Allah sizi muhafaza etsin. Ama üç kişi bulursanız, olursanız okursunuz. Ama birbirinizi tenkit etmeyin, tenkit yara yapar” dedi.

 

İhlâs Risalesinin düsturu.

 

Öyle değil mi?

 

Evet.

 

Benim aklımda kalanlar işte.

 

AYRILIRKEN ÜSTADIN SON SÖZÜ BU OLDU

 

Ayrılırken size söylediği son şey bu muydu?

 

Son söz buydu evet. Unuttuk tabii daha başka şeyler de söyledi. Yazmadık o zaman.

 

Sonradan ne yaptınız? Erzurum’a mı geldiniz?

 

Evet. Erzurum’a geldik. Hizmete devam ettik.

 

Ama daha büyük bir şevkle oldu.

 

Oo ne demek.

(Devam edecek)

BİRİNCİ BÖLÜM:

 

 
Bediüzzaman ismini ilk kez o an duydum


 

Röportaj Haberleri