Said Nursi'nin soy ağacını açıklamak vahim

Yeni Şafak yazarı, Bediüzzaman Hazretlerinin soyağacına yönelik çalışmayı "vahim" olarak niteledi

Risale Haber-Haber Merkezi

Yazar Müfit Yüksel, Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin soyağacına yönelik çalışmayı "vahim" olarak niteledi. Yeni Şafak'taki yazısında Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerindeki ifadelerine yer veren Yüksel, bu çalışmaların Kürtlerin İlsmaiyetten uzaklaşmasına yol açacağını iddia etti.

Yüksel'in yazısı şöyle:

"Bir sülâle-i mârufeye nisbetim yoktur"

Yıllardır Bediüzzaman hazretleri ile ilgili lehte ve aleyhte birçok tartışmaya şahit olduk. Soyu ve nesebi ile de ilgili birçok şey tartışılıp durdu. 70'li ve 80'li yıllarda Bediüzzaman'ın nasıl asla Kürt olmadığı, olamayacağı, Türk asıllı olduğuna dair iddialar sürekli serdedilirdi. Aslında bu asırda, bu coğrafyada hizmet-i imaniye ve Kur'âniyede en başta hizmeti geçmiş bu büyük şahsiyetin şu veya bu nesepten, soydan gelip gelmemesi; şahsiyeti, hizmetleri ve misyonu açısından elbette ki önem arzetmemektedir. Ancak bu iddiaların, tartışmaların rahatsız edici bir yönü var. O da, Bediüzzaman'ın özellikle Kürt olmadığı ve Kürtlükle soyca vs. bir alakasının olmadığının isbata çalışılması. Bu çabanın iki sebebi vardı; biri tek parti dönemi resmi ideolojisinin İslâm kimliğine, Kürt kimliğine olan ağır ve acımasız baskısı, zulmü; ikincisi de bu baskının da etkisi ile 1950'li yıllardan itibaren dindar/İslami kesimde gelişen milliyetçi-muhafazakâr-Türkçü damar ve akımlar. Bunlar gözönüne alındığında ilkin tek parti döneminin ağır şartlarının getirdiği konjonktürün dayatması gibi görünse de, sonraki dönemlerde hiç de masumane niyetler taşımadığı görülecektir. Özellikle Kürt sorununun, Kürtlerin İslamiyetle olan münasebetine yönelik operasyonlar meyanında, geldiği vahim durum dikkate alındığında bu çabaların hangi meş'um emellere hizmet etmiş olduğu anlaşılacaktır.

Prof. Ahmet Akgündüz'ün, geçen gün Wow Otel'de, Bediüzzaman'ın soy ve şeceresini bulduğu, kesin olarak Seyyid ve Şerif soyundan geldiğini belgelerle isbata kalkıştığı basın toplantısı; bu konudaki tartışmaları yeniden alevlendirdi. Ahmet Akgündüz Hoca'nın öteden beri bildiğimiz edası ve basın toplantısındaki konuşmaları ve sorulara verdiği cevaplar onun da, Bediüzzaman'ın asla Kürd olmadığını kanıtlama çabası içinde olduğunu göstermiştir.

Oysaki, Bediüzzaman'ın Münâzarât'ında: "İhlâs-ı niyyeti ihlâl eden anâsır-ı garez olan neseb ve nesil ve tamâ ve havf beni bilmiyorlar. Ben de onları tanımıyorum veya tanımak istemiyorum. Zira meşhur bir nesebim yok ki, mâzisini muhafaza edeyim. Ben Ebu Lâşey' olduğumdan bir neslim de yokdur ki, istikbâlini temin edeyim." (Münâzarât, Matbaa-i Ebu'z-Ziyâ, İstanbul, 1329; Sahife: 158) şeklinde bir ifade açıkça yer almaktadır.

1337/1919'da ise, Daru'l-Hikmeti'l-İslâmiyye âzası iken Meşihat makamına verdiği resmî evrak suretindeki Terceme-i Hâl Varakasında, "Bir sülâle-i ma'rufeye mensub ise, keyfiyet-i nisbeti" şeklindeki suâle "Bir Sülâle-i Ma'rûfeye Nisbetim Yoktur" şeklinde sarih cevap vermiştir. (Terceme-i Hâl Varakası'nın orijinali için bkz. Sadık Albayrak, Son Devrin İslâm Akademisi: Dâru'l-Hikmeti'l-İslâmiye, İz Yayıncılık, İstanbul, 1998, Sahife: 232)

Üstad Bediüzzaman Ondördüncü Şuâ'da da bu konuda şu ifadeye yer vermiştir:

"İDDİANAMEDE BENİM HAKKIMDA DÖRT ESAS VAR:

'Birinci Esas: Güya bende tefahur ve hodfüruşluk var ve kendimi müceddid biliyorum.

'Ben bütün kuvvetimle bunu reddederim. Hem Mehdilik isnadını hiç kabul etmediğime bütün kardeşlerim şehâdet ederler. Hatta Denizli'deki ehl-i vukuf, "Eğer Said mehdiliğini ortaya atsa bütün şâkirdleri kabul edecek" dediklerine mukabil, Said itiraznamesinde demiş ki, 'Ben seyyid değilim. Mehdi seyyid olacak' diye onları reddetmiş." (Bediüzzaman, Şuâlar, Ondördüncü Şuâ, Teksir Mecmuâ)'

Yine Emirdağ Lahikası'nda yer alan bir mektubunda şöyle demiştir:

"Ben de onlara demiştim: "Ben, kendimi seyyid bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki âhir zamanın o büyük şahsı, al-i Beytten olacaktır. Gerçi mânen ben Hazret-i Ali'nin (r.a.) bir veled-i mânevîsi hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve al-i Muhammed Aleyhisselâm bir mânâda hakikî Nur şakirtlerine şâmil olmasından, ben de al-i Beytten sayılabilirim. Fakat bu zaman şahs-ı mânevî zamanı olmasından ve Nurun mesleğinde hiçbir cihette benlik ve şahsiyet ve şahsî makamları arzu etmek ve şan şeref kazanmak olmaz; ve sırr-ı ihlâsa tam muhalif olmasından, Cenab-ı Hakka hadsiz şükür ediyorum ki, beni kendime beğendirmemesinden, ben öyle şahsî ve haddimden hadsiz derece fazla makamata gözümü dikmem. Ve Nurdaki ihlâsı bozmamak için, uhrevî makamat dahi bana verilse, bırakmaya kendimi mecbur biliyorum" dedim, o ehl-i vukuf sustu." (bk. Emirdağ Lâhikası-1,206. Mektup)

Son olarak, merhum Mustafa Sungur Ağabey'in cenazesinin defni akabinde Bediüzzaman'ın "Okur" soyadını taşıyan Nurs'lu akrabaları ile karşılaşıp sohbet ettim ve sordum, onlar da bana bizzat, "Meşhur/bilinen-tanınmış bir sülale ve aşiretimiz yok" dediler.

Bediüzzaman'ın soyu, nesebi şudur veya şu değildir, diye herhangi bir iddia içinde değiliz. Soy ve nesep arayışı peşinde de olmadık. Ancak bazı kaynaklardan yukarıda alıntıda bulundum.

Asıl itibarıyle, Kürtler arasında birçok Seyyid-Şerif ailesi bulunmaktadır. Kürt Teâli Cemiyeti Başkanı Seyyid Abdülkâdir de Seyyid-Şerifdi. Hz. Hasan soyuna müstenit'ti. İmam Musa El-Kâzım (Rh.a)'ın neslinden gelen Seyyid Şefik Arvâsi de Kürt Teâli Cemiyeti'nin idarecisiydi. Hatta bu ailelerin şecereleri de elimizde bulunmaktadır. Ünlü Bedirhaniler Halid bin. Velid neslinden, Hakkari, İmadiye, Bitlis ve Babanlı Kürt beyleriyle Barzani ailesi ise Abbasi neslinden gelmektedir. Bugün radikal Kürt milliyetçiliği yapanların büyük bir bölümünün Arap asıllı olduklarını bizzat tesbit etmiştim.

1-Arap asıllı, Seyyid-Şerif olmak sorun değil. Sorun illa da Kürt olmadığının isbatına ilişkin özel çabadır. Problem olan, bu niyetle sergilenen olağanüstü çabadan ileri gelmektedir.

2-Bugün birçok Kürdün İslam'la bağını güçlendiren, kavileştiren, Kürtleri diğer topluluklarla İslami kardeşlik bağı ile bir arada tutan İslâm tarihinde Ammar bin Yasir El-Bitlisî, Mevlana Abdurrahman Cami, Molla Gürânî, Mevlâna Hâlid ve Bediüzzaman hazretleri vs. gibi bu topluluğun içinden çıkmış büyük sembol şahsiyetlerdir.

3-Kürt sorunu konusunda çok hassas bir dönemden geçiyoruz. 20 küsur yıl önce "Dünden Yarına Kürtler Ve İslamiyet" başlıklı uzun bir makale yayınlamıştım. Bu makalede ve daha sonraki makalelerde Kürtlerin bir kısım örgütlü çevrelerce İslamiyet'ten, Ümmet'ten nasıl koparılmaya çalışıldığını, ateistleştirilmek istendiğini uzun uzadıya izah etmeye çalışmıştım.

4- 1996'da "Yeni Şafak" gazetesinde "Kürtleri İslamiyet'ten Kovma Çabaları" başlıklı bir dizi yayınımda; bazı çevrelerin ırkçı saikle ya da bilmeden Kürtleri İslam'dan, ümmetten iten tutumlarını örneklerle deşifre etmiştim. Hatta bunların Kürtlere Ermeni/gayr-i müslim muamelesi yaptığına ifade de etmiştim.

5-Bugün için Kürtler Ortadoğu/İslam dünyasında, Ümmet-i Muhammed (S.A.V) içinde adeta bir yol ayırımında'lar. Kuzey Atlantik'in iki yakası, 'Ortadoğu İslam dünyasının iki yakası bir araya gelmesin' diye ittihat/ittifak etmişlerdir. Burada da bugün için artık bölgenin en dinamik belirleyici topluluğu haline gelmiş Kürtleri belli bir safa, uluslararası Siyonizmin safına çekmek; İslam'dan-ümmet'ten tümüyle koparıp, İslam'a-ümmet'e düşman bir topluluk haline getirme çabasındalar.

6-Tarihte bir kısım Müslüman kavimlerin küstürülmesinin, itilmesinin İslam alemi için, ümmet için ne kadar pahalıya mal olduğunu tarihten gelen tecrübe ile biliyoruz. Bunun yakın tarihteki en önemli örneği Müslüman Arnavutlar'dır. Bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu'nun, bürokrasi ve askeriye başta olmak üzere, en kuvvetli topluluğu olan, 33 sadrazam çıkarmış Arnavutların 19. yüzyılda, 20. yüzyıl başında, her ne sebeple olursa olsun küstürülmesinin, özellikle İttihatçı idarenin 1911'de Arnavutların silahlarını zorla, onurlarını kırarak toplamasının neticede itmesinin, Osmanlı'nın merkez hinterlandı olan Rumeli'nin tamamı ile kaybedilmesinde, ikinci bir Endülüs haline gelmesinde en temel rolü oynadığını bilmekteyiz. Arnavutlarla arada oluşmuş olan bu sorunların çözümü, oluşan açığın, yaranın kapanması yönünde yirmi yıla yakındır en çok çaba sarfedenlerden biri olarak ne kadar zorluklarla karşılaştığımızı Allah (C.C) bilir. O yüzden bir zamanlar Endülüs ve Rumeli'ye yakılan ağıtların benzerinin Kürdistan'a Ağıt'a dönüşmesini istemiyoruz.

7-İki yıl önce Özgün Duruş gazetesinde "İslamiyet Kürdistan'ı Kaybediyor" başlıklı bir makale yayınlamıştım. İslam'ın, ümmet'in Kürdistan'ı kaybetmesi; kimin yararına olabilir? Kürdistan Ortadoğu/İslam coğrafyasının kalbinde yer alan bir bölgedir. Hadi sırf bu yönden bile düşünülse olayın vahameti anlaşılacaktır.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

Said Nursi Ve Soy Ağacı Haberleri