Ömer Özcan’ın haberi:
Ali Ulvi Kurucu büyüğümüzü vefatının 9. senesinde rahmet ve dualarla anıyoruz…
1920 yılında Konya’da doğan Ali Ulvi Kurucu, ilk ve orta öğrenimi ile Hafızlığını Konya’da tamamladıktan sonra 1938 yılında ailesi ile birlikte Medine’ye hicret etmiştir. Yüksek öğrenimini Kahire Ezher Üniversitesi’nde tamamlayan merhum, Medine’de uzun müddet Evkaf Dairesinde çalışmıştır. 3 Şubat 2002 tarihinde Medine-i Münevvere’de emaneti sahibine teslim eden merhum Ali Ulvi kurucunun mezarı Cennet-ül Baki’dedir…
Bediüzzaman Said Nursi’nin Tarihçe-i Hayat’ının Önsöz’ünü yazan merhum Ali Ulvi Kurucu, Medine-i Münevvere’de ikamet etmekte iken, 1957 senesinde Ankara’dan, Âtıf Ural’dan bir mektup alır ve gönlüne bir ateş düşer… Her şey o gün başlar…
Birkaç mektuplaşmadan sonra, Tarihçe-i Hayat’ın özeti sayılabilecek o harika üslup ve ateşin ifadelerle 24 saatte Önsöz’ü yazıp tamamlar…
Ali Ulvi Kurucu, Tarihçe-i Hayat’a yazdığı Önsöz’ün hikâyesini Ağabeyler Anlatıyor kitabında şöyle anlatmaktadır:
KÜLLİYAT’I OKUYORUM FAKAT DOYAMIYORUM
Atıf Ural’ın gönderdiği Risale-i Nur eserlerin mütalaasına daldım. Notlar alıyorum, derinleşiyorum, fakat doymuyorum. Şu esere de bakayım, bunu da okuyayım derken, zaman geçiyor. Tarihçe-i Hayat kadar bir kitap yazsam, yazabilirdim. O kadar geniş bilgiye, aynı zamanda aşk ve heyecana sahip olmuş idim.
Hasan-el Benna’da, Mustafa Sabri Efendi’de, Ebul Hasan Nedvî’de gördüğüm aşkı, heyecanı, gayreti çırpınışı, bu zatın eserlerinde de görüyordum.
Bir de Risale-i Nur’ların hayretime mucip olan, ruhumu yakan, beni kendisine âşık eden bir tarafı vardı ki, Üstad bu eserleri, hapiste, irka’ suretiyle yani dikte ettirerek yazdırıyordu… Ben ise kütüphanede bulunuyorum, önümde binlerce kitap var, eser yazamıyorum. O, hapiste bunları yazıyor…
Bu eserleri yazan insan, İlâhî bir te’yide mazhar oluyor ki, yanan bir gönülden çıktığı için, okuyan insanların da gönlünü yakıyor, imanlarını alevlendiriyor.
ÖNSÖZ’Ü 24 SAATTE YAZIP BİTİRDİM
Ben böyle mütalaalara dalmış, mest olup bitmişken, Atıf Ural’dan bir telgraf geldi. O tarihte telefon yoktu. Ancak telgrafla görüşülebiliyordu. Atıf diyordu ki:
“Muhterem ağabeyimiz, Tarihçe-i Hayat dizildi. Matbaa bütün kurşunlarını bu kitap için bağladığını, matbaasının çalışamaz olduğunu söyleyerek şikâyet ediyor. Bu önsöz gelecekse gelsin, gelmezse kitabı basacağım, diyor. Lütfen önsöz’ü yazıp gönderiniz.”
Bunun üzerine dairedeki arkadaşlardan izin aldım.
“Mühim bir işim çıktı. Bir hafta kadar gelemeyeceğim, bana izin verin” dedim.
Harem-i Şerif’te sabah namazını kıldım. Eve gittim oturdum. Gönlümde, ruhumda ne varsa, o güne kadar ne edindiysem, başladım yazmaya.
Ben yazıyı çok güç ve geç yazarım. Bilhassa şiirde, çok yazar bozarım, yazar silerim. Nesirde de öyledir. Daha iyisi, daha güzeli olsa, pürüzsüz olsa, anlaşılır olsa diye günlerce uğraşırım. Yazı hususunda müşkülpesendim…
Buna rağmen, öyle müstesna bir fütuhata mazhar oldum ki, epey uzun sayılabilecek o önsözü, 24 saat zarfında hem yazdım, hem tebyiz ettim; postaya verdim.
Ertesi sabah daireye gittim. “Hayırdır inşallah?” dediler. “İşim bitti, geldim, elhamdülillah” dedim.
Bu önsözün İlâhi bir te’yide mazhar olduğuna, Cenab-ı Hakk’ın kolaylık verdiğine kailim.