M. Ali Kaya'nın makalesi...
Ahkâm-ı Şer’iyeyi bilmek “fıkıh” ve “usul-ü fıkıhla” mümkündür. Fıkıh usul çerçevesinde belirlenen hükümleri, usul-i fıkıh ise, belirlenen metotlarla temel kaynaklardan hüküm istinbat etmektir. Hüküm ise, Şâriin mükellef kulları için tahyîr ve va’z ettiği ef’âl-i ihtiyariyeye ait iradesi ve hitabıdır. Şari-i hakiki kulların fiillerine verdiği vasıflar yedi kısma ayrılır. Bunlara “Farz, Haram, Mekruh, Mübah, Sünnet, Vacip ve Müfsit” denir.
Tahyir, muhayyer bırakmaktır. Şariin bir fiili yapıp yapmamada mükellefi serbest bırakmasıdır. Şer’î hükümler iktiza ve tahyir ifade ederse buna “teklifî hüküm” denir. İki şeyi birbirine bağlarsa buna “vaz’î hüküm” denir.
Teklifî hüküm, bir işin yapılmasını ve yapılmamasını talep etmeyi veya iki şey arasında tahyiri ifade eder. Namaz, oruç, zekât ve hac gibi istenen hükümler teklifî hükümlerdir. “Mallarınızı haksız yere aranızda yemeyin” (Bakara, 2:188) ayetindeki nehiy de teklifî hükümdür. Ancak “Sizi kabir ziyaretinden nehyetmiştim, ama artık bundan sonra ziyaret edin” (Müslim, Cenâiz, 106; Tirmizi, Cenâiz, 60) hadisindeki hüküm ise ihtiyari hükümdür.
Vaz’î hüküm ise birinin diğerine sebep olması ile birine bağlı olan hükümlerdir. “Hilâli görünce oruç tutun” (Buhari, Savm, 11; Müslim, Sıyam, 4) “Sizden Ramazan ayına ulaşan oruç tutsun” (Bakara, 2:185) ayeti de vaz’î hükümdür. Ayrıca şarta misal olarak da namazın şartı olan abdesti örnek verebiliriz. Nikahda şahitlerin bulunması, namazda kıbleye dönülmesi gibi şartlar da buna örnektir.
Ahkâma mani olan hükümlere de “Mani’” olan ahkâmdır. Misal olarak “Katile miras yoktur” (İbn-i Mâce, Diyât, 14) “Müslim, gayr-i Müslime muris olamaz” (Buhari, Ferâiz, 26; Müslim, Feraiz, 1) hadisleri örnektir.
Mükellefe ait bir fiilin sonucu sebep, şart ve manilerin bulunup bulunmamasına göre tayin edilir. Sebep ve şart bulunur, mani bulunmazsa yapılan iş sahih olur; aksi taktirde sahih ve muteber olmaz.
Teklifî hükümlerin aksamı:
Teklifî hüküm iktiza ve tahyir ifade eden, yani Şariin yapılıp yapılmamasını mükelleften talep ettiği hükümlerdir. Bunlar da masdar itibarıyla beş nevidir ve “vücup, nedb, hurmet, kerahet ve ibahat” ifade eder.
Vücup/Farziyet: Cumhur-u fukahaya göre vacip farz ile aynı anlamı ifade etmektedir. Ancak Hanefî uleması vucup ifade eden emirler lafız ve delalet bakımından kesinlik ifade edenleri “Farz”, lafız ve delalet bakımından yorum gerektirenleri ise “vacip” olarak ayırmışlardır. Âmidî “El-İhkâm fî Usuli’l-Ahkâm” isimli eserinde “Şer’î vücup Şâriin hitabından ibarettir ki onu terk eden kınanır ve cezaya müstehak olur” demiştir.
Hanefiler Farz ile vacibin dil ve ifade bakımından aynı anlama geldiğini kabul ederler; ama şer’î mükellefiyet bakımından farzı delil-i kat’î ile sabit olan ahkamı, vâcibi de zanni delil ile sabit olan ahkamı ifade etmek için kullanırlar. Bu bakımdan farzı terk edenin ibadeti batıl olurken vacibi terk edenin ibadeti batıl olmaz, eksiği ile beraber makbuldür. Mesela, Arafatta vakfe kat’î delil ile sabit olduğu için farzdır ve vakfe yapmayanın haccı yoktur; ama Safa ile Merve arasında sa’y vacip olduğu ve bu kat’î bir nass ile sabit olmadığı için vacip olup terk edenin haccı eksiği ile beraber makbuldür. Yine farzı inkâr eden küfre girerken, vacibi kabul etmeyen küfre girmez, dalalete ve bid’aya düşer.
M. Ali Kaya'nın RisaleAkademi'deki makalesinin devamını okumak için TIKLAYINIZ