1950’li yılların başları idi, Ankara’dan üç kişi Üstad Bediüzzaman Hazretlerini ziyaret etmek maksadıyla Isparta’ya doğru yola çıkar.
Bunlardan ikisi “Acaba doğru yolu nasıl bulabiliriz?” diye mütehayyir kalan hakikat âşığı Said Özdemir Ağabey ve muhterem babaları idi.
Geldikleri Isparta’da o gece bir otelde kalırlar. Said Özdemir Ağabey o gece rüyasında Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerini görür. Bu rüyada Said Özdemir Ağabey, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin huzurundadır…
Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri o gecenin sabah namazından sonra misafirlerin kaldığı bu otele Ceylan Çalışkan Ağabey’i gönderir!
Ceylan Çalışkan, Ankara’dan gelen bu misafirlere şöyle der: “Üstadımız acele sizi istiyor. Yalnız üç kişi değil iki kişi geleceksiniz!”
Bu iki kahraman baba-oğul, büyük sultanın huzuruna kabul buyrulurlar.
Said Nursi sorar: “Nerelisin?”
Said Özdemir cevap verir:”Tillo.”
Üstad Bediüzzaman Hazretleri baba oğul olan bu iki kahramanı kucaklar ve şu tarihi sözü söyler:
“Ben tam yetmiş sene evvel Tillo’daydım. Orada yirmi bin büyük zat var. Onları şefaatçı kılarak “buradan bana bir yardımcı çıkar” diye Cenab-ı Hakka dua etmiştim. Demek Cenab-ı Hak seni gönderdi! Sizi Arabistan vs. yerler namına da kabul ettim…”
Said Özdemir, bu tarihten sonra Bediüzzaman Hazretleri vefat edene kadar tam yedi yıl boyunca onunla birlikte hizmetin saff-ı evveli olarak hizmet eder.
Said Nursi, Said Özdemir’e çok büyük ehemmiyet verir. Bu ehemmiyetin göstergesi olarak ona çok önemli bir vekâletname verir. Bu vekâletnamede Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin hem parmak izi var, hem eski ve yeni yazıyla imzası var.
Vekâlette aynen şu cümleler yazar:
“Ben gayet hasta ve perişan olduğum için gayet müstakim ve sadık bir vekil istiyordum. Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki bana tam bir hakiki kardaş, müstakim ve sadık Tillo’lu Said’i verdi. Ben de onu hakiki ve her cihetle bana ve Risale-i Nur’a hizmet için tevkil ediyorum. Benim vekilimdir. O, ne yapsa ben yapıyorum gibi kabul ediyorum. 8 Ekim 1953, İmza: Gayet hasta Said Nursi.”
Öte yandan Said Ağabey’in ismi Üstadın “on iki varisi” arasında da zikredilmektedir…
Bu ara bilgilerden sonra ilk ziyarete geri dönüyoruz.
Bu ilk ziyarette Said Özdemir Ağabey ile “Büyük Sultan” arasındaki diyalog şöyle devam eder:
Said Özdemir: ”Efendim, Hicaz’a gitmek istiyorum.”
Said Nursi: “Niye?”
Said Özdemir: ”Efendim memleketin halini görüyorsunuz. Gittikçe daha da fenalaşacak. Orada olsam çocuklarım da kurtulur, ben de!”
Said Nursi: “Kardeşim! Ben Mekke-i mükerremede veya Medine-i münevverede de olsaydım buraya gelirdim. Âlem-i İslamın kapısının kilidi Türkiye’dedir. Bu kilit bu kapıyı Âlem-i İslam üzerine açar. Kat’iyyen buradan gitmek için izin yok.”
Bu diyaloglardan sonra sıra hemen vazifelendirmeye gelir.
Çünkü Said Nursi demek vazife demek, hizmet demek, koşmak demek, manevi cihad demek…
Said Nursi tekrar sorar: “Atıf’ı (Ural) tanıyor musun?”
Said Özdemir: “Yok.”
Said Nursi: “Onunla tanış ve hemen hizmete başla!”
Said Özdemir: “Peki Efendim…”
Ve Said Özdemir Ağabey o gün hizmet başı yapar.
Bugün takvim yaprakları 2014’ü gösteriyor.
Said Özdemir Ağabey 60 küsur yıldır Kur’an ve Nurculuk hizmeti yolunda koşturmaya devam ediyor…
BEDİÜZZAMAN:”KARDEŞİM BENİM YATAĞIMDA YATACAKSIN!”
Said Özdemir Ağabey Bediüzzaman’ın hayatta olduğu yıllar içinde onu birçok kez ziyaret eder.
En son ziyareti Sikke-i Tasdik-i Gaybi kitabı ile ilgili idi.
Bediüzzaman, Said Ağabey’e: “Kardeşim bugün benim yatağımda yatıp, benim yemeğimi yiyeceksin” der.
Dersler yapılır, hizmetlerle ilgili konuşulur ve yatma zamanı gelir.
Herkes odasına çekilir.
Koca sultan kendisine ayrılan yemeğin yarısını yer diğer yarısını da Said Özdemir Ağabey’e verir ve bir de latife yapar:
“Said Kardaşım, kabını yemeyesin, bana lazım!”
Yetmedi.
Kendi yorganını getirir ve: “Benim yorganımda yatacaksın!” der.
Said Özdemir Ağabey çaresiz ama sevinçle bunu yapar.
Sabah olduğunda Said Özdemir Ağabey bu büyük sultanın huzurundan ayrılırken Bediüzzaman bu görüşmenin son görüşme olduğunu bilircesine balkona çıkar ve “Dur!” der.
Devamını Said Ağabey bizlere şöyle anlattı:
“Üstadımız beni durdurunca fırsatı ganimet bildim, tekrar ellerini öptüm, kucaklaştık.
‘Sana son vasiyetim!’ dedi.
‘Buyurun efendim, ‘ dedim.
Üstadımız şöyle devam etti: ‘Hizmeti düşünmeyin, Cenab-ı Hak bu hizmeti başkalarına da yaptırır. Onun kudreti her şeye yeter. O kendine ait olan bir hizmeti kudreti ile herkese yaptırır. Size düşen Uhuvvet, Muhabbet, İttihad ve Tesanüddür.’
Bunların baş harflerine bakın “ÜMİT” görürsünüz!
Tekrar Üstadımızın ellerine sarıldım, öptüm. Ayrılmak üzere yürüdüm, ileride tekrar dayanamayıp geriye döndüm baktım, Üstadımız beni pencereden takip ediyordu. İki elini başına koyarak beni tekrar selamladı. Ben de mukabil selam verdim, böylece son görüşmemiz gerçekleşti.”
RİSALE-İ NUR’LARIN İLK DEFA MATBAALARDA BASILMASI
Said Özdemir Ağabeyin en büyük hizmetlerinden birisi de Risale-i Nur’ların ilk defa Ankara’da matbaalarda basımı sürecinde olmuştur.
Atıf Ural, Mustafa Türkmenoğlu ve Tahsin Tola gibi kahramanlar bu muhteşem sürecin diğer mimarlarıdır. Olay şöyle gelişir:
Said Özdemir Ağabey Ankara’daki yoğun hizmet sürecinin bir safhasında Üstadı Isparta’da ziyaret eder.
Üstadımız kendilerine Büyük Sözler kitabını verip:
“Bunu matbaada basacaksınız…” der.
Bu “Sözler” kitabı, daktilo edilmiş dosyalar halindedir.
Sözler kitabı, bu emir üzerine ismi zikredilen kahramanların eli ile ilk defa Ankara Ayyıldız Matbaasında basılmaya başlanır.
Dönemin şartları arzu edilen neticeyi elde etmeye el vermeyince ikinci adrese yönelinir: Rüzgârlı Sokaktaki Doğuş Matbaası.
Bu saff-ı eveller hayatlarını matbaada devam ettirirler. Matbaada yatıp, matbaada kalkarlar.
Tıpkı sonraki yıllarda Zübeyir Ağabey’in nezaretinde Koca Halil’in, Mehmet Fırıncı’nın, Mehmet Emin Birinci’nin vs. İstanbul’da yaptıkları gibi.
Aç kalarak, susuz kalarak, takip edilerek…
Tashihler, takipler, formalar…
Ankara’daki bu süreçte ortaya çıkan formalar sürekli Bediüzzaman’a gidiyordu.
Bir defasında Said Özdemir Ağabey bazı formaları alarak kendisi Üstadının yanına gider.
Said Ağabey olayın devamını bizlere şöyle aktardılar:
“Formalar için Üstadımız çok seviniyordu. Kim getirirse getirsin, derhal içeri alıyordu. Sözler’i ciltletip Üstad’a götürdük. Üstadda bir annenin çocuğuna kavuşma sevinci vardı. Kitabı bağrına bastı ve ‘ben vazifemi yaptım gözlerim arkada kalmaz’ dedi. Üstadımız gözleri yaşarırcasına seviniyordu. Evvela fiyatını sordu: ’Kitabın fiyatı ne kadar’ dedi. ’25 lira’ dedim. Kendi eseri olan bu kitaba çıkarıp 25 lira verdi. Hâlbuki Üstadımız bu kitabın basımı için bize daha önce 1200 lira para vermişti. Kitap için ilk temel bu para idi. Ben, ‘Üstadım, sizin bu işte paranız var’ dedim. Üstadımı, ‘Kardaşım ihlaslı olması için kendi paramla almam lazım’ dedi ve arkasından ekledi: ‘Her 25 lirayı verene bu kitabı vermeyin, 25 kişiye okutacağım” diyene verin!”
Devam eden zaman diliminde Mektubat, Lem’alar, İşaratü’l-İ’caz, Tarihçe-i Hayat ve Sikke-i Tasdik-i Gaybi… arka arkaya basılmaya devam etti.
Böylece risaleler peş peşe basılarak Anadolu’ya ve Âlem-i İslam’a yayılıyordu…
Said Özdemir Ağabey’in Üstad Bediüzzaman Hazretleri ile birlikte yaptığı bir Konya seyahati mevcuttur. Yine Bediüzzaman’ın son Ankara seyahatleri ile ilgili olarak da Said Ağabeyin Üstadımızla olan mühim hatıraları mevcuttur.
Said Ağabey Üstadımızı ziyaret ettiği bir seferinde Üstadımız kendilerine:
“Ben seni Ankara’ya götüreceğim” der.
Bize anlattığı şekli ile olayın akışını kendisinden dinliyoruz:
“Üstadımız bana bunu söylediğinde Zübeyir Ağabey de oradaydı. Zübeyir Ağabey Konya’yı aradı. Üstadımızın Konya’ya geleceğini haber verdi. Herkes bunu duymuş. Konya ayağa kalktı
Biz Mevlana Meydanı’na ulaştığımızda halk hücum etmeye başladı.
Üstadımız bana, ‘Sen benim namıma konuşacaksın’ dedi.
“Üstadım kiminle konuşayım?’ dedim.
Üstadımız benden, polis, jandarma, görevli ve halktan kim olursa olsun sorulan sorulara izahlar yapmamı istemişti.
Biz meydanda beklemeye devam ederken, Abdülmecid Abi geldi. Üstadımızla merhabalaştılar, kucaklaştılar.
O anda jandarma, kalabalık olan halkı dağıtmak için joplamaya başladı. Bizi de joplamaya başladılar.
Ortalık bir anda karıştı.
Zübeyir Ağabeyi de joplayarak götürdüler.
Bu arbede ve joplama olayına karşı Atıf Ural dayanamadı bağırmaya başladı. Onu da götürdüler.
Ben o anda Üstadımız yalnız kaldığını gördüm. Hemen yanına gittim.
“Namaz kılmam lazım” dedi.
Üstadımızı götürdük, Selimiye Camii’nde öğle namazını kıldı.
Sonra Üstadımız “Mevlana’yı ziyaret edeceğim’ dedi.
Polisler ‘Müze kapalı, giremezsiniz’ dediler.
Fakat Müze Müdürü Mehmet Önder orada idi, “Ben hususi olarak gezdireceğim’ dedi. Hep birlikte içeriye girdik. Üstadımız türbelerin olduğu yere doğru on onbeş adım ilerledi ve durdu. Kıbleye döndü dua etmeye başladı.
Baktım Üstadımız hem dua ediyor, hem de ağlıyor!
Dua etti ağladı, dua etti ağladı…
Daha ileriye gidemedi. Ben koluna girdim, çıktık.
Polisler hala halkı yatıştıramamıştı.
Üstadımız polislerden birisini yanına çağırdı ve şöyle seslendi: “Biz bu memleketin asayişini koruyoruz. Bizler her ferdinin kalbine bir yasakçı koyuyoruz. Günaha girmeden önce onu muhafaza ediyoruz. Onun kalbine Allah korkusu yerleştiriyoruz. Afyon hapishanesinde bir katil 4-5 adam öldürmüştü. Bunu yapmak ona çok zor olmamıştı. Hâlbuki hapishanede, bir müddet sonra bana “Üstadım, tahtakurusu öldürmek caiz mi?’ diye sormuştu. Yani 4-5 adamı çok rahat öldüren bu kişi tahtakurusunu öldürememişti. İşte ey polisler anlayın biz sizin arkadaşınızız. İnanmazsanız, Afyon Hapishanesine gelen Ceza Müfettişlerine sorun, onların hazırladıkların raporlara bakın, benim söylediklerimi orada göreceksiniz, hapishanelerin nasıl ıslah edildiğini, insanların nasıl kurtarıldıklarını göreceksiniz.”
Yine Üstadımız polislere iki defa tekrar ederek şu cümleyi söyledi: “Eğer bu milletin asayişine bin savcı ve bin emniyet müdürü kadar hizmet etmediysek Allah kahretsin!”
Üstadımız polislere ayrıca şöyle dedi: ”Aldığınız tedbir için sizleri tebrik ediyorum. İnsanların elimi öpmesinden rahatsız oluyorum. Beni bu halden kurtardınız.”
Üstadımız yaşanan tüm bu olaylar üzerine o gün Ankara’ya gitmekten vazgeçer ve Said Özdemir Ağabey’e “Buradan geri dönüyoruz” der.
Ve kısa zaman sonra yaşanan fırtınalı Ankara seyahatleri.
Bu fırtınalı Ankara hatıralarını 15-20 yıl önce olayın içinden birisi olarak DP Muş milletvekili Gıyaseddin Emre’den dinleyip kayda almıştım.
Bu olayların bir kısmında Said Özdemir Ağabey de bulunmaktadır.
Bu Ankara seyahatlerinin Üstadın Ankara’ya girişinin engellenmesinden, mecliste yaşananlara, otelde kalışından Menderes’le olan iletişimine, gazetelerin tutumlarından devletin refleksine kadar birçok unsuru mevcuttur.
Yaşananların birçoğu kayıtlara geçmiştir.
O günün basınından bunları takip etmek mümkün.
Böyle bir seyahat sırasında Said Özdemir Ağabey Üstadın Ankara’ya gelişinde Bend Deresindeki dershaneyi özel olarak hazırlar ve Üstada “Üstadım dershaneyi size hazırladık” der.
Üstadın cevabı şu şekilde olur: “Şimdiye kadar bütün seyahatlerimde otelde kaldım. Orada kalacak olursam başka yerdeki kardeşler, ‘bize niçin gelmedi?’ derler.”
Bediüzzaman Said Ağabey’den “Yalnız sen oradaki yorganı getir!’ diyerek Beyrut Palas Oteli’nde kalır.
Yani yıllar sonra bu sefer yorgan sırası Said Ağabey’dedir…
Üstadımız Said Ağabeyin getirdiği ve o yorganda yatar.
Bediüzzaman böyle bir insandır.
Müstakbele ait keskin fikirleri gibi davranışları da istikbale ait bir şeylere işaret eder…
Said Ağabey bizlere o yorganı hala itina ile sakladıklarını dile getirdiler.
Yine Üstadın Ankara’ya ikinci gelişlerinde Said Özdemir Ağabey ve arkadaşları Bahçelievler’de bir ev tutarlar.
Bu eve sürekli emniyet müdürleri, polisler vs. gelmeye başlar.
Ev sahibesi kadın “Ben evimi meğer kimlere vermişim…” diyerek bağırmaya başladı. Üstadımız durumu fark edince, “Bu evi çok sevdiklerini ve burada kalacağım!” der.
HAPİSHANE, HAPİSHANE, HAPİSHANE…
Ve Üstadımız bu fırtınalı seyahatlerden sonra gittiği Urfa’da hakkın rahmetine kavuşur.
Üstadımız vefat ettiğinde Said Özdemir Ağabey hizmet yolunda Ankara Ulucanlar Hapishanesi’nde hapis yatmaktaydı!
Bu yüzden cenaze namazına iştirak edemedi…
Enteresandır, geçen sene Bediüzzaman’ın Ankara Günleri programını yaptığımız Ankara Ulucanlar Hapishanesi’nde Said Ağabey de vardı ve o programda Said Ağabey’in bu hapishaneye 9 defa girip çıktığı söylenmişti.
Çok rikkatime dokunmuştu ve kendimden utanmıştım.
VE BEN…
Şimdi sıra bende…
Önce kendi kendimi bütün “nur talebelerine” ihbar ediyorum...
(Devam edecek)