Dile kolay, tam 20 yıl olmuş memleketten ayrılalı. Önce talebelik sonra memuriyet derken şöyle ağız tadı ile memlekette uzun süreli bir tatil ile akraba ve ahbaplarla yarenlik yapmayalı epey olmuş.
Va esefa, şark 20 yıl önce ayrıldığım şark değil…
Meğer ben yıllarca, Osmanlı’nın son dönemi ile Cumhuriyet devrinin, fildişi kulelerinde cemiyetten kendilerini soyutlamış, Anadolu insanının ruh iklimine yabancı kalmış aydınları misillü, Şark’taki değişim ve dönüşümü okuyamamış, öngörememişim.
Şark’ta menfi milliyet cereyanı en safi ve halis ruhları bile te’siri altına almaya başlamış.
Cemaat ehli fertlerde bile hamiyet-i milliye hamiyet-i diniye ile atbaşı gider olmuş.
Menfi milliyetin ruhları esir almasının bir neticesi olarak hassasiyet-i diniyenin cemiyet üzerindeki müessiriyeti gözle görülür derecede azalmış.
Bu müşahedeler ruhumu ezerken Kadir Gecesi’nin gündüzünde ve gecesinde şahidi olduğum bir vak’a beni umutsuzluğun girdabından ümit iklimine irca eyledi, şöyle ki;
Malum olduğu üzere, bu sene Ramazan ayı “demokratik açılım” ve “anayasa referandumu” tartışmalarının gölgesinde geçti. O günlerde şehrin ana meydanında her gün farklı bir siyasi partinin mitingi oluyordu.
Kadir Gecesi gündüzünde mahşeri bir kalabalığı görünce yoldan geçen birine “Bu hangi partinin mitingi?” diye sordum. “Bu miting kalabalığı değil, ‘Sakal-ı Şerif’ Merkez Camii’ne gelmiş, bu kalabalık O’nu ziyaret etmek için toplanmış” deyince hayret, taaccüp ve umut hisleri ile doldum.
O kalabalığa dikkatle yeniden bakınca; her milletten, fikirden, ideolojiden ve siyasi partiden; yaşları ayrı, başları ayrı ama o ayrılıkta bir gayrılığın olmadığı, ortak bir paydada birleşebileceğinin ve ortak bir potada eriyebileceğinin mesajını hal diliyle veren bir muazzam kitle ile karşı karşıya olduğumu anladım.
Aynı gecede sohbet meclisinden gece yarısı dönerken o kalabalığın azalmadığını, bilakis arttığını; sabah namazı vaktinde bile 1 kilometreyi geçen bir kuyrukta insanların “Sakal-ı Şerif”i ziyaret için bekleştiğini müşahede ettim.
Bu hadiseye şahit olduktan sonra günlerce; keşke bu ülkenin siyasetçileri, bürokratları ve aydınları bu manzarayı seyredebilselerdi, Anadolu coğrafyasında gerçek manada “açılım”ın nasıl mümkün olabileceğini anlarlardı, diye düşündüm.
Anadolu insanının ortak paydasını yeniden keşfetmeye hacet yoktur.
Bu coğrafyanın insanlarını birbirlerine bağlayacak, ortak bir gelecek vizyonunda birleştirecek iki temel bağ vardır; din bağı ve vatan bağı.
Bu iki bağ akılcı ve özgürlükçü politika ve stratejilerle muhkemleştirilirse, neredeyse iki asırdır yaşadığımız siyasal ve toplumsal sorunlar, çok kısa bir zaman diliminde, hal yoluna girecektir.
Din ve vatan bağlarının muhkemleştirilmesinde en büyük sorumluluk ve vazife Anadolu coğrafyasının temel dinamiklerinden olan “Cemaatler”e düşmektedir.
Bugünden tezi yok, Şark’ta hizmet ve hamiyet seferberliği başlatmak, kaybolmaya yüz tutan değerleri yeniden diriltmek ve İslam kardeşliği ortak paydasını perçinlemek için cehd ve gayret içine girmek, Din-i Mübin-i İslam’a hizmet iddiasındaki her cemaatin ve hamiyet sahibi her ferdin vazifesidir.
Unutmayalım ki, yarın çok geç olabilir. فَاعْتَبِرُوا