Yazının musikisi olur mu ya da musikinin yazısı? Yazının musikisi onu akıcı kılar, anlamı kolaylaştırır, okuma zevki verir.
İş harflerde, harfleri anlam katarı ile kelimelere yüklemekte, oradan cümlelere taşımakta. Hisle beslenmemiş, musiki ile çeşnileştirilmemiş cümleler; ne yazana yazma zevk verir ne de okuyana okuma lezzeti.
Kuru kelimeler, ruhsuz cümleler; harf mezarlığından başka nedir? Harfler kalpte kaynayacak, kelimeler akılda pişecek ki ruhta sükûn bulsun, zihinlere servis edilir duruma gelsin.
Yağmurun, rüzgârın, yıldızın, çiçeğin, bulutun, ayın musikisini kısacası kâinatın musikisini duymak; o sesi sesle yankılamak, kelimelerle cevap vermek; iyi bir kulak ve kalp işi.
Harflerin raksı, mananın renklerinden doğan coşkunluktan değil mi?
Yazıya denk gelen musiki, musikiye denk gelen yazı; yazana da heyecan verir, okuyana da. Üslup lezzeti, edebiyat zevki bazen anlamla yarışır; ikisi birleşirse o yazıyı yazmaya ve okumaya doyulur mu? Akıl da lezzet alır, hislerde…
Musikisiz ne var ki yazı bundan hariç olsun. Hele şuurdan dökülen şiir; ne şirin bir harf bestesi, ne şirin bir cümle şarkısıdır. Cümle şarkılar bir şiir değil mi; musiki ruhu üflenmiş şiir.
Harflere ruh üflemek; yazmanın hası, okumanın safisi… Az yazıcı, az okuyucu. Çok satanlar, çok tıklananlar, çok yorum yapılanlar gibi bir ayrım yok bu has saflıkta.
Musiki müziğin çok üstünde, müzik musikinin çok altında. Müzik dinleyen belki çok, musiki dinleyen öyle mi? Çok yazmak veya çok okumak; musikleşmiş mana, manalaşmış musiki olmadıktan sonra bir şey ifade eder mi?
Kelimeleri kelebek kadar narin, bülbül kadar coşkun kılmak; kâinatın hakikat bestesini duymadan mümkün mü? Bunu duymayan neyi duyurur?
Musikinin manası, mananın musikisinde gizli. Cümle kelimede, kelime harfte, harf kalpte saklı… Saklı bahçelerden rüzgâr esmeye durdun, ne yerinde durur ki?