Bilim, Akıl Ve Vicdan: Sandalyeden Yaratıcıya Felsefi Bir Yolculuk–3

Salahattin ALTUNDAĞ

SCIENCE, REASON AND CONSCIENCE: A PHILOSOPHICAL JOURNEY FROM THE CHAIR TO THE CREATOR - 3 (İngilizce için TIKLAYINIZ)

(TÜRKÇE VE İNGİLİZCE)

ÖNCEKİ BÖLÜMLERİN ÖZETİ

İlk bölümde, farklı inançlara sahip üç kişinin (yaratıcıya inanan, agnostik ve ateist) bir odada toplanıp bir sandalyenin oluşumuna tanık oldukları anlatılıyor. Ateist, sandalyenin oluşumunu tamamen doğal süreçlere ve malzemelerin kendi özelliklerine bağlamış, yaratıcıya inanan kişi ise bu kusursuz düzenin ve yaratımın ancak görünmeyen, bilinçli ve irade sahibi bir varlık tarafından gerçekleştirilebileceğini savunmuştur. Agnostik kişi ise her iki tarafı da reddederek, olayın nasıl gerçekleştiği konusunda kesin bir yargıya varmanın mümkün olmadığını ve daha fazla bilimsel araştırma ve kanıta ihtiyaç olduğunu belirtmiştir.

İkinci bölümde, ateist, sandalyenin oluşumunu bilimsel açıklamalarla detaylandırarak kendi argümanını desteklemeye devam ediyor. Cetvelin, testerenin, çekicin, yapıştırıcının ve zımparanın hareketlerini ve işlevlerini açıklayan teknik detaylar, okuyucuyu bilim, inanç ve felsefe arasındaki karmaşık ilişki üzerine daha derin düşüncelere sevk ediyor. Ateistin bilimsel açıklamalarına karşılık, yaratıcıya inanan kişinin vereceği cevap merakla bekleniyordu.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: İNANÇ VE BİLİM ARASINDAKİ KÖPRÜ

Ateistin detaylı açıklamaları, dinleyiciler arasında bir fırtına estirmişti. Şimdi sıra, bir yaratıcının var olduğuna kesin olarak inanan kişinin cevaplarına gelmişti. Herkesin merakla beklediği bu an, inanç ve bilim arasındaki hassas dengeyi gözler önüne serecekti. İnanan kişinin savunacağı argümanlar, bu köprüde hangi tarafın daha sağlam olduğunu gösterecek miydi?

İnanç ve bilim arasındaki köprünün nasıl şekillendiğini görmek için sabırsızlanan dinleyiciler, her iki tarafın da argümanlarını dikkatle dinlemeye devam ettiler. Üçüncü bölümde, bu karmaşık ve derin sorulara cevap aramaya devam edeceğiz.

İnançlı Kişi: Arkadaş, seninle bu önemli konuda fikir alışverişinde bulunmak beni mutlu ediyor. Yaratıcının varlığına inanma konusunda farklı görüşlere sahibiz. Ancak karşılıklı saygı ve anlayış çerçevesinde bu konuyu derinlemesine tartışabiliriz.

Bir makinenin nasıl çalıştığını ayrıntılarıyla anlattın. Gerçekten harika bir işleyişi tarif ettin ve bunu o kadar güzel yaptın ki, dinleyen âdeta bir mucizeyi seyrediyor gibi hissetti. Ancak, senin anlattıkların, bu mekanizmanın sadece nasıl işlediğini açıklıyor, “neden” ve “kim” tarafından yapıldığını değil.

İlkokul birinci sınıf öğrencisini düşün, daha yeni okula başlamış ve eğitim almakta olan 6-7 yaşlarında bir çocuk. Bir gün okulda öğretmeni, çocuğun ağladığını fark eder ve neden ağladığını sorar. Çocuk, teneffüsten sonra sınıfa girdiğinde defterinin rastgele karalandığını görüp üzüldüğünü söyler. Öğretmen, defterin yanında bir kalem olduğunu görür ve çocuğa şöyle der:

"Evladım, neden arkadaşlarını suçluyorsun? Bak, defterin yanında kalemin duruyor. Bu kalemin yazma özelliği var. Sen yokken havaya kalkmış ve defterini karalamış."

Senin açıklaman da buna benziyor. Çocuk, bu yaşta, bu aklı ve tecrübesine rağmen, öğretmenin söylediklerine şaşırmaz mı?

"Hocam, ne diyorsunuz? Bu nasıl mümkün olabilir?"

demez mi? Öğretmenin açıklaması çocuğun bile aklına yatmaz, öyle değil mi? Evet, elbette ki bu işlem bir kalemle yapılmış olabilir. Ancak bir fail lazım, yani bunu yapan biri lazım. Kalemin böyle bir şeyi yapabilme özelliği olabilir ama bunları yapma düşüncesi, iradesi ve kuvveti yoktur. Bunu bir çocuk dahi idrak edebilir.

Aynı şekilde, senin izahın da öğretmenin çocuğa verdiği cevaba benziyor ama gerçek cevap alınamamıştır. Çizgiler bir kalemle çizilmiş olabilir, ama gerçek şu ki, yazma özelliği olan kalemi bir arkadaşı almış ve çocuğun defterini karalamıştır. Yani istek ve irade sahibidir. Kalemi almış ve deftere çizgiler çizmiştir, yani kuvvet ve kudret sahibidir. Kaleme sormamış ve defterden izin almamıştır, yani tasarruf sahibidir. İşte asıl gerçek budur.

Eğer fail yani yapan aranmazsa, hukuk ilmi dahi olmazdı. Bir insanın öldürüldüğü görüldüğünde bunu yapan aranır. Yoksa ölen insanın yanında bulunan tabanca ve mermiler suçlu sayılmaz. Tabanca ve mermilerin bir insan öldürme özelliği vardır ama bunu bilemez ve yapamazlar. Çünkü bir şeyi yapmak kuvvet, kudret, hâkimiyet, ilim, tasarruf ve istek gibi özellikler gerektirir. Bunların maddede bulunmadığını, 6-7 yaşlarındaki bir ilkokul çocuğu dahi bilir ve bu nedenle öğretmenine, “şaka mı yapıyorsunuz” diye hayretle bakar.

Daha basit bir örnek vereyim:

Gece saat iki de bir odada televizyon seyrediyorsun ve evde yalnızsın. Televizyona odaklanmış filmini izlerken birden kapının kolu yavaşça indi ve kapı ağır ağır açıldı. Neden kalbin küt küt atmaya başladı? Neden heyecanlandın?

“Çünkü evde kimse yok ve kapı açıldı”

diyeceksin. Ama senin mantığınla hareket edersek, kapının kolunun aşağıya inme özelliği yok mu? Kapının açılma özelliği yok mu? Kapının kolu, yer çekimine doğru orantılı olarak yavaşça aşağıya doğru eğildi. Kapı da belli ve ölçülü bir kuvvetle yere yatay bir şekilde ileriye doğru hareket etti. Bu hareketler için yapılan izahlar doğrudur. Çünkü mekanizma öyle çalışmaktadır. Ama asıl gerçek bu değil. Bu kapı durup dururken nasıl açıldı? Hadi rüzgâr iteledi de açıldı diyelim. Ama kapının kolunun aşağıya doğru inmesi? Hem de hareketlerin belli bir düzen içinde yapılması? Bunlar bir kasıt ve irade ister. Bunlar ne kapıda ne de kapının kolunda vardır.

Otomatik olarak kalbinin kütürtüsü arttı ve heyecanlanarak Kim var orada?” dedin. Neden “kim” diyerek “fail” yani “yapanı” aradın? Mantık, akıl, ilim, vicdan bunu gerektiriyor da ondan.

Basit iki hareket için bile bir yapan aranırken, kâinattaki tüm bu harika, sanatlı, eşi benzeri olmayan, mucizevi işleri; akılsız, iradesiz, kuvvet ve kudreti olmayan, amaç bilmeyen, kendini bile tanımayan, diğer maddelerden habersiz ve ne yapabileceklerini bile bilmeyen maddede aramak ne kadar bilimsel, ne kadar mantıklı, ne kadar akıllıca olur?

Bediüzzaman Said Nursi'nin Risale-i Nur Külliyatı'nın Sözler kitabında "Hüve Nüktesi" adlı bölümde harika tespitleri var ve şöyle söylemektedir:[1]

“Nasıl ki bir avuç toprak, yüzer çiçeklere nöbetle saksılık eden kabında, eğer tabiata, esbaba havale edilse, lâzım gelir ki, ya o kapta küçük mikyasta yüzer, belki çiçekler adedince mânevî makineler, fabrikalar bulunsun; veyahut o parçacık topraktaki her bir zerre, bütün o ayrı ayrı çiçekleri, muhtelif hasiyetleriyle ve hayattar cihazatıyla yapmalarını bilsin, adeta bir ilâh gibi hadsiz ilmi ve nihayetsiz iktidarı bulunsun.”

Bediüzzaman Hazretlerinin verdiği örnekte, bir avuç toprağın yüzlerce değişik çiçeği yapmayı bilemeyeceği ve dolayısıyla da yapamayacağı belirtilir. Eğer bu durum sadece fiziksel ve kimyasal süreçlerle açıklanacak olsaydı, her bir zerreye tüm çiçekleri yapma bilgisini ve gücünü atfetmemiz gerekirdi. Ancak, sen de kabul edersin ki bu zerrelerin böyle bir bilgiye ve kudrete sahip olmadığı açıktır. Bu nedenle, bu düzenin arkasında bir yaratıcı güç olduğu aşikârdır.

Görüyoruz ki; sandalyeyi yapan malzemeler, aynı zamanda koltuk, masa, sehpa ve diğer birçok mobilyayı da yapabilmektedir. Ancak bir maddenin bu kadar ilmi, yapabilme kabiliyeti ve diğerlerine hâkim kudreti yoktur. İnsan gibi akıllı, irade sahibi, hâkimiyet ve tasarruf sahibi, ilmi olan bir varlık dahi böylesine binlerce ve birbirlerinden farklı şeyleri yapabilme kabiliyetine sahip değilken, akılsız, şuursuz, iradesiz maddeden ilâh gibi işler beklemek elbette ki ne ilme, ne vicdana, ne akla, ne de mantığa sığar.

Eğer bu düzen ve üretkenliği maddenin kendindeki yapabilme özelliklerine verirsek, her bir zerreye sonsuz bir bilgi, irade ve güç atfetmemiz gerekir. Ancak bu durum imkansızdır ve akıl dışıdır. Aynı mantıkla, bir kitabın sayfalarının rüzgarla bir araya gelip anlamlı bir metin oluşturmasını beklemek kadar mantıksızdır.

"Hüve Nüktesi"nde belirtildiği gibi, kâinattaki her bir zerre, belirli bir düzen ve amaç doğrultusunda hareket eder. Aynı şekilde, sandalyenin oluşum sürecindeki her bir adım da belirli bir düzen ve amaç doğrultusunda gerçekleşir. Bu düzen ve amacı sağlayan, ilim, irade ve kudret sahibi bir yaratıcıdır.

İnançlı kişinin bu derin ve etkileyici açıklamaları, odadaki havayı yoğun bir düşünce ve merak bulutuyla doldurmuştu. Herkesin aklında aynı soru vardı: Bu kadar kusursuz bir düzen ve işleyiş, gerçekten de bir yaratıcıyı mı işaret ediyordu? Dinleyiciler, inançlı kişinin sunduğu örnekler ve mantıksal çıkarımlar üzerinde düşünürken, ateistin vereceği cevabı dört gözle bekliyorlardı. Bilim ve inanç arasındaki bu diyalog, sadece bir sandalyenin nasıl oluştuğunu anlamaktan öte, kâinatın derinliklerine uzanan büyük sorulara kapı aralıyordu.

Şimdi sıra ateiste gelmişti. İnançlı kişinin argümanlarına karşı, bilimsel ve rasyonel açıklamalarla nasıl bir savunma yapacaktı? Tabiatın hassas düzen ve görkemli yapısını, bir yaratıcıya ihtiyaç duymadan açıklamak mümkün müydü? Bu merakla beklenen an, inanç ve bilimin yollarının nasıl kesiştiğini veya ayrıldığını gözler önüne serecekti. Her iki tarafın da argümanlarını dikkatle dinleyen dinleyiciler, bu felsefi yolculuğun bir sonraki durağını sabırsızlıkla bekliyordu.

Ateist (Bir Yaratıcının Varlığına İnanmayan): Anladığım kadarıyla, siz sandalyenin varlığını ve işlevselliğini açıklamak için bir yaratıcıya ihtiyaç olduğunu düşünüyorsunuz. Ancak doğa ve içindeki karmaşık süreçler, sizin verdiğiniz basit örneklerden çok daha farklı ve karmaşıktır.

Öncelikle, kalemin defteri çizmesi, kapı kolunun inmesi ve kapının açılması gibi olaylar, insan yapımı nesnelerin ve mekanizmaların belirli bir amaca yönelik olarak tasarlanmış olmasından kaynaklanır. Bu nesneler, belirli bir işlevi yerine getirmek için özel olarak üretilmişlerdir ve bu işlevleri yerine getirirken insan müdahalesine ihtiyaç duyabilirler.

Örneğin evrenin oluşumu ve içindeki galaksilerin, yıldızların ve gezegenlerin hareketi temel fizik yasaları tarafından yönetilir. Bu yasalar, evrenin nasıl işlediğini ve nasıl değiştiğini açıklar. Bu yasaların işleyişi, bir yaratıcıya ihtiyaç duymadan da açıklanabilir. Doğadaki olayların öyle basit ve insan yapımı olaylarla açıklanmaya çalışılması doğru olmadığı gibi bilimsel de değildir.

Ateistin bu karşı açıklamaları karşısında, bir yaratıcının var olması gerektiğine kesin inanan kişinin vereceği cevap ve sunacağı bilimsel veriler merakla bekleniyordu. İnanç ve bilim arasındaki bu köprüde, hangi argümanlar öne çıkacaktı? Dördüncü bölümde, bu karmaşık ve derin sorulara cevap aramaya devam edeceğiz. İnançlı kişi, ateistin bilimsel verilerle cevap isteğine nasıl karşılık verecek? Bilim ve inanç arasındaki bu diyalog, bizleri nereye götürecek? Gelecek bölümde, bu soruların cevaplarını keşfetmek için sabırsızlanıyoruz.

DEVAM EDECEK (İNŞALLAH)

BİLİM, AKIL VE VİCDAN: SANDALYEDEN YARATICIYA FELSEFİ BİR YOLCULUK - 4

[1] Sözler 160 : On Üçüncü Söz / On Üçüncü Sözün İkinci Makamı / Hüve Nüktesi

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.