Bilim, Akıl Ve Vicdan: Sandalyeden Yaratıcıya Felsefi Bir Yolculuk–12

Salahattin ALTUNDAĞ

SCIENCE, REASON AND CONSCIENCE: A PHILOSOPHICAL JOURNEY FROM THE CHAIR TO THE CREATOR – 12

(TÜRKÇE VE İNGİLİZCE)

Mars'ın tozlu yüzeyinde başlayan keşif, şimdi bambaşka bir boyuta taşınıyor. Üç arkadaşın karşılaştığı uzay aracı, onları sadece kâinatın derinliklerine değil, aynı zamanda kendi inançlarının ve şüphelerinin merkezine de sürükledi.

Tartışma kızışırken, İnançlı Kişi, "doğal süreçler" ve "bilim her şeyi açıklayacaktır" söylemlerinin ardındaki yanılgıları gözler önüne seriyor. Bu iddialara karşı, bilimsel yöntemin sınırlarını ve kâinattaki kusursuz düzenin ardındaki muhteşem zekâyı ortaya koyuyor.

Hazır olun, zira bu bölümde bilim, felsefe ve inanç arasındaki kesişimler ortaya çıkacak, zihinler açılacak ve kalpler sarsılacak. İnançlı Kişi'nin çarpıcı örnekleri ve açıklamaları, sizi de bu büyük sorunun cevabını aramaya davet ediyor:

Kâinattaki bu muhteşem düzenin arkasında, bilinçsiz doğa kanunları mı var, yoksa her şeyi bilen, gören ve yöneten bir Yaratıcı'nın sonsuz kudreti mi?

Her düşünce akımı, kendi içinde bir dünya saklar; her inanç, insana ayrı bir dünya açar. Bu dünyaların kesiştiği noktalarda, tartışmalar, sorular ve belirsizlikler doğar. On ikinci bölüme girerken, sizi bu kesişim noktasının tam ortasına davet ediyorum.

Tartışmalar derinleşiyor, argümanlar sertleşiyor ve her biri kendi hakikatini savunmakta kararlı. Bilim, inanç ve felsefenin harmanlandığı bu diyalogda, sadece zihninizle değil, kalbinizle de yer alacaksınız. Peki, bu kez karşımıza çıkacak sorulara hangi cevapları bulacağız? Okumaya devam edin, çünkü bu bölümdeki diyaloglar, bildiğiniz tüm düşünce kalıplarını yeniden sorgulamanıza neden olacak.

İnançlı Kişi: Hep; bilimsellik, bilimsel yöntemler, doğal süreçler, maddenin kendi özellikleri, doğa kanunlarından söz etmektesiniz. Gelin bunları ele alarak, her birinin neler olduğunu daha açık bir şekilde anlamaya çalışalım:

Bilimsellik, doğal dünyayı anlamak ve açıklamak için kullanılan sistematik bir yaklaşımdır. Bilimsel bilgi, gözlem, deney, hipotez oluşturma, test etme, sonuçları analiz etme ve teori geliştirme gibi aşamalardan oluşan bilimsel yöntemle elde edilir.

Bilimsel Yöntemde Uyulması Gereken Yedi Aşama:

  1. Gözlem: Doğal dünyada bir olay veya olgu dikkat çeker ve merak uyandırır.
  2. Soru: Gözlemlenen olay veya olguyla ilgili bir soru sorulur. Bu soru, araştırmanın amacını ve yönünü belirler.
  3. Hipotez: Soruya cevap olabilecek bir hipotez (varsayım) oluşturulur. Hipotez, test edilebilir ve yanlışlanabilir olmalıdır.
  4. Deney/Gözlem: Hipotezi test etmek için deneyler yapılır veya gözlemler gerçekleştirilir. Deneyler kontrollü bir ortamda yapılırken, gözlemler doğal ortamda gerçekleştirilir.
  5. Veri Toplama ve Analiz: Deney veya gözlem sonucunda elde edilen veriler toplanır ve analiz edilir. Verilerin analizi, hipotezin doğrulanıp doğrulanmadığını belirlemek için önemlidir.
  6. Sonuç: Verilerin analizi sonucunda hipotez doğrulanırsa, geçici olarak kabul edilir ve teoriye dönüşebilir. Eğer hipotez doğrulanmazsa, yeni bir hipotez oluşturulur veya mevcut hipotezde değişiklikler yapılır.
  7. Teori: Bir hipotez, defalarca yapılan deney ve gözlemlerle doğrulanırsa, teori haline gelir. Teoriler, doğal dünyayı açıklamak için kullanılan güçlü araçlardır.

Bir heykelin oluşumunun bilimsel yöntemle değerlendirilmesini yapalım:

  1. Gözlem: Bir heykelin varlığı dikkat çeker ve bu heykelin nasıl yapıldığı merak uyandırır. Heykelin detayları, şekli, materyalleri gözlemlenir.
  2. Soru: Heykelin nasıl yapıldığına dair iki soru ortaya çıkar:

a. Bu heykeli, heykelin içindeki ve çevresindeki maddeler mi oluşturdu?

b. Bu heykeli bir heykeltıraş mı yaptı?

  1. Hipotez: İki hipotez oluşturulur:
    • Hipotez 1: Bu heykeli heykelin içindeki ve çevresindeki maddeler oluşturmuştur.
    • Hipotez 2: Bu heykeli bir heykeltıraş yapmıştır.
  2. Deney/Gözlem: Hipotezleri test etmek için deneyler yapılır veya gözlemler gerçekleştirilir.
    • Hipotez 1: Heykelin içindeki ve çevresindeki maddeler tarafından yapılmıştır.
      • Deney: Maddelerin kendi başına organize olup heykel şeklini alıp almadığı incelenir.
      • Gözlem: Doğal ortamlarda bu tür maddelerin benzer şekilde organize olup olmadıkları gözlemlenir. Maddelerin kendi kendine heykel şekline bürünüp bürünmediği değerlendirilir.
    • Hipotez 2: Bir heykeltıraş tarafından yapılmıştır.
      • Deney: Bir heykeltıraşın heykel yapma süreci gözlemlenir. Heykelin yapımında kullanılan teknikler, araçlar ve süreçler incelenir.
      • Gözlem: Heykeltıraşın eserleriyle karşılaştırmalar yapılır. İnsan eliyle yapılan diğer heykellerle benzerlikler gözlemlenir.
  3. Veri Toplama ve Analiz:
    • Veri Toplama: Her iki hipotez için de yapılan deneyler ve gözlemler sonucunda elde edilen veriler toplanır. Maddelerin kendi başına heykel yapma kapasitesi ve heykeltıraşın heykel yapma süreciyle ilgili veriler kaydedilir.
    • Analiz: Elde edilen veriler analiz edilir. Maddelerin kendi başına heykel oluşturma yeteneği olup olmadığı ve heykeltıraşın eserleriyle olan benzerlikler değerlendirilir.
  4. Sonuç:
    • Hipotez 1: Verilerin analizi sonucunda, maddelerin kendi başına organize olup bir heykel oluşturma yeteneğine sahip olmadığı görülür, hipotez doğrulanmaz.
    • Hipotez 2: Verilerin analizi sonucunda, heykelin yapımında heykeltıraşın bilgi, irade ve becerisine ihtiyaç olduğu, heykelin diğer insan yapımı heykellerle benzerlik taşıdığı görülür, hipotez doğrulanır.
  5. Teori:
    • Teori: Eğer “hipotez 2” defalarca yapılan deneyler ve gözlemlerle doğrulanırsa, heykelin bir heykeltıraş tarafından yapıldığına dair bir teori geliştirilebilir. Bu teori, heykel gibi kompleks yapıların insan eliyle yapıldığını açıklayan güçlü bir araç haline gelir.

Sonuç: Bilimsel yöntemin aşamalarına göre yapılan değerlendirmelerde, maddelerin kendi başına kompleks ve sanatsal bir yapı oluşturma yeteneği olmadığı için, heykelin bir heykeltıraş tarafından yapıldığı hipotezi doğrulanmış olur. Bu, bilimsel yöntemin sistematik ve analitik yaklaşımını kullanarak elde edilen bir sonuçtur.

Ateist: Sözü nereye getireceğinizi biliyorum, “insanın nasıl var olduğunu” soracaksınız. Ancak, heykel ve insan arasındaki temel fark, heykelin cansız bir nesne, insanın ise canlı bir organizma olmasıdır. Heykel, sadece fiziksel bir yapıya sahipken, insan hem fiziksel hem de biyolojik, zihinsel ve ruhsal boyutlara sahiptir.

Bir maddenin organik ve canlı olması, kendi içindeki ve dışındaki maddelerin, biyolojik sistemlerin, kimyasal sistemlerin ve reaksiyonların etkileşimiyle var olabileceğini gösterir. Bir heykelin oluşumu için, mermer gibi bir maddenin heykeltıraş tarafından şekillendirilmesi yeterlidir. Ancak insanın oluşumu, sadece maddelerin bir araya gelmesiyle açıklanamaz. İnsan vücudu, karmaşık bir biyolojik sistemdir.

Organik maddeler, temel olarak karbon, hidrojen, oksijen ve azot gibi elementlerden oluşur. Canlı organizmalar ise, bu organik maddelerin karmaşık bir şekilde organize olmasıyla meydana gelir. Canlıların yapısında bulunan proteinler, nükleik asitler, karbonhidratlar ve lipitler gibi organik moleküller, canlılık için gerekli olan yapısal ve işlevsel özellikleri sağlar.

Canlılar, kendilerini çevrelerinden ayıran, beslenen, büyüyüp gelişen, üreyen ve çevrelerine uyum sağlayan karmaşık sistemlerdir. Bu karmaşık sistemlerin işleyişi, sadece kimyasal reaksiyonlarla değil, aynı zamanda genetik bilgi, hücresel organizasyon, enerji dönüşümü ve homeostaz[1] gibi biyolojik süreçlerle de ilgilidir.

Örneğin, bir hücrenin içindeki kimyasal reaksiyonlar, hücrenin yaşamını sürdürmesi için gereklidir. Ancak, bu reaksiyonların hangi sırayla ve hangi hızda gerçekleşeceği, hücrenin genetik bilgisi tarafından kontrol edilir. Hücrenin yapısı ve işlevi de bu genetik bilgiye göre şekillenir.

Canlılığı tam olarak anlamak için, biyoloji, kimya, fizik ve hatta felsefe gibi farklı disiplinlerden gelen bilgileri bir araya getirmek gerekir.

İnançlı Kişi:Bir hücrenin içindeki kimyasal reaksiyonlar, hücrenin yaşamını sürdürmesi için gereklidir. Ancak, bu reaksiyonların hangi sırayla ve hangi hızda gerçekleşeceği, hücrenin genetik bilgisi tarafından kontrol edilir. Hücrenin yapısı ve işlevi de bu genetik bilgiye göre şekillenir." dediniz. Bu reaksiyonların, genetik bilgilerin vs. bir bilinci ve bir iradesi olmadığı belli. Bu varoluşu onlara nasıl havale edebiliriz?

Ateist: Evet, doğru söylüyorsunuz. Hücrenin içindeki kimyasal reaksiyonların, genetik bilginin veya diğer biyolojik süreçlerin kendi başlarına bir bilinci veya iradesi yoktur. Bu süreçler, doğa kanunları tarafından yönetilen fiziksel ve kimyasal etkileşimler sonucu gerçekleşir.

Canlılık, sadece madde ve enerjinin bir araya gelmesiyle değil, aynı zamanda bu madde ve enerjinin belirli bir düzen ve organizasyon içinde birleşmesiyle ortaya çıkar. Bu düzen ve organizasyon, hücrenin genetik bilgisinde kodlanmıştır ve hücrenin yapısını, işlevini ve davranışını belirler.

Şimdi siz bana hemen “Peki, bu genetik bilgi ve hücresel organizasyon nasıl ortaya çıkmıştır?” sorusunu soracaksınız. Bu soru, bilim insanlarının uzun yıllardır üzerinde çalıştığı ve hala tam olarak cevaplanamamış bir sorudur.

İnançlı Kişi: "Hücrenin içindeki kimyasal reaksiyonların, genetik bilginin veya diğer biyolojik süreçlerin kendi başlarına bir bilinci veya iradesi yoktur. Bu süreçler, doğa kanunları tarafından yönetilen fiziksel ve kimyasal etkileşimler sonucu gerçekleşir." dediniz. Doğa kanunlarından bahsettiniz. Bir mimari yapıyı bir mimar tasarlarken, o mimar plan ve programını çizer ve bu plana göre hareket eder. Bu durumda, bu yapıyı plan ve program yaptı denilebilir mi? Sizin söyleminiz bu anlama geliyor.

Ateist: Haklısınız, benzetmenizde bir doğruluk payı var. Bir mimari yapının ortaya çıkmasında mimarın planı ve programı belirleyici bir rol oynar. Ancak, doğa kanunları ile mimarın planı arasında önemli bir fark vardır:

  • Mimarın Planı: Bilinçli bir tasarımın ürünüdür. Mimar, belirli bir amaca yönelik olarak, bilgi, beceri ve yaratıcılığını kullanarak planı oluşturur.
  • Doğa Kanunları: Bilinçsiz ve amaçsızdır.[2] Doğa kanunları, evrenin işleyişini tanımlayan temel prensiplerdir ve kendi başlarına bir amaca yönelik değildirler. Bilimsel ve felsefi açıdan, doğa kanunlarının bilinçli veya amaçlı varlıklar olmadığı, sadece gözlemlenebilir olaylar arasındaki ilişkileri tanımladığı kabul edilir.

Doğa kanunları, fiziksel ve kimyasal süreçlerin nasıl işleyeceğini belirler. Ancak, bu süreçlerin belirli bir amaca yönelik olarak gerçekleşmesini sağlayan bir bilinç veya irade yoktur. Örneğin, yerçekimi kanunu, nesnelerin birbirini çekmesini sağlar, ancak bu çekim kuvvetinin belirli bir amacı yoktur; yani bu çekim kuvvetinin arkasında bilinçli bir amaç veya niyet olduğu düşünülmez. Hücre içindeki kimyasal reaksiyonlar ve genetik bilgi de doğa kanunlarına göre işler. Bu süreçler, hücrenin yaşamını sürdürmesini ve çoğalmasını sağlar.

İnançlı Kişi: “Doğa Kanunları: Bilinçsiz ve amaçsızdır.” ve “Doğa kanunları, fiziksel ve kimyasal süreçlerin nasıl işleyeceğini belirler. Ancak, bu süreçlerin belirli bir amaca yönelik olarak gerçekleşmesini sağlayan bir bilinç veya irade yoktur.” Bu sözleri sizden duymak beni biraz sevindirdi. Ancak doğa kanunlarının bilinçsiz ve amaçsız olduğunu söylediğiniz halde, kâinattaki bu bilinçli ve hep bir amaç taşıyan faaliyetleri, doğa kanunlarına bağlamanızı anlamıyor ve üzülüyorum. Canlılardaki hassas yapı ve işleyişindeki düzen, bilinçli bir tasarımın varlığına inanmamızı gerektirirken, bunu bilinçsiz ve amaçsız doğaya nispet etmeniz ne kadar mantıklı ve bilimsel, anlayamıyorum.

Hep şunu söylüyorsunuz: “İnanç bilimsel yöntemlerle doğrulanamaz.” Peki ya bu söylediğiniz nasıl bir görüş, nasıl bir anlayış; anlamak çok zor. Bir teröristin yaptığı “bir eylem” olduğunda bile, “Bu adam maşadır. Bu adamın arkasında kimler var?” diye fikir yürütülmektedir. Veya harika bir sanat eseri gördüğünüzde, bunu zihinsel engelli birinin yaptığı söylendiğinde ne kadar inanırsınız?

Halbuki olay çok basit: Varlığın kendinde olan maddelerin, o işi yapabilme özellikleri yoktur. Bu kesin bir sonuç. Canlı veya cansız olsun, maddelerin iş görmekte olduklarını gördüğümüze göre burada görünmeyen bir elin işlemekte olduğunu kabul etmek gerekir.

Siz “doğada kanunlar var, tüm faaliyetler onunla oluyor” diyorsunuz. Biz de diyoruz ki: Doğru söylüyorsunuz ve işler aynen öyle oluyor. Kâinatta kanunlar işlemektedir ve sizin buna “kanun” demeniz bile bir düzen olduğunu göstermektedir. Bir düzenlilik bilinçsiz ve akılsız dediğiniz doğa kanunları ile vücut bulabilir mi?

Elbette ki düzen, yapandan haber verir. Bu işleri yapan zat, kanunlarla, bu işleri nasıl yaptığını bize bildirmekte ve bunları nasıl yaptığını merak edenlere kanunlarını göstererek işlerini açıklamaktadır. Bir binayı yapan mimar gibi, binanın planını çizerek o binayı nasıl yapacağını ve yapmakta olduğunu göstermektedir.

Demek ki planı görünce mimarın bu işleri nasıl yaptığını anlamak gerektiği gibi, bir yazılım gördüğümüzde de o işlerin nasıl yapılacağına dair programcının takdirini görmekteyiz. Her durumda doğa kanunları dediğiniz kâinattaki yazılımlar, bu kâinatı yapanın, bu kâinatı nasıl yaptığını, yapmakta olduğunu ve nasıl işlettiğini göstermektedir.

Yaratıcının, işlerini nasıl yaptığını anlatan bir yazar bozar tahtası hükmünde olan kanunlara, doğa kanunları veya tabiat kanunları demektesiniz. Herkes bilir ki deftere yazılan plan, iş göremez veya yazılı bir kanun icrada bulunamaz. Bu planlar, programlar, kanunlar, yazılımlar; sanatkârın veya kanun koyucunun bir göstergesi olduğu gibi, bu işleri onun nasıl yaptığını da bizlere anlatan bir düzen ve sistemdir.

Bakınız Bediüzzaman Said Nursi Tabiat Risalesi aslı eserinde tabiatı ve tabiat kanunlarını nasıl tanımlamaktadır:

“... daire-i mümkinat içinde kader-i İlahînin yazar bozar bir levhası hükmünde ve kudret-i İlahiyenin kavanin-i icraatına tebeddül ve tegayyür eden bir defteri olabilen ve pek yanlış ve hata olarak "Tabiat" namı verilen bir mecmua-i kavanin-i âdât-ı İlahiye ve bir fihriste-i san'at-ı Rabbaniye…[3]

Bu mükemmel tanımlamadan sonra da şu ifadelerle meseleyi noktalamaktadır:

“...Başını tabiat bataklığından çıkar, arkana bak; zerrattan, seyyarata kadar bütün mevcudat, ayrı ayrı lisanlarla şehadet ettikleri ve parmaklarıyla işaret ettikleri bir Sâni'-i Zülcelal'i gör.. ve o sarayı yapan ve o defterde sarayın programını yazan Nakkaş-ı Ezelî'nin cilvesini gör...”[4]

Ateist: Evrendeki tüm oluşumların doğal süreçlerle olduğunu görmekteyiz. Tüm oluşumları doğal süreçlerle açıklayabildiğimiz gibi ancak böylesi bir açıklama da bilimsel bir açıklamadır.

Ateist’in görüşlerini büyük bir memnuniyetle dinleyen Agnostik, gülümseyerek başını tasdik edercesine sallıyordu. İnançlı Kişi, onların inadını görünce başını iki yana salladı ve sabırla derin bir nefes alarak sözlerine devam etti:

İnançlı Kişi: Siz beni, dinleyicilerin anlamakta zorlanabileceği teknik konulara girmeye zorluyorsunuz. “Doğal süreçler” ve “canlı organizmalar” gibi konuları tartışmaya açmak istiyorsunuz. Ancak, ben herkesin anlayabileceği basit benzetmelerle açıklamalarda bulunmayı tercih ediyordum.

Belki de benim bu konulara giremeyeceğimi ya da böyle konularda söz edemeyeceğimi düşünüyorsunuz. Endişe etmeyin; bu konularda sizden çok daha bilgili olduğumu düşünüyorum ve bunları daha iyi anlatabileceğime inanıyorum. Ancak, çok teknik ifadeler içerdiğinden dinleyiciler açısından şimdiye kadar bu konulara girmemeye çalıştım.

Madem siz bu konuyu açmak istiyorsunuz, o zaman hazır olun. Ayrıca, size şunu da iletmek istiyorum: “Doğal süreçler” dediğiniz kavramların aslında imkânsız var oluşlar olduğunu ve kâinattaki var oluşların birer “biyolojik harika” hatta “mucize” olduğunu size ispat edeceğim. Bunu başardığımda artık teslim olacak mısınız?

İnançlı Kişi, sözlerini tamamladı ve gözlerini Ateist'e dikti. İnançlı Kişi’nin bu sözleri, odada derin bir sessizliğe yol açtı. Herkesin nefesi kesilmiş, gözleri fal taşı gibi açılmıştı. İnançlı Kişi'nin iddialı sözleri, Agnostik'in bile merakını uyandırmıştı. Herkesin aklında tek bir soru vardı: İleri sürülen bu iddialar, gerçekten de bilimin ve felsefenin sınırlarını zorlayacak bir kanıt sunabilecek mi? Merakla beklenen bu tartışmanın bir sonraki aşamasında neler olacağını öğrenmek için sabırsızlanıyorsunuz, değil mi? Üç arkadaşın arasındaki gerilim artarken, kimsenin gözden kaçırmak istemeyeceği o büyük soruların yanıtlarını birlikte arayacağız. On üçüncü bölümde buluşmak üzere.

DEVAM EDECEK (İNŞALLAH)

[1] Homeostaz, bir organizmanın iç ortamının dengede ve istikrarlı tutulması sürecidir. Vücudumuz sürekli değişen dış etkenlere maruz kalmasına rağmen, homeostaz sayesinde iç ortamımızdaki birçok faktör (sıcaklık, pH, kan şekeri, su dengesi vb.) belirli sınırlar içinde tutulur. Bu denge, organizmanın sağlığı ve hayatta kalması için kritik öneme sahiptir. Homeostaz, organizmanın sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için gereklidir ve bu dengeyi korumak için birçok biyolojik mekanizma devreye girer.

[2] Aşağıda "Doğa Kanunları: Bilinçsiz ve amaçsızdır. Doğa kanunları, evrenin işleyişini tanımlayan temel prensiplerdir ve kendi başlarına bir amaca yönelik değildirler." ifadelerini destekleyen, daha yakın zamana ait bilimsel kaynaklar ve akademik araştırmalar bulunmaktadır:

  1. "The Big Picture: On the Origins of Life, Meaning, and the Universe Itself" (Büyük Resim: Yaşamın Kökenleri, Anlam ve Evrenin Kendisi Üzerine) by Sean Carroll (2016):
  2. "The Atheist's Guide to Reality: Enjoying Life without Illusions" (Ateistin Gerçeklik Rehberi: Yanılsamalar Olmadan Hayatın Tadını Çıkarmak) by Alex Rosenberg (2010):
  3. "The God Delusion" (Tanrı Yanılgısı) by Richard Dawkins (2006):
  4. "Sapiens: A Brief History of Humankind" (Sapiens: İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi) by Yuval Noah Harari (2014):
  5. "The Blind Watchmaker" (Kör Saatçi) by Richard Dawkins (1986):
  6. "A Brief History of Time" (Zamanın Kısa Tarihi) by Stephen Hawking (1988):
  7. "The Grand Design" (Büyük Tasarım) by Stephen Hawking and Leonard Mlodinow (2010):

Bu kaynaklar, doğa kanunlarının bilinçsiz ve amaçsız olduğunu, evrenin işleyişini tanımlayan temel prensipler olduğunu ve kendi başlarına bir amaca yönelik olmadıklarını savunan bilimsel ve felsefi bir bakış açısını temsil eder.

[3] Lem'alar 185 : Yirmi Üçüncü Lem'a (Tabiat Risalesi) / ÜÇÜNCÜ KELİME / Üçüncü Muhal / Birinci Misal

[4] Lem'alar 185 : Yirmi Üçüncü Lem'a (Tabiat Risalesi) / ÜÇÜNCÜ KELİME / Üçüncü Muhal / Birinci Misal

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.