Bilim, Akıl Ve Vicdan: Sandalyeden Yaratıcıya Felsefi Bir Yolculuk–18

Salahattin ALTUNDAĞ

SCIENCE, REASON AND CONSCIENCE: A PHILOSOPHICAL JOURNEY FROM THE CHAIR TO THE CREATOR – 18

(TÜRKÇE VE İNGİLİZCE)

Bu bölüme kadar süregelen diyaloglar, kâinatın varoluşuna dair farklı bakış açılarının izini sürerken, İnançlı Kişi’nin derinlikli ve düşündürücü açıklamaları zihinde yeni sorular doğurmuştu. Onun, olayların ardındaki anlamı açığa çıkarma isteği, dinleyenlerin zihninde heyecan ve merak uyandırmaktaydı. Özellikle Deist, karşılaştığı bu özgün bakış açısıyla içsel bir sorgulamaya itilmiş, kâinatın düzeni ve yaratıcının rolüne dair inançlarını yeniden gözden geçirmeye başlamıştı.

Bir yandan, İnançlı Kişi’nin bu sistematik açıklamaları dinleyenlerin zihninde yeni ufuklar açmakta; diğer yandan yaratılışın ardındaki gizemi daha derinlemesine incelemek için onları bir iç yolculuğa davet etmekteydi. Artık, odadaki herkes büyük bir beklenti içinde İnançlı Kişi’nin kâinattaki düzenin sürekliliğine dair daha kapsamlı açıklamalarını beklemekteydiler.

Bu bölümde, İnançlı Kişi, Bediüzzaman Said Nursi’nin kaleme aldığı güçlü analogilerle[1] Deist’in yaratıcıyı, yaratıcı bir "ilk sebep" olarak konumlandıran ve ardından kâinatı kendi haline bırakan görüşüne eleştiriler sunacaktır. Bediüzzaman’ın örnekleriyle, kâinattaki düzenin yalnızca başlangıçta kurulan bir sistem olmadığını, aksine her an süregelen bilinçli bir müdahalenin gerekliliğini gözler önüne sermek için yeni bir kapı açılacaktır.

İnançlı Kişi: Bakın, Bediüzzaman saat ve saatçi örneğinde diyor ki:

"Acaba bir saatçi, saatin çarklarını yapsın; sonra saati çarklarla tertib edip tanzim etsin, daha mı kolaydır? Yoksa hârika bir makineyi, o çarklar içinde yapsın; sonra saatin yapılmasını o makinenin camid ellerine versin, tâ saati yapsın, daha mı kolaydır?"

Bu ifadede çok derin bir mantık var. Saatçi, saatin çarklarını kendi düzenlese mi daha kolaydır, yoksa o çarklardan daha karmaşık bir makine icat edip (tabiat kanunları ve doğal süreçler) saati yapmayı o şuursuz makineye mi devretse? Aslında burada, düzenin kendi başına sürdürülemeyeceği bir kez daha vurgulanıyor. Bediüzzaman, deistlerin yanlış yorumladıkları “saatçi” benzetmesiyle, düzenli bir yapının devam edebilmesi için sürekli bir müdahalenin gerekliliğini bize gösteriyor.

Deist dikkatle dinliyor, Bediüzzaman’ın her sözü bir ışık gibi zihninde canlandırıyordu. Dikkatini topladı, kaşlarını düşünceli bir şekilde kaldırarak, İnançlı Kişi’nin bu benzetmeyle neyi anlatmak istediğini anlamaya çalışıyordu. İnançlı Kişi, açıklamayı daha da açarak sürdürdü:

İnançlı Kişi: Bediüzzaman Said Nursi’nin bu harika ifadelerini sizin istediğiniz “mantık aşamalarıyla” açıklayalım:

1. AŞAMA: "Acaba bir saatçi, saatin çarklarını yapsın; sonra saati çarklarla tertib edip tanzim etsin, daha mı kolaydır?”

SAATÇİNİN SAATİ YAPMASI

Bediüzzaman bu aşamada, doğrudan yaratıcı bir varlığın kâinattaki düzeni nasıl kurduğuna dair bir analoji kullanır:

Analojinin Unsurları:

  • Saatçi: Yaratıcıyı simgeler.
  • Çarklar ve Dişliler: Saati oluşturan çarklar, kâinatın fiziksel yasaları ve işleyen sistemleri (tabiat kanunları ve doğal süreçler) gibi düşünülür.
  • Saatin Düzeni: Saatin kusursuz çalışabilmesi için, her bir dişli ve çarkın belirli bir uyumla yerleştirilmiş ve kurulmuş olması gerekir.

Mantıksal Aşamalar:

  1. Kurulum Gerekliliği:
    • Bediüzzaman’ın analojisinde saatçi, saatin her bir parçasını özel bir amaç doğrultusunda düzenleyerek tasarlayan bilinçli bir varlık olarak tanımlanır. Bu durumda, saatçi olmadan saatin bir araya gelmesi düşünülemez. Rastgele parçalar, bir araya geldiklerinde anlamlı bir bütün oluşturmak için bir tasarımcıya ve düzenleyiciye ihtiyaç duyar.
    • Yani, kâinattaki her bir nesne ve olay, belirli bir düzene göre şekillenmiş ve bir sistemin işleyişine uygun olarak tasarlanmış görünmektedir. Bu da kâinatta bir düzenleyicinin varlığını zorunlu kılar.
  2. Amacın Yerine Getirilmesi:
    • Saatçinin amacı, saatin zamanı doğru göstermesidir. Bu nedenle, saatin her bir parçası saatin işlevine katkıda bulunacak şekilde ayarlanır. Bu amaca ulaşmak için tüm parçalar uyumlu bir şekilde bir araya getirilmiştir.
    • Kâinattaki varlıklar ve tabiat kanunları da bir uyum içinde işleyerek kâinattaki düzeni sürdürürler. Eğer kâinatta bir amaç varsa, bu amacın gerçekleşmesi için bilinçli bir düzenleyicinin müdahalesi gereklidir.

İnançlı Kişi, gözlerini dikkatle Ateist’e çevirdi. Gözlerindeki derinlik, sanki onun bu mantığı en iyi anlaması gerektiğini ifade eder gibiydi. Ateist’e bakarken yüzündeki sakin ama kararlı ifade, sözlerinin altında yatan derin gerçeği vurguluyordu.

Sonra da Agnostik’e doğru dönerek devam etti. Gözlerinde, anlatılanın artık sorgulanmayacak kadar açık olduğunu ima eden bir bakış vardı. Agnostik’in, zihnindeki soruları en derin yerinden sarsacak bu örneği daha iyi anlayabilmesi için her sözü üzerinde durarak tekrarlıyordu.

İnançlı Kişi’nin her cümlesi, dinleyicilerinin zihninde yeni düşüncelere kapı aralayarak yankılanıyordu. Anlattıklarının ağırlığı, odada derin bir sessizliğe yol açmıştı. Özellikle Agnostik’in, İnançlı Kişi’nin sözleri karşısında kafası karışmış bir şekilde düşündüğü her hâlinden belliydi. Ateist ve Deist, sanki aradıkları hakikati onun ifadelerinde bulacaklarını umar gibi dikkatle dinlemeye devam ediyorlardı.

İnançlı Kişi Bediüzzaman’ın sözlerindeki mantıksal aşamalarının birincisinde devam etti:

İnançlı Kişi: Devam edelim:

  1. Sonuç: Düzenin Sürekliliği ve Bilinçli Bir Müdahale İhtiyacı
    • Bediüzzaman’a göre, saatin rastgele parçaların bir araya gelmesiyle oluşmuş olduğunu kabul etmek mantıksızdır. Çünkü parçaların rastgele bir araya gelmesi, belli bir amaç doğrultusunda işleyen bir mekanizmayı oluşturamaz. Ancak daha da ötesi, saatin çalışmaya devam etmesi ve doğru zamanı göstermesi için düzenli bir şekilde kontrol edilmesi, gerektiğinde düzeltilmesi gerekir.
    • Deist düşünceye karşı argüman burada derinleşir: Deist görüşe göre yaratıcı, kâinatı yaratmış ve daha sonra müdahaleden çekilmiştir. Ancak Bediüzzaman, kâinatın kendi başına sürekli ve uyumlu bir düzen sağlamasının, bilinçli bir düzenleyicinin sürekli kontrolü olmadan mümkün olmadığını ifade eder. Çünkü saatteki parçaların düzenli bir işlev göstermesi için yalnızca ilk kurulum değil, aynı zamanda sürekli bir denetim ve müdahale gereklidir.
    • Eğer kâinattaki her şey belirli bir amaç doğrultusunda işliyorsa, bu yalnızca başlangıçta kurulmuş bir düzenle değil, aynı zamanda devam eden bir bilinçli kontrol ve müdahale ile sağlanabilir. Bilinçsiz ve cansız tabiat kanunlarının, her şeyin kendi başına uyum içinde işlemesini sağlaması mantıksal olarak yetersiz kalır. Bu da yaratıcı bir gücün kâinata sürekli olarak müdahil olduğunu, dolayısıyla deist düşüncedeki “kâinatın kendi başına bırakılması” anlayışının eksik olduğunu gösterir.

Bu aşamada Bediüzzaman, kâinatın tüm parçalarının belirli kanunlar çerçevesinde, uyum içinde bir araya geldiğini, bunun ancak yaratıcı bir varlığın düzenleyici rolüyle mümkün olduğunu ispat eder. Ayrıca kâinattaki düzenin yalnızca başlangıçta kurulmuş bir düzen değil, aynı zamanda devam eden bir bilinçli kontrol gerektirdiğine de açıklık getirir.

İnançlı Kişi’nin sözleri, odadaki herkesin dikkatini çekmişti. Herkes, Bediüzzaman’ın bu güçlü benzetmesini zihninde tartıyor; tartışmanın boyutları ve anlam derinliği içinde kayboluyordu. Ateist ve Agnostik karakterler gözlerini kaçırmadan İnançlı Kişi’ye bakıyor, sanki onun sözlerinde uzun zamandır aradıkları hakikatleri bulacaklarını umuyorlardı. Onların bakışlarında, bir anlığına bile olsa Deist’in yaratıcıyı “uzaktan izleyen bir saatçi” olarak görme görüşünün sorgulandığını hissetmek mümkündü. İkisinin de zihninde düşünceli ifadeler belirmişti; farklı yollarla ilerledikleri bu sorgulama yolculuğunda, kendilerini bir keşif eşiğinde bulmuşlardı.

Deist, ellerini kucağında birleştirip, gözlerini düşünceli bir şekilde aşağıya indirdi. İnançlı Kişi’nin bu benzetmeyi daha derinlemesine açmasını adeta hayranlıkla seyrediyordu. Saatçinin eseriyle olan sürekli bağı, onu bir noktada etkilemiş olsa da kendi inançlarını sorgulamanın eşiğinde görünmüyordu. Ancak, İnançlı Kişi'nin her cümlesini büyük bir dikkatle izliyor, adeta her bir kelimeyi zihninde tartarak kendi inanç dünyasında anlamlandırıyordu.

Odadaki sessizlik, tartışmanın giderek derinleşen ve karmaşıklaşan boyutları arasında kaybolan zihni temsil eder gibiydi. Kimi zaman gözlerin bir yöne odaklandığı, kimi zaman uzaklara daldığı anlar oluştu. Agnostik, düşünceli bakışlarla bir süre tavana bakarken, Ateist ellerini kavuşturmuş, gözlerini hafifçe kısarak duyduğu her argümanı büyük bir dikkatle değerlendiriyordu.

Deist ise, İnançlı Kişi’nin sözlerini bir nevi saygıyla, onun bilgeliğini teslim edercesine dinliyordu. Gözlerindeki hayranlık ve merak dolu ifadeler, Bediüzzaman’ın derin bilgisinin ve mantığının karşısında düşünceli bir tavır takınmasına neden oluyordu. Sözler zihninde yankı buluyor, kendisini bu düşüncelerin içinde adeta bir misafir gibi hissetmesine yol açıyordu.

İnançlı Kişi, bir an ara verdikten sonra Bediüzzaman Said Nursi’nin analojisini açıklamaya devam etti:

İnançlı Kişi: Şimdi ikinci aşamaya gelelim, Bediüzzaman şöyle soruyor:

2. AŞAMA: “Yoksa hârika bir makineyi, o çarklar içinde yapsın; sonra saatin yapılmasını o makinenin camid ellerine versin, tâ saati yapsın, daha mı kolaydır?"

MAKİNENİN SAATİ KENDİLİĞİNDEN YAPMASI

İkinci aşama, deist görüşe yönelik bir eleştiriyi daha derinleştirir. Deizme göre yaratıcı, kâinatı yaratıp bir kenara çekilmiştir; kâinat kendi başına çalışmaktadır. Bediüzzaman, bu görüşün mantıksal açıdan çelişkili olduğunu ileri sürer.

Analojinin Unsurları:

  • Harika Makine: Kâinatın işleyişini ve tabiat kanunlarını simgeler. Çok hassas ve düzenli, dinamik bir sistem olarak tasarlanmıştır.
  • Cansız Çarklar ve Eller: Kâinatın, bilinçsiz ve iradesiz tabiat kanunlarıyla kendi kendine düzen sağlamaya çalışması durumu.

Mantıksal Aşamalar:

1. Harika Makinenin Kurulumu: İlk Kurulum Yeterli mi?

Bediüzzaman, kâinatı bir “harika makine” olarak nitelendirir. Bu makine, olağanüstü derecede kompleks, düzenli ve hassas bir yapıya sahiptir; her bir parça birbiriyle uyumlu bir şekilde çalışmaktadır.

  • Deist Görüş: Deistler, yaratıcı bir gücün kâinatı bu harika makineyi kurup çalıştırarak başlangıçta mükemmel bir düzenle yarattığını, ancak sonrasında işleyişe müdahale etmediğini savunurlar. Yani, yaratıcı, kâinatı bir makine gibi çalışır halde bırakarak geri çekilmiştir.
  • Bediüzzaman’ın Cevabı: Bediüzzaman’a göre, bu harika makinenin yalnızca bir kez kurulup kendi başına işlemesi yeterli değildir. Çünkü bir makine, işleyişini sürdürebilmek için yalnızca baştan kurulmaya değil, düzenli bakım ve sürekli gözetimle kontrol edilmeye ihtiyaç duyar. Yani, kâinattaki hassas dengenin ve işleyişin devamı, bilinçli bir müdahale olmadan sürdürülemez. Eğer bu makine başıboş bırakılırsa, kompleksliği ve dinamizmi nedeniyle uyumunu kaybeder ve düzgün işleyişi bozulur.

2. Cansız Eller: Bilinçsiz Tabiat Kanunları İşleyişi Sürdürebilir mi?

Bediüzzaman, “cansız eller” ifadesiyle kâinattaki tabiat kanunlarının ve olaylarının bilinçsizliğini vurgular. Burada “cansız eller”, fiziksel yasaları ve doğa güçlerini simgeler.

  • Deist Görüş: Deistler, yaratıcı tarafından oluşturulan bu harika makinenin işleyişini devam ettirmek için tabiat kanunlarını yeterli görürler. Onlara göre, kâinatın düzenini sağlamak ve korumak, cansız ve bilinçsiz tabiat kanunlarının “ellerine” bırakılabilir.
  • Bediüzzaman’ın Cevabı: Bediüzzaman, bilinçsiz ve cansız tabiat kanunlarının bir amacı gerçekleştirmek üzere kendi başlarına hareket etmelerinin mantıksal bir çelişki olduğunu belirtir. Eğer kâinattaki düzen, bilinçsiz kanunların kontrolünde devam ediyorsa, bu kanunlar “cansız eller” gibi olup, bir yönlendirme veya hedef olmadan hareket ederler. Bilinçsiz kanunların kendiliğinden düzenli ve amaçlı bir işleyiş ortaya koymaları beklenemez. Bir makinenin tüm parçalarının belirli bir amaca yönelik çalışabilmesi için sürekli bir yönlendiriciye, yani bilinçli bir düzenleyiciye ihtiyaç vardır. Dolayısıyla, kâinatın her bir parçasının belirli bir amaç doğrultusunda hareket etmesi, cansız kanunların kontrolüne bırakılmış olmaktan ziyade, bilinçli bir yaratıcının sürekli müdahalesiyle açıklanabilir.

Ateist, Agnostik ve Deist, odadaki sessizliğin derinleşmesiyle birlikte zihinsel bir yolculuğa çıkmış gibiydi. Ateist, hafifçe geriye yaslanarak, düşünceli bir ifadeyle İnançlı Kişi'ye bakıyordu; sanki gözlerinde, zihnini meşgul eden sorulara bir yanıt bulmayı umuyordu. İnançlı Kişi, Ateist’in bakışlarını yakalayınca, onun bu konuları daha iyi kavramasını istiyormuşçasına kısa bir an duraksadı ve bakışlarını ona odakladı. Ardından, derin ve anlam dolu gözlerini Agnostik’e çevirdi. Agnostik, dikkatini en ufak bir ayrıntıyı bile kaçırmamak için ona yöneltmiş; içindeki tüm şüpheleri giderecek bir rehberle karşılaştığını hissediyor gibiydi.

Bu anlam yüklü bakışmaların ardından, İnançlı Kişi tekrar konuşmaya başladığında, odadaki herkes, duyacakları her kelimeye daha büyük bir merakla odaklanmıştı. Sanki kâinatın derin sırlarına açılan bir kapının eşiğinde duruyorlardı ve İnançlı Kişi, bu kapıyı aralayarak onlara yeni bir bakış açısı sunacaktı.

İnançlı Kişi: (Derin bir nefes alarak) Devam edelim:

3. Sürekli Müdahale Gerekliliği: Harika Makineyi Cansız Ellere Bırakmak Yeterli mi?

Son aşamada Bediüzzaman, “harika makinenin yapılmasını cansız ellere bırakmak” anlamındaki ifadesiyle, kâinattaki düzenin devamının cansız ve bilinçsiz tabiat kanunlarına bırakılmasının yetersiz olduğunu savunur.

  • Deist Görüş: Deistler, bu harika makinenin yaratıcı tarafından bir kez kurulduğunu ve işleyişinin, tabiat kanunlarının denetiminde devam ettiğini düşünürler. Yani, kâinattaki işleyişin devamı için yaratıcı bir müdahaleye gerek olmadığını savunurlar.
  • Bediüzzaman’ın Cevabı: Bediüzzaman’a göre, harika bir makinenin işleyişini sürdürebilmesi için, başlangıçtaki bir kurulum yeterli değildir. Makinenin her bir parçasının doğru çalışabilmesi için her an kontrol edilmesi ve gerektiğinde düzenlenmesi gerekir. Cansız ve bilinçsiz tabiat kanunları, kâinattaki kompleks düzeni ve hassas işleyişi kendi başlarına sürdüremezler. Kâinatta gözlemlenen düzenin devamı, yalnızca başlangıçtaki bir kuruluma değil, yaratıcı bir gücün her an müdahil olmasına bağlıdır. Aksi takdirde, kâinat kendi haline bırakıldığında bir uyumsuzluk, düzensizlik ve kaos ortaya çıkması beklenir. Yani, Bediüzzaman’a göre kâinatın her an işler halde kalabilmesi, yaratıcı bir gücün sürekli varlığı ve kontrolü ile mümkün olabilir.

Bu Aşamada SON SÖZ: Cansız Eller ve Bilinçsiz Güçlerle Düzenin Sürdürülmesi Mantıksal Olarak Yetersizdir

Bu ifadeler doğrultusunda Bediüzzaman’ın deist düşünceye cevabı şu şekildedir:

  • Eğer kâinat, bilinçsiz tabiat kanunlarının ve cansız ellerin kontrolüne bırakılmış olsaydı, bu kanunlar, kâinattaki hassas düzeni ve işleyişi sürekli koruyamazdı.
  • Cansız kanunlar ne bir amaca ulaşabilir ne de belirli bir düzeni bilinçli bir şekilde sürdürebilirler. Bilinçsiz kanunların düzeni koruyup sürdürmesi, ancak yaratıcı bir gücün sürekli müdahalesiyle mümkün olabilir.
  • Bu nedenle, deistlerin savunduğu “ilk kurulumdan sonra yaratıcı müdahale olmaksızın kâinatın kendi başına işleyebileceği” fikri yetersizdir; çünkü kâinatın hassas düzeni, yalnızca ilk yaratılışta değil, sürekli bir yaratıcı müdahalesine ihtiyaç duyar.

Odadaki sessizlik, sanki derin bir anlam arayışının ağırlığını taşıyor gibiydi. Herkes, İnançlı Kişi'nin sunduğu çarpıcı benzetmelerin ışığında, kâinata dair daha önce düşünmedikleri bir bakış açısını keşfetmenin eşiğinde hissetti. Zihinler, Bediüzzaman’ın sözleriyle oluşan güçlü imgelerin etkisinde, derin bir sorgulamaya yönelmişti. Deist, bu açıklamalar karşısında içinde beliren düşünceleri sakinleştirmeye çalışırken, gözlerini yere indirdi; bu, içsel bir yüzleşmenin ifadesiydi adeta.

O esnada İnançlı Kişi, sanki anlatacak daha çok şeyi olduğunu hissettirircesine gözlerini çevresindeki herkese çevirdi. Ancak konuşmak yerine, yüzünde düşünceli bir tebessüm belirdi ve bir anlık duraklamayla sessizliğin içine gizemli bir anlam kattı. Bu küçük duraksama, odadaki bekleyişi daha da yoğunlaştırdı.

Sonunda, yumuşak bir ses tonuyla, neredeyse kendisine konuşurcasına birkaç kelime mırıldandı:

İnançlı Kişi: Belki de... kâinatın sırları, yalnızca ilk bakışta anlaşılamayacak kadar derindir...

Bu sözler odadakilerin zihninde yankı bulurken, İnançlı Kişi başka bir şey söylemeden sessizliğe büründü. Öylesine ince dokunmuş bir cümleydi ki, kimse devam edip edemeyeceğini bilemedi. Deist, Agnostik ve Ateist, birbirlerine anlamlı bakışlar atarken, içlerinde beliren merak, cevabını bulmak için bir sonraki buluşmayı bekleyecekti.

Ve böylece, bu bölüm burada sona ererken, İnançlı Kişi’nin ardında bıraktığı sessizlik, aslında en büyük soruları sormaya davet eden bir cevap gibiydi.

DEVAM EDECEK (İNŞALLAH)

[1] Analoji: İki farklı şey arasındaki benzerlikleri vurgulayarak bir kavramı veya durumu açıklama ve anlama yöntemidir. Metafordan farkı, analojinin benzetmeyi daha detaylı ve yapılandırılmış bir şekilde yapmasıdır.

Örneğin, "İnternet bilgiyi bulmak için bir kütüphane gibidir" ifadesi bir analojidir. Burada, internet ve kütüphane arasında bilgiye erişim açısından benzerlik kurulmuştur. Analoji, kavramları daha anlaşılır hale getirmek için kullanılır ve genellikle eğitici ve açıklayıcı bir amaç taşır.

Başka bir örnek: "Beynin işleyişi, bir bilgisayarın çalışması gibidir." Bu cümlede beyin ve bilgisayarın nasıl benzer şekilde bilgi işlediği anlatılmaktadır.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.