Bilim, Akıl ve Vicdan: Sandalyeden Yaratıcıya Felsefi Bir Yolculuk–19

Salahattin ALTUNDAĞ

SCIENCE, REASON AND CONSCIENCE: A PHILOSOPHICAL JOURNEY FROM THE CHAIR TO THE CREATOR – 19

(TÜRKÇE VE İNGİLİZCE)

İnançlı Kişi’nin bir önceki sözleri, odadakilerin zihninde derin yankılar uyandırmıştı. Özellikle Deist’in, yaratıcıyı kâinatın kurucusu olarak kabul eden ancak sürekli bir müdahaleyi reddeden bakışı, tartışmaların en odak noktasına yerleşmişti. İnançlı Kişi, Bediüzzaman Said Nursi’nin derin benzetmelerini bir kez daha paylaşarak, kâinattaki düzenin yalnızca başlangıçta kurulmuş bir sistem olmadığını, aksine sürekli bir bilinçli müdahale gerektirdiğini anlatmak üzere söz aldı.

Deist, kendini bu açıklamalar karşısında her geçen an daha düşünceli bir hale gelirken, sanki içsel bir sorgulamaya itilmiş gibi sessizce İnançlı Kişi’nin yüzüne baktı. İnançlı Kişi ise, bilgece bir tebessümle ona karşılık vererek sözlerine başladı:

İnançlı Kişi: Bediüzzaman’ın sözleriyle bir kez daha düşünelim... Saatin ustası, saatini kurup kenara çekilmiş bir izleyici mi olmalı? Yoksa her an düzeni koruyarak saatin kusursuz işleyişini sağlamak için onun başında bulunması mı gereklidir?

Bu sözlerle İnançlı Kişi, Deist’in "Tanrı, evreni yaratıp kendi haline bıraktı" görüşüne karşı düşüncelerini daha da derinleştirecek, kâinattaki her şeyin sürekli bir yaratıcı müdahale ile düzenini koruduğuna dair fikirlerini detaylandıracaktı. Bu seferki anlatımında, yalnızca teorik bir tartışmadan ziyade, somut benzetmelerle herkesin zihninde berrak bir hikmet kapısı açmayı hedefliyordu. Çünkü biliyordu ki, kâinatın sırları, basit bir saat misali gibi görünse de ardında çok daha derin bir hikmet ve düzen barındırıyordu.

İnançlı Kişi devam etti:

İnançlı Kişi: Bediüzzaman bir diğer ifadede ise şöyle diyor:

"Bir kâtib; mürekkeb, kalem, kâğıdı getirdi. Onunla kendi bizzât o kitabı yazsa, daha mı kolaydır? Yoksa o kâğıd, mürekkeb, kalem içinde o kitabdan daha san'atlı, daha zahmetli, yalnız o tek kitaba mahsus olarak bir yazı makinesi icad etsin; sonra o şuursuz makineye "HAYDİ SEN YAZ" DESİN DE KENDİ KARIŞMASIN, daha mı kolaydır? Acaba yüz defa yazıdan daha müşkil değil midir?"

Bu ifadeler, Bediüzzaman Said Nursi’nin deist düşünceye eleştirisini daha ileri bir seviyeye taşıyarak yaptığı açıklamalardır. Burada kullanılan örnek, kâinattaki düzenin ve yaratılışın yalnızca ilk yaratılışla sınırlı kalmadığını, aksine sürekli bir kontrol ve bilinç gerektirdiğini vurgular. Her iki aşamayı mantık aşamalarıyla detaylandırarak açıklayalım.

Deist, İnançlı Kişi'nin bu örneklerini dinlerken yüzündeki düşünceli ifade giderek derinleşti. Gözleri boşluğa dalmış, zihni yeni sorular ve açıklamalar arasında gezinir hale gelmişti. Sözlerin etkisi o kadar yoğundu ki, kendini bu sorgulamalardan tamamen sıyıramıyor gibiydi. Sanki görünmeyen bir düğümü çözmeye çalışıyormuş gibi uzaklara dalmıştı. Bu sırada Agnostik’in yüzündeki belirsizlik yerini yoğun bir meraka bırakmıştı. Yüzündeki hafif bir hayret ve şaşkınlıkla, beklenmedik bir şekilde söze girdi:

Ateist: Şu “saat ustası” benzetmesi beni biraz düşündürdü. Eğer gerçekten bu kadar karmaşık bir düzen sürekli bir müdahale gerektiriyorsa, bu durumda bilimsel açıklamalarımız da bu bilinçli müdahaleyi hesaba katmak zorunda mı kalacak? Bu, bilimin sınırlarını yeniden tanımlamamız gerektiği anlamına mı gelir? Her şey doğa yasalarına bağlı diyorduk, ama burada o yasaların kendisi bile bir bilinçli müdahale olmadan işleyemeyecek gibi görünüyor.

Bu açıklama odadakilerin dikkatini çekti. Agnostik, bu beklenmedik müdahaleye sessizce başıyla onay verdi ve derin bir merakla İnançlı Kişi’nin vereceği cevabı bekledi. İnançlı Kişi, yüzünde sakin ama memnun bir ifadeyle Ateist'e baktı. Bu tür bir sorgulamanın, diyalogda ileriye doğru bir adım olduğunu hissediyor gibiydi.

İnançlı Kişi: “Tam da bu noktada, sözleriniz bizi daha derin bir açıklamaya götürüyor," dedi "Bediüzzaman’ın bir diğer örneği bu sorulara daha açık bir cevap sunacaktır.”

Agnostik, yüzündeki kararsız bir ifadeyle söz aldı:

Agnostik: Bu durumda, tabiat kanunlarının düzenli çalışmasının arkasında sürekli bir gücün olması gerektiği açık gibi görünüyor, ama bu gücün gerçekten müdahil olup olmadığını nasıl bilebiliriz?

Bu soruyu sorarken, sanki kendi içinde bir cevap arıyor gibiydi. İnançlı Kişi’nin açıklamalarının ufkunda daha derin bir anlam olduğunu hisseden herkes, söylenecek bir sonraki cümleye odaklandı. Artık sadece bir tartışma değil, her bir bireyin zihninde yeni bir düşünce inşa ediliyordu.

İnançlı Kişi: Bu düzenin kendiliğinden mi yoksa sürekli bir müdahale ile mi sürdüğünü anlamak için Bediüzzaman’ın ikinci örneğine bakalım:

1. AŞAMA: “Bir kâtib; mürekkeb, kalem, kâğıdı getirdi. Onunla kendi bizzât o kitabı yazsa, daha mı kolaydır?”

YAZARIN KİTABI BİZZAT YAZMASI

Bu aşamada, yazarın bir kitabı doğrudan yazması analojisi[1] kullanılır. Yazarın kitabı doğrudan yazması örneği, yaratıcı bir varlığın sürekli müdahalesinin gerekliliğini vurgulamak için kullanılır.

Analojinin Unsurları:

  • Yazar: Kâinattaki düzeni kuran ve sürdüren bilinçli bir yaratıcı varlığı temsil eder.
  • Mürekkep, Kalem ve Kâğıt: Kâinattaki maddi unsurlar ve tabiat kanunlarını temsil eder. Yazarın bu unsurları kullanarak kitabı yazması, yaratıcı gücün kâinatta tabiat kanunları aracılığıyla iş gördüğünü gösterir. Buna İslâmî literatürde “Âdetullah” veya “Sünnetullah” denir.

"Âdetullah" veya "sünnetullah" terimleri, Allah'ın kâinatta koyduğu ve değişmeyen kanunları ifade eder. Bu kanunlar, kâinattaki düzeni ve işleyişi belirleyen ilâhî prensiplerdir. Kur'ân-ı Kerîm'de bu kavram, "sünnet" kelimesiyle ifade edilmiştir. Örneğin, Ahzâb Suresi'nin 62. ayetinde şöyle buyrulmaktadır:

"Sünnetullahta (Allah'ın kanununda) asla bir değişiklik bulamazsın."

Bu âyet, Allah'ın koyduğu kanunların sürekliliğini ve değişmezliğini vurgular.

Âdetullah'a Örnekler:

  • Tabiat Kanunları: Yerçekimi, suyun kaldırma kuvveti, ateşin yakıcılığı gibi fiziksel kanunlar, Allah'ın kâinata koyduğu değişmez kanunlardır. Yerçekimi gibi bir tabiat kanunu, aslında bir düzen içinde sürekli işleyen bir sistemdir. Bu sistemin işleyişi, tıpkı bir yazarın kalemle yazdığı her bir kelime gibi, arkasında bir kontrol ve müdahale gerektirir.
  • Biyolojik Süreçler: Bitkilerin fotosentez yapması, canlıların üremesi ve büyümesi gibi biyolojik olaylar, âdetullahın tezahürlerindendir. Tıpkı bir arının bal yaparken takip ettiği kurallar gibi, tabiat kanunları da bir düzeni yansıtır. Ancak bu kurallar, arının kendi başına belirlediği yasalar değildir; aksine, bir plan ve bilinç doğrultusunda hareket eder.
  • Toplumsal Yasalar: Çalışmanın başarıya, tembelliğin ise başarısızlığa yol açması; adaletin toplumları yükseltmesi, zulmün ise çökertmesi gibi sosyal dinamikler de âdetullah kapsamında değerlendirilir.
  • Astronomik Düzen: Gezegenlerin ve yıldızların belirli yörüngelerde hareket etmeleri gösterilebilir. Kur'an-ı Kerim'de, Yasin Suresi'nin 38. âyetinde bu düzen şöyle ifade edilir:

"Güneş de kendisi için belirlenmiş bir yörüngede akıp gitmektedir. Bu, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen Allah'ın takdiridir."

Bu ayet, gök cisimlerinin hareketlerinin Allah'ın koyduğu düzenli kanunlara tabi olduğunu vurgular. Modern astronomi de gezegenlerin ve yıldızların belirli yörüngelerde hareket ettiğini ve bu düzenin kâinatın istikrarı için hayati önem taşıdığını ortaya koymaktadır.

  • Kitap: Kâinattaki düzenli yapıyı, yani tabiat kanunlarına uygun olarak yaratılmış varlıkları ve sistemi simgeler.

Mantıksal Aşamalar:

Bediüzzaman’ın analojisinde, bir yazarın kitabı doğrudan yazması örneği, yaratıcı bir varlığın kâinat üzerindeki sürekli müdahalesinin gerekliliğini açıkça ortaya koyar. Bu görüşü desteklemek için mantıksal aşamaları şu şekilde ele alabiliriz:

1. Doğrudan Müdahale Gerekliliği: Deistler, yaratıcı bir varlığın kâinatı kurup sonra geri çekildiğini ve kâinatın tabiat kanunlarıyla kendi başına işleyebileceğini savunur. Ancak, Bediüzzaman'ın analojisinde, yazarın kitabı doğrudan yazması örneği, bir düzenin kendiliğinden sürdürülemeyeceğini vurgular. Bu, yazarın sürekli müdahale ve kontrolü sayesinde kitabın anlamlı bir şekilde yazıldığını gösterir.

Bir yazar, bir kitabı yazarken her kelime, cümle ve paragrafı anlamlı bir sıraya koyar. Bu süreç, doğrudan bir amacın ve bilincin varlığını gerektirir. Aynı şekilde, kâinattaki her bir unsurun uyum içinde çalışması, her detayın sürekli düzenlenmesini gerektirir. Eğer kâinat, tabiat kanunlarıyla başıboş bırakılmış olsaydı, bu çok hassas ve dinamik yapının tesadüfen işleyişini sürdürmesi beklenemezdi. Her şeyin anlamlı ve düzenli kalabilmesi için sürekli bir bilince dayalı müdahale şarttır.

İnançlı Kişi, bu derin açıklamaları yaparken gözlerini Ateist’e doğru çevirdi. Sanki bu sözlerin özellikle onun için bir anlam taşıdığını, onun bu fikirleri diğerlerinden daha iyi kavraması gerektiğini ima ediyordu. Ateist, bu bakışı fark ettiğinde yüzüne düşünceli bir ifade yerleşti, çünkü İnançlı Kişi’nin her bir cümlesi, onun inançlarıyla doğrudan yüzleşmesini sağlayan yeni bir kapı aralıyordu.

İnançlı Kişi, kısa bir duraksamanın ardından gözlerini Agnostik’e çevirdi, sanki bu sözlerdeki hakikatin artık şüphe götürmez bir netlik kazandığını ifade ediyormuşçasına. Agnostik, gözlerini İnançlı Kişi’den ayırmadan, adeta bu derin düşünce çağlayanında kaybolmuş gibiydi. Onun zihninde de her bir benzetme, yaratılışın ardındaki bilinç ve düzen fikrini daha netleştiriyor, tüm bu çok hassas ve dinamik sistemin tesadüfen oluşmasının ne denli imkânsız olduğunu gözler önüne seriyordu.

İnançlı Kişi, odadaki bu sessizlik ve yoğun dikkatten cesaret alarak, sözüne daha büyük bir içtenlikle devam etti:

İnançlı Kişi: Bediüzzaman’ın sözünün bu aşamasındaki mantıksal açıklamalarına devam edelim:

2. Yazarın Bilinçli ve Sürekli Eylemi: Deizm, yaratıcı müdahalenin yalnızca başlangıçta olduğunu ve sonrasında kâinatın bu ilk itici güçle kendi başına işleyebileceğini öne sürer. Ancak, Bediüzzaman’ın örneğinde, kitabın düzgün bir şekilde yazılması, yazarın her aşamada müdahalesine ve kontrolüne bağlıdır. Kitap, ancak bilinçli bir müdahale ile anlamlı bir bütünlük oluşturabilir.

Kâinatta gözlemlenen düzenin kendiliğinden sürdürülebileceği düşüncesi, kitabın kendi kendine yazılabileceği iddiası kadar mantık dışıdır. Kitap yazmak için yazarın sürekli bilinçli bir şekilde yön vermesi gereklidir; aksi takdirde, sadece mürekkep, kalem ve kâğıdın varlığıyla anlamlı bir eser ortaya çıkamaz. Benzer şekilde, kâinatın kendi başına çalışması ve çok hassas, dinamik sistemlerin düzgün bir biçimde işlemesi, sürekli bir yaratıcı müdahale olmaksızın mümkün değildir.

3. Düzenin ve Anlamın Sürekli Sağlanması: Deistler, kâinatın düzenini ilk yaratılışla açıklar ve sonrasında tabiat kanunlarının düzeni kendiliğinden sürdüreceğini varsayar. Bediüzzaman’ın bu analojisinde ise, kâinatın kendi başına düzenini sürdürebileceği fikri, yazı makinesi analojisiyle çürütülür. Bilinçsiz tabiat kanunlarının kendi başına düzen kurması, şuursuz bir yazı makinesinin anlamlı bir kitap yazması kadar imkansızdır.

Eğer yaratıcı güç, kâinatı ilk anda kurup daha sonra geri çekilseydi, kâinattaki çok hassas yapıların ve düzenin devamlılığı mümkün olmazdı. Kâinat, yazarın müdahalesine ihtiyaç duymadan kitap yazabilecek bir makine gibi değildir. Aksine, düzenin her an sağlanabilmesi, sürekli bir kontrol ve bilinç gerektirir. Bediüzzaman bu noktada, sürekli bir yaratıcı müdahale olmaksızın kâinattaki düzenin devam edemeyeceğini, bir düzenin sürekliliğinin ancak yaratıcının müdahalesiyle mümkün olduğunu savunur.

Bediüzzaman’a göre, kâinattaki düzen sadece bir ilk müdahale ile başlatılıp kendi haline bırakılacak kadar basit bir yapı değildir. Kitabın düzgün yazılabilmesi için yazarın sürekli müdahalesine ihtiyaç duyulması gibi, kâinattaki düzenin sürdürülebilmesi de yaratıcı bir varlığın devam eden kontrolüne bağlıdır. Eğer kâinat başıboş bırakılmış olsaydı, çok hassas, dinamik yapılar ve düzenli sistemler rastgelelik ve kaos içinde dağılmaya mahkûm olurdu. Bu nedenle, kâinattaki düzenin kendiliğinden sürdürülebileceği fikri imkansızdır.

İnançlı Kişi, derin bir nefes aldı ve sanki odanın atmosferini daha da yoğunlaştırmak istercesine konuşmasına devam etti. Sözleri, odadakilerin zihinlerinde yankılanıyor, herkesin dikkatini üzerine çekiyordu. İnançlı Kişi, kâinattaki düzenin, yalnızca bir yaratılış anına değil, her an süregelen bir ilgiye işaret ettiğini vurgularken, gözleri odada gezinmekteydi. Sanki tüm bu anlatılanlar yalnızca bireyler için değil, evrenin kendisi için de söyleniyor gibiydi. Bu anlatım, odadaki herkesi derin bir düşünceye sürüklerken, sessizlikte yankılanan sözcükleriyle tüm varoluşa bir açıklık kazandırmayı amaçlıyordu.

Deist, Ateist ve Agnostik, Bediüzzaman'ın bu derin anlamlı sözlerini ilk kez duymanın heyecanını yaşıyorlardı. Her biri, kâinattaki düzenin ardındaki bilinçli müdahale fikrini daha önce bu denli açıklıkla işitmemiş olmanın verdiği şaşkınlık ve hayranlık içindeydi. Bu ifadeler, onların zihinlerinde yeni bir pencere açarken, düşüncelerini sessizce birbirleriyle paylaşıyor gibiydiler. Gözlerindeki ifadeler, bu sözlerin üzerlerinde derin bir etki bıraktığını gösteriyordu.

İnançlı Kişi, onların bu coşkulu ve hayranlık dolu bakışlarını fark ettiğinde içinde bir memnuniyet duygusu oluştu. Bu ilgi ve hayranlık, onu daha da yüreklendirdi ve konuşmalarını daha büyük bir şevkle sürdürmesine vesile oldu. Sözcükleri, sanki odadaki herkesin zihinlerinde yankılanarak yeni düşüncelerin filizlenmesini sağlıyordu.

İnançlı Kişi: Bediüzzaman’ın bu ifadeleri, yalnızca bir benzetme değil, aynı zamanda kâinatın ardındaki hikmeti kavramaya bir davettir. Çünkü bir yazarın elinden çıkan kitabın anlamı, yalnızca ilk kelimesinde değil, her harfinde yatar. O harflerin anlamını yitirmemesi için yazarın sürekli bir müdahalesi gerekir. Tıpkı bunun gibi, kâinatın her an süregelen düzeni, başıboş bırakılmış bir yazı makinesinin değil, bilinci ve amacı olan bir yaratıcının eseridir.

Odadaki sessizlik, bu sözlerin etkisiyle daha da yoğunlaştı. Herkes, sanki görünmeyen bir kapıdan içeriye girmek üzereymiş gibi bir an durakladı. Gözler Deist’in yüzündeydi. Deist, bakışlarını bir anlığına kaldırdı ve İnançlı Kişi’ye doğru çevirdi.

Deist: “Devam edin,” dedi. Sesi, düşüncelerindeki çatışmanın ağırlığını taşır gibiydi. “Bu kitabın yazılışını daha iyi anlamak istiyorum.”

İnançlı Kişi, Deist’in bu sözlerinden cesaret alarak gözlerini odadaki diğerlerine çevirdi. Kâinatın düzenine dair bu büyük hikâyenin daha derinlerine inmeye hazırdı. Ancak o an sözlerini son bir cümleyle bitirdi:

İnançlı Kişi: Her şeyin ardında saklı olan o büyük sır, yalnızca aklın değil, vicdanın da ışığında keşfedilebilir. Şimdi, bu hikâyenin devamını bir sonraki adımda birlikte anlamaya çalışacağız.

DEVAM EDECEK (İNŞALLAH)

[1] Analoji: İki farklı şey arasındaki benzerlikleri vurgulayarak bir kavramı veya durumu açıklama ve anlama yöntemidir. Metafordan farkı, analojinin benzetmeyi daha detaylı ve yapılandırılmış bir şekilde yapmasıdır.

Örneğin, "İnternet bilgiyi bulmak için bir kütüphane gibidir" ifadesi bir analojidir. Burada, internet ve kütüphane arasında bilgiye erişim açısından benzerlik kurulmuştur. Analoji, kavramları daha anlaşılır hale getirmek için kullanılır ve genellikle eğitici ve açıklayıcı bir amaç taşır.

Başka bir örnek: "Beynin işleyişi, bir bilgisayarın çalışması gibidir." Bu cümlede beyin ve bilgisayarın nasıl benzer şekilde bilgi işlediği anlatılmaktadır.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.