Popüler bilim karmaşık bilimsel kavramları ve buluşları genel halka anlaşılır bir dilde açıklamaya çalışan bir disiplindir. Popüler bilim, bilim ve teknolojiyi geniş kitlelere yaymayı ve daha geniş bir kitleye bilimi ve teknolojiyi anlaşılır kılmayı amaçlar. Popüler bilim, bilimsel literatürün genellikle karmaşık ve teknik dilini basitleştirmeye ve bilimsel buluşları ve teorileri halkın anlayabileceği bir dili kullanarak açıklamaya çalışır.
Popüler bilim, 19. yüzyılda Avrupa'da başladı ve bu dönemde bilim ve teknoloji hızla ilerledi. Bilim adamları ve yazarlar, bilimsel keşiflerin ve teorilerin halkın anlayabileceği bir dilde genel halka yayılmasının önemini anladılar. Bu, bilimin demokratikleşmesi ve halkın bilime erişiminin kolaylaştırılması gerekliliğini ortaya çıkardı. Bilimsel bilginin geniş kitlelere yayılması, toplumun bilimi anlamasını ve bilimsel buluşların ve teorilerin hayatlarında nasıl bir rol oynadığını kavramasını sağladı.
Popüler bilim, çeşitli konuları ele alır. Biyoloji, fizik, kimya, astronomi, tıp, teknoloji, ekoloji ve daha fazlasını içerebilir. Bu konular genellikle halkın anlayabileceği bir dili kullanarak ve genellikle görsel öğeler veya anlaşılır örneklerle açıklanır. Popüler bilim ayrıca, bilimsel buluşların ve teorilerin topluma ve çevreye nasıl etki ettiğini ve bu bilginin günlük yaşamımızda nasıl kullanılabileceğini de açıklar.
Bilim ve teknolojinin olağanüstü gelişim gösterdiği bu dönemde, bilimsel kavramların karmaşıklığı ve anlaşılmasının zorluğu, geniş halk kitlelerinin bilimden uzaklaşmasına yol açabilir. Benzer bir durum, din, felsefe ve âhiret gibi konular için de geçerlidir. Ancak, tıpkı popüler bilimin karmaşık bilimsel kavramları halkın anlayabileceği bir dile çevirmesi gibi, Bedîüzzamân Said Nûrsî'nin Risâle-i Nûr Külliyâtı da dinî ve felsefî konuları halka sunmada aynı hedefi taşır.
Risâle-i Nûr Külliyâtı, bilgiye ve düşünceye hasret kalmış, belki de dinî bilgilere yabancılaştırılmış geniş kitleler için bir umut ışığıdır. Risâle-i Nûr, dinin karmaşık konularını halkın anlayabileceği bir seviyede sunar. Bu sâyede, Risâle-i Nûr şâheseri, okuyucularına, her seviyeden, her yaştan ve her kültürden insanın kendi dünyâ görüşünü ve ruhânî bilgisini genişletmeleri için fırsat sunar.
Risâle-i Nûr, dinî ve felsefî kavramları herkesin anlayabileceği bir dilde sunar, fakat basitleştirmez. Bu şekilde, her okuyucu hem kendi düşüncelerini geliştirebilir hem de geniş bir bilgi yelpazesini keşfedebilir.
Dolayısıyla, Risâle-i Nûr, popüler bilimin bilimsel konuları halka sunma amacını dinî ve felsefî alana taşır. Bu eser, insanları bilimden, düşünceden ve dinî bilgilerden uzaklaştıran bir dünyâda, bu konuları yeniden anlamlı ve ulaşılabilir kılar. Yani Risâle-i Nûr, bilimsel ilerlemenin hızı karşısında şaşkına dönmüş, dinî bilgilerin karmaşıklığı karşısında hayal kırıklığına uğramış geniş halk kitlelerinin imdâdına yetişir.
Burada Risâle-i Nûr Külliyâtı'nın amacı, bilgi ve düşünceye olan erişimi demokratikleştirmek ve geniş kitlelere dinî ve felsefî bilgileri anlaşılır bir şekilde sunmaktır. Bu sâyede, herkesin dünyâyı, âhireti ve varoluşun anlamını daha iyi anlaması ve kendi yaşamlarında bu bilgileri uygulaması mümkün olacaktır.
Risâle-i Nûr Külliyâtı'ndan bir bölüm olan "Birinci Söz" üzerinde durmak istiyoruz. "Birinci Söz", Külliyâtın sâdece iki sayfasını oluştururken, Bedîüzzamân'ın dinî ve felsefî konuları geniş halk kitlelerine nasıl açtığını açıkça gösterir.
"Birinci Söz", dinin temel noktalarına değinen basit, fakat etkili bir metindir. Ancak burada önemli olan, metnin basitliği değil, bilginin sunuluş tarzıdır. Bilgiye erişim, Risâle-i Nûr Külliyâtı'nın ana hedeflerinden biridir ve "Birinci Söz"de bu hedefe ulaşıldığını görebiliriz. Bu metinde, karmaşık dinî kavramlar basitleştirilmemiş veya küçültülmemiş, aksine anlaşılır ve erişilebilir bir dilde sunulmuştur.
"Birinci Söz", özünde dinin ve felsefenin temel kavramlarını açıklamaktadır; bu kavramların karmaşıklığı, halkın geneline hitâp eden sâde bir dilde sunulmaktadır. Bu, tıpkı popüler bilimin, bilimsel kavramları anlaşılır bir dille sunmasına benzer bir yaklaşımdır. Ancak Bedîüzzamân, bu süreçte bilginin özünü kaybettirmez, aksine bu kavramları derinleştirir ve genişletir.
"Birinci Söz", Risâle-i Nûr'da popüler bilimin nasıl uygulandığının örneğidir. Metnin genel halkın anlayabileceği bir seviyeye getirilmesi, popüler bilimin ana amacıdır ve Risâle-i Nûr, bu amacı dinî ve felsefî konulara taşır.
"Birinci Söz", Risâle-i Nûr'un amacının geniş kitlelerin erişimine açık bilgi ve düşünce sunmak olduğunu gösterir. Bu küçük metin, halkın bilgiye erişimini kolaylaştırmak ve böylece herkesin dünyâyı, âhireti ve varoluşun anlamını daha iyi anlamasını sağlamak için mükemmel bir örnektir.
Bu bağlamda, Risâle-i Nûr Külliyâtı ve özellikle "Birinci Söz", popüler bilimin amaçlarıyla örtüşen bir misyonu taşır: Bilgiyi halkın anlayacağı bir dilde sunmak ve bu bilgiye erişimi kolaylaştırmak. Bu, bilimden, düşünceden ve dinî bilgilerden uzaklaştıran bir dünyâda, bu konuları yeniden anlamlı ve ulaşılabilir kılar. Dolayısıyla, Risâle-i Nûr, popüler bilimin bu önemli hedefini, dinî ve felsefî alanlara uygulayarak, bilginin geniş kitlelere ulaşmasında önemli bir rol oynar.
BİRİNCİ SÖZ'ÜN POPÜLER BİLİM İLE KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZİ:
"Ey kardeş! Benden birkaç nasihât istedin. Sen bir asker olduğun için askerlik temsilâtıyla, sekiz hikâyecikler ile birkaç hakikati nefsimle beraber dinle."
* “Nasihât”
Bedîüzzamân'ın nasihât şeklinde öğütler vermesi, hem dinî ve felsefî öğretilerin geleneğinin bir parçasıdır hem de bilgi iletiminde etkili bir yöntemdir.
Nasihât etmek, genellikle bir kişinin deneyimlerinden, bilgisinden ve anlayışından kaynaklanan önerileri ve rehberliği ifâde eder. Bu, genellikle bir otorite pozisyonundan gelir ve dinleyicinin bu önerilere uyması ve onlardan öğrenmesi beklenir. Dinleyiciler, nasihât veren kişinin bilgisine ve deneyimine güvenerek kendi anlayışlarını ve davranışlarını geliştirebilir.
Popüler bilim açısından bakıldığında, nasihât vermek genellikle bilim insanlarının ve bilim iletişimcilerinin yaptığı bir şeydir. Bilim insanları, bilimsel bulgularını geniş bir kitleye anlatırken, genellikle bu bilgilere dayalı önerilerde bulunurlar. Örneğin, bir sağlık bilimci, sağlıklı yaşam tarzıyla ilgili araştırmalarına dayanarak diyet veya egzersiz önerilerinde bulunabilir. Bu tür öneriler, genellikle dinleyicinin günlük yaşamında uygulayabileceği ve bu önerilerin yararlarını gözlemleyebileceği somut eylemleri içerir.
Dolayısıyla, nasihât vermek, bilgiyi geniş bir kitleye yaymak ve dinleyicileri eyleme geçmeye teşvik etmek için etkili bir yöntemdir. Bedîüzzamân'ın bu yöntemi kullanması, onun öğretilerini daha geniş bir kitleye ulaştırmak ve dinleyicileri kendi hayatlarında bu öğretileri uygulamaya teşvik etmek amacını taşıyor olabilir. Bu, popüler bilimde de benzer bir amacı olan bir strateji olabilir.
Bedîüzzamân'ın nasihâtları genellikle Kur’ân'ın âyetlerine dayanmaktadır ve Allâh’ın âyetlerini hem kendisi hem de dinleyicisi için bir nasihât olarak sunar. Bu, bilginin iki yönlü doğasını vurgular; yani bilgi hem bize hem de başkalarına fayda sağlar.
Popüler bilimde de benzer bir süreç gözlemlenir. Bilim insanları ve bilim iletişimcileri genellikle bilimsel bulgularını ve anlayışlarını geniş bir kitleye anlatırken, bu bilgiler genellikle kendi anlayışlarını ve düşüncelerini de şekillendirir. Bir bilim insanı, bir konuyu anlatırken veya açıklarken, genellikle konuyu daha iyi anlar ve kendi bilgisini derinleştirir. Bu süreçte, bilgi hem bilim insanına hem de geniş kitleye fayda sağlar.
Aynı şekilde, Bedîüzzamân'ın Kur’ân'ın âyetlerini nasihât olarak sunması, hem kendi anlayışını ve inancını derinleştirir hem de dinleyicilere öğreti sağlar. "Nefsini ıslâh etmeyen başkasını ıslâh edemez" ifâdesi, bu düşüncenin bir yansımasıdır. Kendi anlayışımızı ve bilgimizi geliştirmeden başkalarına bilgi aktarmak zor olabilir. Bedîüzzamân'ın bu yaklaşımı hem kendisini hem de dinleyicisini bilginin etkisi altına alarak, bilginin hem öğreten hem de öğrenen için değerli olduğunu vurgular.
Bu tür bir yaklaşım, öğrenme ve bilgi aktarımının karşılıklı bir süreç olduğunu anlamamızı sağlar. Bu, bilginin sâdece tek yönlü bir akış olmadığını, ancak bir diyalog ve etkileşim gerektirdiğini vurgular. Bu düşünce hem popüler bilimde hem de Bedîüzzamân'ın öğretilerinde önemli bir yer tutar. Bilginin paylaşılması ve öğrenilmesi hem öğretenin hem de öğrenenin birbirlerinden ve bilginin kendisinden fayda sağladığı bir süreçtir.
* “Askerlik”
Bedîüzzamân Said Nûrsî'nin "Birinci Söz"ün ön sözünde belirttiği bu ifâde, aslında popüler bilimin özünü temsil eden bir yaklaşımdır. Burada, Bedîüzzamân, belirli bir kitleye (askerlere) yönelik yazdığını ve bu nedenle onlara hitâp edecek bir dil ve örnekleme yöntemi (askerlik temsilâtı ve hikâyecikler) kullandığını belirtir.
Askerlik, hemen hemen her toplumda, her yaş ve sosyoekonomik seviyeden insanın anlayabileceği, geniş bir halk kitlesi için ortak bir referans noktasıdır. Bedîüzzamân'ın askerlik temsilâtı kullanarak dinî ve felsefî konuları açıklaması, popüler bilimin amacına paralel bir yaklaşımdır. Askerlik terimleri ve durumları, karmaşık dinî ve felsefî kavramları somutlaştırır ve halkın anlayabileceği bir dilde ifâde eder.
Popüler bilimde de benzer bir yaklaşım görürüz. Bilim insanları, kuantum fiziği, genetik mühendislik gibi karmaşık konuları anlatırken genellikle günlük yaşamdan, herkesin âşina olduğu durumlar ve nesnelerden örnekler verirler. Örneğin, Einstein'ın İzâfiyet Teorisi'ni anlatmak için sıklıkla tren ve ışık hızı örneği kullanılır. Bu tür örnekler, karmaşık kavramları somutlaştırır ve genel halkın anlamasını kolaylaştırır.
Bedîüzzamân'ın askerlik temsilâtı, popüler bilimin bu yaklaşımına benzer şekilde, dinî ve felsefî kavramları geniş halk kitlelerine açıklamada etkili bir yöntemdir. Bu örnekler, karmaşık kavramları somutlaştırır ve geniş kitlelerin anlayabileceği bir dilde sunar. Dolayısıyla, Bedîüzzamân'ın bu yaklaşımı, popüler bilimin amacı olan karmaşık bilgileri geniş kitlelere yayma hedefine uygundur.
Bedîüzzamân'ın askerlik metaforunu[1] kullanmasının birçok katmanı vardır. Bu, hem hayatta başarı ve mutluluğa giden yolun disiplin ve düzene dayandığına dâir bir gönderme hem de İslâm'ın kendi içerisinde bir disiplin ve düzen sistemine sâhip olduğuna dâir bir imâdır.
Askerler, belirli bir disiplin ve düzen içerisinde hareket ederler. Her askerin görevi, emirleri takip etmektir ve bu, başarının anahtarıdır. Bedîüzzamân burada, hayatta başarılı olmanın ve mutlu olmanın bir yolu olarak disiplini ve düzeni önermektedir. Bu, hayatın her alanında, işte, okulda, kişisel ilişkilerde ve hatta kişisel gelişimde geçerli bir prensiptir.
Ayrıca, İslâm dininde, Allâh'ın emirleri de bir tür disiplin ve düzeni temsil eder. İbâdetler, günlük yaşamın düzeni, ahlâkî kurallar vb. hep bir düzen ve disiplin çerçevesinde düşünülmelidir. Bir Müslümânın hayatının 'bir asker gibi' olması gerektiği ifâdesi, bu düşüncenin bir yansımasıdır. Yani bir Müslümân, tıpkı bir asker gibi, Allâh'ın emirlerine ve İslâm'ın öğretilerine sâdık kalmalıdır.
Konu ile ilgili olarak Bedîüzzamân Risâle-i Nûr adlı şâheserinin “Mektûbât” adlı eserinde şöyle buyurmaktadır:
"Görüyorum ki: Şu dünya hayatında en bahtiyar odur ki: Dünyayı bir misafirhane-i askerî telakki etsin ve öyle de iz'an etsin ve ona göre hareket etsin. Ve o telakki ile, en büyük mertebe olan mertebe-i rızayı çabuk elde edebilir."[2]
"Misafirhâne-i askerî" ifâdesi, askerî bir konaklama yeri veya askerlerin konakladığı bir yer anlamına gelir. Bedîüzzamân, bu kavramı kullanarak dünyanın geçici bir konak yeri olduğuna vurgu yapar ve bu dünyâda sâdece kısa bir süre kaldığımızı, asıl yurdumuzun âhiret olduğunu hatırlatır.
Ancak burada sâdece geçicilik kavramı üzerinde durulmaz. "Askerî" ifadesiyle, dünyâda bulunmamızın bir görev ve sorumluluk gerektirdiği vurgulanır. Bir asker, emirlere uygun hareket eder, disiplinli ve düzenli bir yaşam sürdürür. Bedîüzzamân, bu dünyada bulunmamızın da bir amacı olduğunu, Allah'ın emirlerine uymamız ve İslâm'ın öğretilerine sadık kalmamız gerektiğini belirtir.
Böylelikle Bedîüzzamân, dünyâyı “misafirhâne-i askerî” olarak tanımlayarak bize hem dünyânın geçici doğasını hem de burada bulunduğumuz süre zarfında üstlenmemiz gereken sorumlulukları hatırlatıyor. Dünya hayatında geçirdiğimiz kısa süre, aslında büyük bir görev ve sorumlulukla doludur. Tıpkı bir askerin kışlada geçirdiği süre zarfında emirlere uygun hareket etmesi, disiplinli bir yaşam sürdürmesi gerektiği gibi, biz de bu dünyâda Allâh'ın emirlerine uygun hareket ederek, İslâm'ın öğretilerine sâdık kalmalıyız. Bu yaklaşım, bize sâdece dünyâda değil, âhirette de mutluluk ve başarıyı getirecektir. İşte bu sebeple, dünyâyı bu şekilde telakki etmek, en büyük mertebe olan “mertebe-i rıza”yı elde etmemize yardımcı olacaktır.
[1] Metafor: Bir şeyi başka bir şey ile karşılaştırarak anlatma sanatıdır. Metafor, edebiyâtın yanı sıra günlük konuşmada da sıkça kullanılan bir söz sanatıdır. Metafor, bir kavramı ya da nesneyi başka bir kavram ya da nesne ile ilişkilendirerek daha etkili ve ilgi çekici bir şekilde ifâde etmeyi sağlar. Örneğin, "O, bir aslan gibi cesûrdu." cümlesinde aslan metafor olarak kullanılmıştır. Aslan, cesâretin sembolü olduğu için cesûr bir kişiye benzetilmiştir. Metafor, okuyucu ya da dinleyiciye daha zengin ve canlı bir anlatım sunar.
“Bedîüzzamân'ın askerlik metaforunu kullanmasının birçok katmanı vardır.” cümlesinin daha anlaşılması için “Bedîüzzamân'ın askerlik örneğini kullanmasının altında birçok anlam yatıyor.” da diyebiliriz.
[2] Mektûbât -33 (Dokuzuncu Mektûbun “Sâlisen” bölümünün ilk paragrafı)
Yazının;
Arapça tercümesi için tıklayınız
İngilizce tercümesi için tıklayınız
Almanca tercümesi için tıklayınız
Fransızca tercümesi için tıklayınız