Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.
Ahzâb Sûresi, 33:56
Bu ayetin tasvir ettiği kâinat, bir önceki bölümde ele aldığımız gibi, Âlemlerin Rabbinden inen rahmetlere gark olmuş, gökleri ve yeri rahmet dualarıyla çınlayan bir kâinat idi. Ayet, o duaların ve rahmetlerin odak noktasında ise Ahirzaman Peygamberi Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmı gösteriyordu.
Bu tasvirleri destekleyen başka âyetler de vardır. Meselâ Enbiyâ Sûresinin bir âyeti, Peygamberimize hitaben, “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” buyurur.[1]
Bütün âlemlere bir rahmet olarak—âyetin vurgusuyla: ancak rahmet olarak—gönderilen zat için gökler ve yer dolusu rahmet dualarının edilmesinden daha doğal ne vardır?
Bediüzzaman Hazretleri, eserlerinin çeşitli yerlerinde bu manzarayı pek güzel bir şekilde yorumlar. Onun bu yorumu, geçmiş ve geleceğiyle birlikte tüm zaman ve mekânları kuşatan bir bakış açısından çekilmiş bir fotoğraf gibidir:
Orada, bütün varlık âlemini arkasına almış, Yer ve Gökler Rabbini zikreden ve Ona niyazda bulunan bir büyük zat vardır.
O, göklerde ve yerde ne varsa bir kitap gibi okur ve okutur.
Onun nuru altında hiçbir şey karanlıkta kalmaz.
Herşey canlanır, herşey Rabbini zikretmeye başlar.
Yaratılan ne varsa, onun getirdiği kitapla bir anlama kavuşur, bir değer kazanır.
O, bir kâinatı okur, bir elindeki kitabı.
Tesbihatıyla âlemleri çınlatır.
Ve açar ellerini, Rabbinden sonsuzluk ister, kurtuluş ister, kavuşma ister, mutluluk ister.
Bütün bunları, ardınca dizilen insan ve cin âlemleri için ister.
Gökler ve yer onu huşu içinde dinler, ona âmin’ler söyler.
İşte o âmin’ler, göklerden ve yerden ona giden salâvatlardır.
Alemlere rahmet olarak gönderilen için, her an âlemler rahmet duası eder, ona her an Alemlerin Rabbinden rahmetler iner.
Dualar gibi, her an onun arkasında dizilenler de artar.
Mahlûkat kafileleri birbiri ardınca dünyaya gelirler.
Ümmetine hergün yeni yeni fertler katılır.
Katılanlarla beraber, rahmete olan ihtiyaçlar da artar.
İhtiyaçlar arttıkça dualar ve âmin’ler de çoğalır.
Çünkü onu gönderen, onunla bütün âlemlere rahmet etmek istemiştir.
Onun için, o rahmet timsalinin mertebesi de sürekli bir yükseliştedir. Sebep olduğu hayırlar onun defterine geçer; salât ve selâmlar onun kadrini yüceltir.
Böylece, o, arkasına aldığı âmin’lerle, Rabbinin katında, niyazı reddedilmeyecek bir mertebeye erişir.
Nihayet, o içten niyazlarla, o güçlü âmin’lerle bir saadet yurdu açılır.
O gün, onun âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olduğunu herkes gözleriyle görür.
Ve inananlar, salât ve selâmlarıyla kendileri için ne büyük bir yatırım yapmış olduklarını anlarlar.
İşte, salâvatın bu anlamı ve önemi sebebiyledir ki, o Yüce Peygamber, “Kim bana bir salât ederse Allah ona on salât eder” buyurmuştur.[2]
“Duamın hepsini salâvata ayırayım mı?” diyen bir Sahâbîye onun verdiği şu cevapta da yine aynı hakikatin ifadesi vardır:
“İşte o zaman Allah senin bütün sıkıntılarını giderir ve günahlarını da bağışlar.”[3]
[1] Enbiyâ Sûresi, 21:107.
[2] Müslim, Salât: 70.
[3] Tirmizî, Kıyâmet: 23.