İnsan, övünmeyi de sever, dövünmeyi de. Başarılarını iftiharla anlatır. Şuurluysa şükür kabilinden ve "tahdis-i nimet" olarak paylaşır. Yani kendisine sunulmuş, Allah'ın bir nimeti ve hediyesi olarak görür başarısını, daha doğru ifadeyle muvaffakiyetini.
Bir de mecrası dünyaya, hevese, makama, şöhrete, azıcık kibire açılan ve bu güzergahlarda salıverdikçe salınan, sallana sallana yürüyen ve böğürlenen bir hali vardır insanoğlunun. Bu bazen fiziki görüntüye, fizyolojiye, cakaya ve gösterişe, alay-ı valaya kadar kendini hissettirir. Bazen de sessiz gemi gibi içinden bu hasreti çeker. Kendince bilinmek ister. Görüntünün aksine enaniyet bayağı güçlüdür. Bir de muvaffakiyeti veya ilmi/parası/makamı/mirası/aristokratlığı/nesebi ile gelen ayrı bir avantajı varsa, bunu da derin devlet gibi kendini ayrıcalıklı gören derin kabullere ve derin ayrıcalığına mal ediyorsa, bu cenah ve yol da salıverir insanı. Salar kendini. Kabul ve teveccüh görmenin rüşveti ile nefis daha da şımarır. Bir başkasını kabullenmekte zorlanır. Asilzade modundadır. Mütevazı olmakta zorlanır. Bir başkasının kifayetine zor inanır. Kolonileşen çevrelerinden birileri ile her şeyin olmasını önemser.
Onların telakkisine ve modernizmin onları bu fikirlerinden dolayı gizliden destekleyen şartları içinde kendilerini bir şeye çok inandırırlar: Birinciler bellidir. Doğuştan veya önceden seçilmiştir. Kendisi de onlardandır. Dolayısıyla diğerleri hep en iyi şartlarda ikinci sınıftır. Bu durum, “kutsallara” dayandırılan bir telakkinin burjuvazisidir. Hal böyle olunca salıncağı da, salınacağı mekanlarda, salıverirliği de, sallanması da, sallantısı da hep kendi içinde bir çemberi ifade eder.
Bazen bu halkaya muhteris kifayetsizler veya bu elitizme hayran olup devşirilenlerde girer. Kendilerine diğerleri/öteki denildiğini unutarak ve kendini baskılayarak yeterliliğini ispatlamakla yol almaya çalışır. Akıllarınca mahalleleri değişmiştir ve kendileri de burjuvaziye dahildirler. Aslında yeni tabloda , daha siyasi,gülümseyen ve kendi aile/çevre/kulüp/dernek/toplum ortamında daha hesaplı,kitaplı ve sosyal bir tezgah üzerinden manipüle etmeyi tercih eden aktörlerin kullandığı figürler ve oyunları var artık.
İşte bütün bu haller,salıverir sermayesini,duygularını,aklını,hırslarını ve yumuşak güç olan baskıcı entelektüelliğini veya sempatik görünümlü hilekar ve "kutsal" burjuvazisini. O yüzden Üstad "Ben neseben avam tabakasındanım.” duruşuyla kendini tavrını belli eder.“Müsavat-ı hukuk prensibini kabul edenlerdenim.” tarzı ilesosyal savrulma alanlarına dikkat çeker ve burjuvaziye karşı tutumunu ortaya koyarak salıverilmeyi engeller.
Halkla/avamla/ahali ile beraber olmak,eşitlik ve adalet içinde kalmak;Hukukta eşitliği bozmak isteyen maddi/manevi salıverilmiş tahakküm/dayatma rollerine ve bunu bir itaat/sadakat/ilke/birlik/gereklilik kabında sunan her türlü baskıcı unsur ve karaktere karşı olmaktan geçiyor.
Evet amacı dışına salıverilmemek, savrulmamak, salaş olmamak, selim kalple sadece selamete sarılmak ve orada kalıvermek ne güzel?
Seküler takdimlerin dünyevileştirdiği bir çağda, kalplerin fesadına ve akılların cerbezesine giden sarıverilmişlikten korunmak her daim teyakkuz ister.
Yoksa insan zaaflarıyla dalar fırsatlara,imkanlara ve makamlara.. Olan olur, nefis hırpalamaya başlar bu süreçte, hakikat incinir ve sistemsizlik şahsi tasavvurların bezirgan rollerinde kendini merkeze koyar.
“İnsanın nefsine takılan ene” ise müspet cepheden vahid-i kıyasi ile kulluk yerine “göğsünde söndürme”yi tercih eden ve akılla kalbi kapatan bir kibire teslim olur.
İşte salıverilme, ipini koparmışçasına kendi gezeninde yörüngesiz bir hayatın amaçsız kulvarlarında yol alır.
Beşeriyet, bu yolda sefaletin maddi-manevi kıskacına girer, “helaket ve felaket asrı”nın ızdıraplarına düçar olur.