Ümmü Habibe ve Ümmü Gülsüm (R.A) validelerimizin mezarlarını ziyaret ettikten sonra, Hz Hüseyinin (R.A) kesik başının bulunduğu merkad-ı şerif ve Kerbela Şehidlerinin başlarının defn edildiği mezarların başında göz yaşlarımıza hakim olamıyoruz. Ama sahabi Abdullah bin Mektumun (R.A) mezarı başında, rehber Abese süresinin nazil oluşunun hikmetini izah ediyor. İslamiyet hakkında bilgi almak için gelen bir grup Mekkeli ile Peygamber Efendimiz (ASV) sohbet ederken, Abdullah bin Mektum (RA) gelir ve Ya Resullulah, bana bir öğüt ver der. O an meşgul olan Peygamber Efendimiz (ASV) cevap vermeden yüzünü çevirmiş ve yanındakileri dinlemeye devam etmiştir. Yüzünü ekşitmek, surat asmak anlamında olan Abese suresinin bu olay üzerine nazil olduğu bazı tefsirlerde ifade edilmiştir.
Yavuz Sultan Selim tarafından yaptırılan Selimiye Camisi, bütün ihtişamıyla karşımızda duruyor. Suriyede çok sayıda Osmanlı eseri var. Bu sayının iki yüz civarında olduğu söyleniyor. Türkiye ve Suriye Hükümetleri arasında yapılan bir anlaşma gereğince, burada bulunan bütün Osmanlı eserlerinin restorasyon çalışmalarının başladığını duyunca biraz seviniyoruz.
Türk mezarlığında Osmanlı Hanedanının birçok ferdinin de mezarı bulunuyor. Bu aziz insanların çoğu, fakr-u zaruret içinde, beş parasız, gurbet ellerde, vatanlarında uzak diyarlarda vefat ediyorlar. Feleğin cilvelerini hatırlıyor ve Süleymaniye Medresesini ziyaret ediyoruz. Büyük Cihan Hükümdarı Kanuni Sultan Süleymanın yaptırdığı ve çok sayıda odası ve bölümü bulunan bu muhteşem medrese de maalesef bakımsız. İstanbuldan Hicaza gitmek için yola çıkan Surre Alaylarının konakladığı bu Külliye, Türkiye tarafından onarılmaya başlanmış.
İslama en büyük hizmeti yapmış cihan devleti Osmanlının Son Padişahı Vahiddedinin mezarını ziyaret ediyoruz. İtalyanın San Remo kentinde vefat edince vasiyeti üzerin naaşı Şama getiriliyor ve Süleymaniye Külliyesinin bahçesine defnediliyor. Vatanına o zamanlar için dönemeyeceğini biliyor. Mübarek bir beldede, vatanına yakın bir yerde bulunmayı tercih ediyor. Hamiyetperver bir hükümetten bu hasretin dinmesini bekliyoruz. Bir karar alınarak, Sultan Vahiddedinin uzun yıllar sonra da olsa naşının nakledilmesini istemek, bir vefa borcu olsa gerek. Nazım Hikmetin mezarının nakli için alınan Bakanlar Kurulunun bir benzeri de bu bahtsız Sultan için alınmalıdır.
Artık öğle vaktı yaklaşıyor ve biz de yavaş yavaş Emeviye Camisine doğru yöneliyoruz. Sultan Abduhamidin yaptırdığı siyah taşlardan oluşan uzun Hamidiye Çarşının içinden geçerek camiye doğru yaklaşıyoruz. Normal zamanlarda bu carşıda kalabalıktan yürümek çok zor iken, Cuma günü olduğu için dükkanların büyük bir çoğunluğu kapalı ve çok sakin bir ortamda ilerliyoruz. Tek tük açık olan dükkanlar da turistlere hizmet amacıyla ve özel izinle açılıyor. Bu çarşının içinde önde gelen hadis ravilerinden ve kedileri çok sevdiği için Resullullah (ASV) tarafından kendisine Ebu Hureyre lakabı takılan mübarek sahabenin de mezarı bulunmakta.
İşte karşımızda muhteşem Emeviye Camisi duruyor. Öğle ezanına daha bir süre vakit var. Abdestlerimizi tazeliyoruz ve caminin içinde bulunan Yahya Peygamberin (A.S.) mezar-ı şerifini ziyaret ediyoruz. Emeviye Camisi gerçekten çok büyük ve çok muhteşem bir eser. Burası kilise olarak yapılmış. Şamın fethinden sonra Fethiye hatırası olarak Camiye dönüştürülüyor. Caminin ortasında duran küçük vaftiz kuyusu o günlerin hatırasını yaşatıyor. Hz. İsanın (A.S) nüzulünde ineceği yer olarak inanılan Ak Minare bütün ihtişamıyla duruyor. Biraz zamandan yararlanarak Emeviye Camisinin hemen yanı başında bulunan Selahaddin-i Eyyubinin mezarını fatihalarla ziyaret ediyoruz. Çok muhteşem bir kalabalık var. Çok sayıda yabancı turist dikkati çekiyor.
Artık muhteşem an geldi. Çok kıymetli Hafız-ıl Kuran Aydın Ağabey ile birlikte Emeviye Camisine giriyoruz ve Hz.Yahya (A.S.) mezarının yakınına Davudi ezan sadalarıyla oturuyoruz. Aydın Gün Ağabeyin dudaklarından bir Peygamberin yanı başında namaz kılmak ne kadar büyük bir saadettir sözleri dökülüyor. Salavat ve duaları çok sayıda müezzin birlikte okuyor. Camii doluyor ve imam hutbesini okumaya başlıyor. Hutbe, Suriye Devlet Televizyonunda naklen yayınlanıyor. İmam, İslam Aleminin birlik beraberliğinden bahsediyor, Filistinlilerin mücadelesini övüyor ve Beşşar Esada dua ile uzun hutbesini bitiriyor.
Hayalen doksan sekiz yıl öncesine gidiyoruz. Sanki minberde otuz üç yaşında, sakalsız, kıyafeti hocaların kıyafetine benzemeyen, Şark aksanıyla konuşan, gür sesli, gür bıyıklı, kendinden son derece emin, Alem-i İslamın dertlerinden büyük ızdırab duyduğu ve alem-i İslama inen darbelerin en evvel kendisine indiği anlaşılan Asrın Müceddidi var. Hz. İsanın göğe yükseldiği aynı yaşta Ak Minarenin hemen yanında muhteşem bir hutbe okuyor. Alem-i İslamın geri kalmasına yol açan hastalıkları büyük bir doktor vukufiyeti ile teşhis edip çarelerini aynı güven ile sıralıyor. Cemaat pür dikkat Onu dinliyor. Cemaatte de büyük bir rahatlık var.
Herkesin yüzüne bir huzur yansımaya başlamış. Bu sefer hastalıklardan büyük ızdırab duymuş insanların kararlılığı içinde, derdinin şifası için sıralanan bütün çareleri uygulayacak. Adavete, adavet edecek. Allahın rahmetinden ümidini kesmeyecek. Artık istibdada teslim olmayacak ve haklarına sahip çıkacak. Milletin ve umumun menfaatini şahsi menfaatinin önüne çıkaracak. Sosyal ve siyasi hayatlarında doğruluk yeniden hayat bulacak ve büyük bir güven ortamı oluşacak. Müminleri birbirine bağlayan manevi bağlar fark edilecek, güçlenecek ve iman kardeşliği yeniden tahkim edilecek.Bu hayalimiz bir temenni olmanın ötesine geçiyor. Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz İlahi fermanına inkiyad etmenin imanı ve huzuru ile doluyoruz.