Şam’da Hutbe-i Şamiye’nin iradının yüzüncü sene-i devriyesi münasebetiyle düzenlenen Risale-i Nur Kongresine katıldık. Farkına varmadan muhabbet masasından sıdk masasına intikal etmişiz, atlamışız. Esasen Şam sıdk şehridir. Mısır Firavunlar diyarı olduğu kadar da sıddıklar diyarıdır da. Kur’an’da dört yerde sıddıklar ibaresi geçmektedir. Bunlardan birisi Mısır’a sultan olan Hazreti Yusuf Aleyhisselam hakkındadır. Onun atası olan Hazreti İbrahim ise hem hünefanın başı hem de sıddıkların atasıdır.
Sıdk/doğruluk bütün peygamberlerin ortak vasfıdır. Peygamberlerin bu sıfata sahip olmaları peygamberliğin şartlarındandır. Kur’an’da: “Kitapta İsmail’i de an şüphesiz ki o bir sıddîk ve bir nebî idi.” (Meryem 19/4) buyruluyor. Hz. İdris’ten de aynı şekilde bahsediliyor. (Meryem 19/56) Demek ki sâdık ve sıddîk peygamberliğin olmazsa olmaz şartlarından biridir. Fakat peygamber olmayan mü’minler içinde de sıddîklar vardır. Sıddîkiyet manevi bir mertebe ve yüksek bir seciye ve makamdır. Bunun kapısı bütün mü’minlere açıktır. Elbette Hazreti Meryem de hem Betül hem de sıddıkadır.
Peygamberlerin sıfatları sadık ve sıddık olmakla birlikte farklı olarak Hazreti İsa’nın vazifesi veya misyonu sıdktır. O kizbiyete ve deccaliyete ve yani alaca yalana (en karanlık yalan, içinde doğru barındıran yalandır zira ayırt etmesi güçtür) dayalı sistemi yıkacaktır. Deccaliyet devresini kapatacak ve manen Deccal’ı ve deccaliyeti öldürecektir. Yerine ise sıdk düzenini ikame edecektir. Bu uğurda Hazreti Sıddık yani Hazreti Ebubekir’in halefi olan Mehdi ile de sıdk düzenini ikame etmek için sırt sırta verecektir. Deccal manevi anlamda küresel bir aktör ve deccaliyet ise küresel bir akımdır. Deccal, sahih rivayetlere göre Şam ve Kudüs’e de girecektir. Hazreti İsa ise Şam’a ve Beyaz Minareye inecek ve ardından da Kudüs’te namazda Mehdi’ye iktida edecektir. Zahiri rivayetlerden bunu anlıyoruz.
*
1905-1907 yılları arasında stajyer olarak Şam’da kalıyor. İkinci defa bu bölgeye gelmesi 7’inci kolordu komutanı olması sıfatıyladır. Şam ve Halep'teki kısa süreli görevlerinden sonra 1917'de İstanbul'a dönüyor. Veliaht Vahidettin Efendi'yle Almanya'ya giderek cephede incelemelerde bulunuyor. Bu seyahatten sonra hastalanıyor ve Viyana ve Karisbad'a giderek tedavi oluyor. 15 Ağustos 1918'de Halep'e 7. Ordu Komutanı olarak geri dönüyor. Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından bir gün sonra, 31 Ekim 1918'de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getiriliyor.
Şam’daki ilk döneminde gizlice Vatan ve Hürriyet Cemiyetini kurdu. Mustafa Kemal, stajyer olarak Şam’da iken fikri inkilaplar da geçirmiş ve sonrasında Selanik üzerinden ve İttihatçıların akabinde cumhuriyetin tesisiyle bunları hayata geçirebilmiştir. Mustafa Kemal, Şam’da milletin düşmanının sadece yabancılar olmadığını, gerçek düşmanın içimizde olduğuna inanmış ve Batılı milletlerin yürüdüğü ‘ışıklı yoldan’ alıkoyan şeyin de, softalık ve cehalet olduğuna kanaat getirmiştir. O’na göre Osmanlı; Müslümanların cehennem azabı çekmeye zorlandığı, Müslüman olmayanların cennetin nimetlerinden faydalandıkları bir yerdi. Dolayısıyla en azından manevi anlamda cennet ve cehennem telakkisisin farklı olduğu anlaşılıyor.
Mustafa Kemal Paşa, Şam’da Vatan ve Hürriyet Cemiyeti denemesinde, Arap halkının bir Türk hareketinden yana olmadığına da kanaat getirmiştir. Sonunda fikri inkilabatında ümmetçilik yerine milliyetçilik prensibine meyletmiştir. Sadece meyletmekle kalmamış bunu hayat düsturu haline getirmiştir. Fikren kavm-i necip-i Araplarla yollarını bir daha buluşmamak üzere ayırmıştır. Onun yeni fikriyatına göre Araplar kendi başlarına ve Türkler de kendi başlarına yürüyeceklerdi. Herkes kendi başının çaresine bakacaktı. Emin Muhammed Said ve Kerim Halil Sabit adlı Mısırlı Mustafa Kemal biyoğrafisi yazarlarına göre, Mustafa Kemal, İslam birliğini ittihad-ı anasırdan farklı olarak görmektedir. Ortak siyasi bağ kalkacak ve her millet kendi başına buyruk olacak ve kendi yolunda yürüyecektir. Kanaatine göre, yeni bir İslam imparatorluğunun peşinden koşmak ham hayalden başka bir şey değildir. Kısaca Mustafa Kemal Büyük Millet Meclisi konuşmalarından birisinde İslam ülkelerini ulus devlet modelini kabul etmeye çağırmıştır (Arapça metin/kısım, s: 64, Doğan Kitap).
Mustafa Kemal birbirine saygılı ve iç bütünlüğü olan milli devletler mecmuasına ‘İslam camiası’ diyor. Bediüzzaman ise tam tersine tefkik-i anasırı (unsurların çözülmesini ve ayrışmasını) değil, ittihad-ı anasırı teklif ediyor ve ortak bir çatı altında buluşmaya çağırıyor. Şam’da hayatının konuşmasını ve hutbesini buna teksif ediyor.
Mustafa Kemal’den 5 yıl sonra Şam sokaklarında ve Suk-u Hamidiye de bu defa Bediüzzaman’ı dolaşırken görmekteyiz. O Hazreti İsa’nın nüzülgahı olan sıdk kürsüsünde konuşmaktadır. Onun tezi ise tam tersine çözülme değil yeniden kenetlenme ve bütünleşmedir. Helaket ve felaket asrının başında Amerika Birleşik Devletleri gibi Cemahiriyye-i Müttefikayı İslamiyyi müjdeliyor. ‘Şam’a gitsem Türkiye ile birleştirmem gerekir’ diyor. En büyük siyasi vacibi yeniden İttihad-ı İslam’ı diriltmek olarak görüyor.
Mısırlı yazarlar "Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Hayatı" adlı çalışmalarında Mustafa Kemal’le alakalı olarak ‘isami’ deyimini de kullanıyorlar. Yani babadan atadan aktarılmayan bir kişilik inşasına mazhar. Kendi kariyerini kendisi inşa ediyor. Hayat merdiveninde zirvelere tırmanırken Allah’tan başka dayanağı yok. Bu benim de Risale Haber’de Bediüzzaman için kullandığım sıfatlardan birisidir. Bediüzzaman da hem maddi hem manevi açıdan bir mirasyedi değildir. Tabir caizse ilmi ve manevi kimliğini çevresinin yardımıyla değil bileğinin hakkıyla kazanmıştır. Elbette her şeyden önce bütün kazanımları dad-ı haktır.
5 yıl sonra Bediüzzaman, Şam’a geldiğinde Mustafa Kemal’in tezlerinin aksi yönünde bir tezi seslendiriyor. İslam alemine, parlak istikbali ve birliği müjdeliyor. Böylece, ‘iki isami’nin yolları Şam’da kesiştiği gibi ayrışıyor da.