Risale-i Nur Enstitüsü tarafından her yıl organize edilen Risale-i Nur Kongrelerinin altıncısı, bu yıl çok yerinde bir kararla Şam’da yapıldı. Bu münasebetle 19-20 Mart tarihleri arasında kongre çalışmalarına katılmak üzere Şam’da bulunduk.
Bediüzzaman Said Nursi bundan tam yüz yıl önce yine bir Mart ayında Şam’da bulunuyordu. Meşrutiyet’in ilanından sonra Kürt aşiretlerine Meşrutiyet’i anlatmak ve yanlış anlamaların önüne geçmek üzere Tiflis üzerinden Van’a gelmiş ve birçok aşireti ve yerleşim yerlerini gezerek Meşrutiyet-i Meşrua’yı anlatmıştı. 1911 yılının başında ise Şam’a ulaşmıştı.
Şam’da Şam âlimlerinin ısrar üzerine içinde yüz kadar büyük âlim ve on bini aşkın cemaatin bulunduğu bir kalabalığa Arapça olarak bir hutbe irad etmiş ve çok büyük alaka neticesinde bu hutbe bir hafta içinde iki sefer basılmış ve tükenmişti. 1955 yılında bu hutbe Üstad tarafından “Bu ehemmiyetli ders, zamanı geçmiş eski bir hutbe değil, CamiülEmevî yerine âlem-i İslâm camiinde üç yüz yetmiş milyon bir cemaate hakikatli ve taze bir ders-i içtimaîdir” (Hutbe-i Şamiye, sayfa. 14) denilerek gözden geçirilmiş ve Hutbe-i Şamiye adı ile yeniden basılmıştı.
İslam âleminin büyük bir değişim ve dönüşüm yaşadığı bugünlerde, bu hutbe önemini ve canlılığını korumaktadır. 1911 yılının şartları gerçekten çok dehşetli idi. Koca Osmanlı devleti büyük bir felakete sürükleniyordu. Bunun önüne geçmek için tam bir ‘’Meşrutiyet-i Meşrua’’ lazımdı. Müslümanları neredeyse esir almak üzere olan altı dehşetli hastalık mutlak surette tedavi edilmeliydi.
Eğer bu altı hastalık olan ümitsizlik, adavete muhabbet, sıdkın hayat-ı içtimaiyeyi İslamiyede ölmesi, ehl-i imanı birbirine bağlayan manevi rabıtaları bilmemek, çeşit çeşit sâri hastalıklar gibi intişar eden istibdat, menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek gibi dehşetli belalardan kurtulmak imkânı bulunsa, âlem-i İslam’ın da bahtı açılacaktı.
Bunun için de bu hastalıkları Kur’an eczanesinden tedavi edebilme kabiliyetine haiz olan altı tane ilacı behemehâl kullanmak gerekiyordu. Eğer ümit, sıdk, hürriyet, muhabbet, uhuvvet ve hamiyet gibi önemli hususlara dikkat edilir ve bunlar âlem-i İslam’da egemen kılınsaydı, 1911’i takip eden yıllarda başımıza gelen dehşetli musibetleri def etme imkânını bulabilecektik.
Olmadı. Bu hutbe tarihe çok ilginç bir kayıt olarak düştü. O günlerin dehşeti ve çaresizliği içinde yüz yıl sonrası için yazılmış bir reçete gibi bugün yine önümüzde. İslam âlemindeki hastalıklar maalesef aynı şekilde bünyeyi sarsmaya devam ediyor. Bugün birçok İslam ülkesinde çaresizlik ve ümitsizlik yaşanıyor.
Bir kısım idareciler, İslam âleminin bütün zenginliklerini kendi şahsi servetleri olarak kayıtlara geçiriyor. Müslümanların kendi öz malları ve değerleri olan doğruluk, neredeyseonlara küsmüş durumda. Müslümanlar, iman kardeşliğinin ehemmiyet ve gücünün farkında değiller.
Bir cehalet ve ırkçılık felaketi hala bütün şiddetiyle hükmünü icra ediyor. Muhabbet duyguları büyük ölçüde sarsılmış. Muhabbet, uhuvvet ve hamiyet duygularının ve sahabenin ‘’isar’’ hasletinin yeniden İslam toplumuna hâkim kılınması zarureti var.
İstibdat, İslam âlemini saran ve ekseriyet itibariyle orta çağın karanlıkları içinde mahkûm eden; çağdışı, gayr-ı ahlaki ve gayr-ı islamibir anlayış olarak hala aşılabilmiş değil. Bugün Müslümanlar çok büyük bedeller ödeyerek bu prangadan kurtulmanın mücadelesini veriyor.
İşte böyle bir durum içinde bulunan İslam âlemi, Hutbe-i Şamiye penceresinden yeniden muhteşem ve saadetli günlerini intizar ediyor.
Şam’da yapılan Risale-i Nur Kongresine bu bakış açısı ile bakmak çok daha isabetli olacak. Katılımcıların şevk ve heyecanları, Hutbe-i Şamiye penceresinden geleceğe huzur ve ümit ile bakmanın, saadet ve huzur dolu bir istikbalin kapılarını aralıyor.