Sanat güzelin keşfinden ibarettir

Leyla İpekçi’nin H Yayınları arasında çıkan “Güzelin 1001 Yüzü” adlı eseri sanatın asıl işlevinin güzeli gösterebilmek olduğunu hatırlatıyor.

Hz. Peygamber ashabıyla beraber yürürken yol kenarında bir köpek ölüsüne denk gelirler. Sahabelerden bazıları manzara karşısında “Bu leş ne kadar da pis kokuyor” demekten kendilerini alamazlar. Bu durum karşısında Allah Rasûlünün tepkisi ise hayli farklı olmuştur: “Köpeğin ne güzel dişleri var!” Peygamberimizin bu bakışı tevhit sanatçısının mihenk taşıdır. Allah güzeldir, güzeli sever anlayışına teslim olmuş, güzeli arayan, onu fıtratın bir çağrısı olarak insana çeşitli ilhamlarla aktaran sanatkârın tavrı. İslam sanatkârı olaylara bakarken bu incelikli bakışı kuşanacaktır. Bu minvalde Leyla İpekçi'nin Güzelin 1001 Yüzü adlı eseri bu toprakların sanatçısına kendini yeniden hatırlatma, sanatın asıl işlevinin ne olduğunu yeniden duyurma bakımından hayati bir işlev icra ediyor.

Sanatın insanı, insan sınırlarının dışına çıkarmak için hoyratça kullanıldığı bir hengâmede sanatı Allah'ı aramak rolüne yeniden çağrışın adı bu eser. Ahlaki bir yozlaşma, nefs-i emmârenin gönüllü temsilcisi, çapraşık ilişki biçimlerinin yegâne savunucusu. Sanat, Allah'ın insana ilham ettiği bütün edimlerin şeytanın emrine ihdas edildiği günlerini yaşıyor. Diğer bir trajedi ise tevhit sanatçısının düştüğü tuzaklar. Şekle teslim oluş, popüler olana yöneliş, ruhun geri çekilişi.

Leyla İpekçi, ilahi olandan bize ilham olan 'estetik kaygılarımızı nefs-i emmârenin emrindeki sanat anlayışı içerisinde korumaya çalışıyoruz' mealinde bir serzenişle açıyor kitabını. Sanatçının bizde özellikle cumhuriyetle birlikte nerede konumlandığını da izah ediyor. Sanatçı yani “marjinal, aşırı özerk, abartılı derecede ilginç, toplumdan kopuk, uçuk, itiraz eden, her şeye muhalif, aykırı ve tüm bunlara rağmen magazin için elverişli bir tip”. Bugünün Türkiye'sinde sanatçı rahatlıkla toplumsal dengeleri alt üst etme pahasına düşüncesizce milleti sokağa çağıran bir pozisyona düşebiliyor. Hatta Suriye'de her dakika insanlar katledilirken fok balıklarının ya da yunusların öldürülmemesi ile ilgili çekilen filmlerde sonradan yapıştırılmış hüzünlü yüzleriyle insanları bu konuda bilinçli olmaya davet edebiliyorlar. Böyle bir sanatçının egosuyla harmanladığı eseri insana ne vaat edebilir? Uçsuz özgürlük tasarımları diyor İpekçi, sanat eseri bugün böyle anlaşılıyor; dramatik unsurlar, insan tabiatının karanlık dehlizlerinden bir türlü bizi kurtaramayan gerilimli anlar. Sanatçı, İpekçi'ye göre kendini sığ bir alana hapsetmiş durumda. Her şeyi görünür olanla ifade etmeye çalıştığı için soyutlama maharetini yitiriyor. Metafizikten yoksun bir şiir diyordu Sezai Karakoç, büyük bir dünyayı keşfedememiş demektir. Aslında hiçbir şey göründüğü gibi değildir, gördüklerimizin ardında erişemediğimiz bir âlem vardır bakışından

SÖZ SUKUTLA BAŞLAR
İpekçi, bu eserinde samimi hislerini açıyor okura. 'Burayı öteleri de anlatır gibi anlatan bir şiirin bize bıraktığı güzelliklerden bahsetmek' istiyor eserinde. Okudukça siz de güzelin aranışına şahit kılınıyorsunuz. Şiirin bir poetikası olur. Bu eserde anlatılan sanatçının poetikası. Tevhit sanatçısının sanatını icra ederken hangi incelikleri gözetmesi gerektiğinin bilgisi. Bir yol tarifi yani.
İpekçi sözlerine sükûtla başlıyor. Onun dilini yakalamadan sözün sırrına eremeyeceğimizi işaret eder gibidir. Mahmut Sami Efendi dermiş ki, susmamızdan bir şey anlamayan konuşmamızdan bir şey anlamaz. Kötü bir söz var karşımızda. Sözler, güzeli yansıtmıyor. O halde hal dilini kuşanalım. İpekçi'nin önerisi de kötü söze karşı hal'dir. Sükût tevhit sanatçısının virdidir. Ama aksine bugün şair, sanatkâr eserinin önünde yürümektedir.

GELENEĞİN ZİNCİRİ OLABİLMEK
Sevilen yüzün tasvire ihtiyacı yoktur. Sanatçı tasvire kalkışırsa o yüzü kendi bakışına hapsetmiş olacaktır. Önemli bir ilke daha koyuyor İpekçi: Tevhit sanatçısı sevilen yüzü tasvir etmek yerine, onun izini düşürdüğü güzellikleri methetmelidir. Ve sanatçıya müjde: Sevmeniz sevildiğinize delalet; övmeniz övüldüğünüze delalettir.
Sanatçının gelenekle olan ilişkisi üzerinde de duran İpekçi'ye göre geleneğin devamı olmalı sanatçı. Ama onun sorumluluğu salt aynı zincirle bağlanmaktan ibaret değildir. Sanatçının sorumluluğu o zincire eklenen halka olma sorumluluğu taşımak demektir. “Tevhit sanatçısının eseri başkasının onayından evvel, yaratıcısının rızasını bekler.”

Harf değişikliğinin ciddi bir medeniyet kırılması olduğunun bilincindeki yazar, bu değişikliğin gelenekle aramıza giren aşılması güç bir set olduğunu söyler. Bu değişim sadece tarihi, masal ve hikâyeleri sinelerimizden koparmakla kalmadı. Harflerin kast ettiği anlam katmanlarından bizi uzaklaştırdı. Bu nedenle her şeyden önce harfe geri dönmemiz gerekmektedir. O harfin anlam dünyasına. O anlamın hayatımızda oluşturacağı etki ve değişime. “Bizler çoktan koparıldığımız geleneği sanatta ve kültürde yeniden hatırlama gayretinde iken bile Hilye'leri, Ah minel Aşkları, Ashabı Kehf isimlerini mekânlarına asan kişilerin hayatını yaşamıyoruz.” Ne can yakıcı bir tespit. Gözümüze hitap ediyor bu tablolar. Ya kalbimize. Tevhit sanatçısı işte bu noktada nefs-i emmâresini aşarak o dünyanın içine girmeli ve o güzel'i kalp gözüyle görmeye niyet etmelidir. Bunun yolu da faydasız ilimlerin diktiği putları yıkmaktan geçiyor. O putları yıkmanın yolu ümmi bir bakışa sahip olmaktır. Ümmet olmaya yaklaştıracak olan şey de ümmiliktir. Ancak o zaman her şeyi insan için, insanı da kendisi için yaratanın sanatını anlama, tanıma ve sevme gayreti içinde olacağız. Ve tevhit sanatçısının eserlerinin ana ekseni de bu güzel eylemlerden müteşekkildir. Tevhit sanatçısı harflere eğildikçe şunu soracaktır kendisine: Harflerden hat ve tezhip yapar gibi, beşeri niteliklerimizden birer kamil insan çıkarabilecek miyiz?

Leyla Hanıma bu soruyu sorduran güzel bir murakabedir. Mübarek olsun. Bugünün kaç sanatkârı bu kemale doğru yol alıyor. Bu kitap bir muhasebeye davettir. Üzerinde hassasiyetle duruşumuzun nedeni bu muhasebeye tevhit akidesinin peşinde olan biz sanatkârların acil ihtiyacı olduğundandır.

GÜZELİ DEĞİL, ONUN YERİNİ TARİF EDER
Müslüman sanatkâr, güzeli tarif etmekle uğraşmaz, bizi o güzelliğe tercüman olacak bir şeye usul usul yaklaştırır. Bizi olduğumuz yerden biraz ileri taşır, değişime uğratır sanat eseri. Ama hep olumlu anlamda bir değişimdir bu. Sanatımız ondan aldığımızı ona iade etmek olmalı. Ne incelikli bakış açısı. Tevhit sanatçısı kötülüğü de anlatsa güzelin içinden anlatacaktır. Başa dönelim o halde. Büyük sanatkâr efendimizin ölü bir köpeğin güzel dişlerine yönelttiği o bakışı gözlerimize fer yapmaya muhtacız. Çünkü biz güzelin peşindeyiz. Kötüyü güzel olanı anlatarak karartacağız. Her şeyi canlandıran o kadim yaradılış hikâyemizle bağlantımızı koparmadan kullanacağız kalemimizi. Her şeyin emanet olduğu bilincine o zaman varacağız.

yenişafak

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

Kitaplık Haberleri