Risale okumalarımı elime kalem almadan yapamıyorum. Altını çizmesem, yahut not almazsam okumadım zannediyorum sanki. Tefekkür boyutu eksik kalıyor gibi geliyor bana. Böyle olunca, bazen bir cümle uzun yolculuklara çıkarıyor bizi. Dönemimizde mesela Rize'ye gider, müfettiş lâtif insan Elvan Derindere'ye, Erzurum'a uğrar hizmet insanı Şener Dilek abiye, bazen yaz tatillerinde Kırkıncı Hocamıza çok cümlenin izahlarını sormuşluğumuz vardır. Şimdilerde derdimizi, Trabzon'da emekli öğretmen, müdakkik insan yine Erzurum mezunu Niyazi Kumandaş, Rize'de ise nadir bulunur ilim adamı, Nurlarda derinleşmiş İbrahim Kaya çekiyor. Yine geçenlerde Şener Dilek abinin dersinde sarfettiği Arabî Mesnevi'de geçen "Sanat, maddeyi yutmuş." cümlesi beni sarstı. Hanımla müzakere ettik, kesmedi. En iyisi böyle sesli, ders makamında sizlerle paylaşmak istedim
"Sanat maddeyi yutmuş." ne kadar derin, ufuk açıcı, misali bol ve şiddet-i zuhuru olan bir hakikatin ifadesi değil mi? Bu cümle ile eşdeğer de olmasa da yakın duran 20'ci Mektup'ta geçen "Küçük büyük kadar sanatlıdır, belki sanatça küçük büyükten daha büyüktür." cümlesi de var. Küçük, sanat cihetiyle daha büyük nasıl olur? Sivrisinek küçük ama onun hortumundaki ince ve dakik sanat, filin büyük hortumundan daha büyük olmaz mı? Yine Mektubat'ta geçen "Pirenin midesi ile Güneş sistemini" yaratma cihetiyle muvazene edip irtibatlandıran cümle de bir yönüyle piredeki sanat cihetini nazara veriyor gibi duruyor. Yine sivrisineğin gözü ile Güneş arasındaki irtibat, hem birbirlerini tamamlama hem de sanat yönüyle nazara sunuluyor.
"Sanat maddeyi yutmuş." cümlesini, imanın güzelliklerini anlatan 23.Söz'ün başındaki misal ile de bir cihette anlatılabilir mi, mütehayyirim. Maddesi beş kuruş olan bir şey, sanat cihetiyle bir milyon ediyorsa, sanat maddeyi yutmuş olmaz mı? İşte insan, madde itibariyle kaç para eder ki? Bundandır ki ruhunu Rahman'a teslim eden bir insanın maddesinin, bir günlük hürmet hakkı dahi yok. Değeri yok çünkü. Ancak iman nuruyla okunan üstündeki esma nakışları, yani sanat-ı İlahiye yönü onu, rütbesi hilafet, pahası ebedî cennet olan bir kıymete ve dereceye çıkarıyor değil mi? Yani sanat yönü, maddesini yutmuş oluyor bir nevi.
Fakat bundan daha keskin ve daha münasip misaller de var. Önce Kur'an-ı Hakîmin dersi ve Resulü Ekrem'in tâlimi ile yazılan Münacat Risalesi'nde geçen "Zîyahayatlardan ruhlu kısmı olan insan ve hayvanattan hiçbirisi yoktur ki cisminde gayet muntazam saatler gibi işleyen ve işlettirilen dahilî ve haricî azalarıyla... gayet mühim faideler ile yerleştirilen âlât ve duyguları ile ve cesedinde gayet sanatlı bir yapılış ve gayet hikmetli bir tefriş..." tâbirleri, sanatın maddeyi yuttuğunun bir iki örneği.
Mesala 20. Mektup'ta geçen "Sanat, o kadar mânidâr hassas ve güzeldir ki fonoğraf gibi nutka geldi söylettirdi, yani hitap çiçeği açtı." cümlesi, küçük, cismanî, maddî bir kafaya daha sırrı bile çözülemeyen fakat asırları kucaklayacak tesire sahip hitap ve beyan özelliğinin takılması, yine sanatın maddeyi yutması olmaz mı? Bu cümlelerin bir öncesi ise, âlem-i ekber olan kâinatı nazara veriyor. "Sâni-i Zülcelâlin âlem-i ekberdeki sanatı o kadar mânidardır ki o sanat bir kitap suretinde tezahür etti... Kitab-ı Mubinin bir nüshası olan Kur'an-ı Hakîm şeklinde ilân edildi." Bu izah bana Mülk Suresinin 3.ve 4. Âyetinin izahı gibi geliyor. Hani Rabbimiz "Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun, sonra gözünü tekrar tekrar çevir bak, göz yorgun ve bitkin bir halde sana dönecektir." buyuruyor ya. Hülasa, büyük ve küçük âlemde sanat, maddeyi yutmuş. Nereye bakarsan bak, incelersen incele hayrettesin. Bir bozukluk göremiyorsun. Madde kayboluyor âdeta. İşleyiş, sanat, harikalık göze çarpıyor. İstersen Güneşin aydınlattığı gündüzde yeryüzüne ya da Güneşin kaybolduğu vakitte gökyüzüne bak, fark etmez.
İstersen kocaman kütlelerin mesela dünyadaki yerçekimine bir bak. Öyle bir sanat ve işleyiş ki yürüyüşümüzün dengesinden, vücudumuzun şekline; atmosferin yerinde sabitlenmesinden, soluduğumuz havanın tutulmasına; dağların daha fazla yükselmemesinden, su ve denizlerin sükunetine hemen her şey, yerçekiminin dengesine bağlanmış. Bağlanmışsa, bağlayan kim? Bu, öyle bir
sanatlı işleyiş ki sanat, maddeyi yutmuş. Maddeye hâkim bir işleyiş ve işlettiriş var ortada.
İnsanın burun boşluğunun dip kısmında, birkaç santimetrekarelik bir alanda beş milyon koku alacısı sinir hücresinin muhteşem bir sistemle çalışması, bu kadar kokuyu beynin tanımlaması, hepsinden önemlisi bu kokuları tonları ile birlikte bir koku bilgi bankasında depolamasını, sanat maddeyi yutmuş cümlesinden başka ne ile izah edebiliriz?
Bugüne kadar yedi yüz elli bin farklı böcek türü tespit edilebilmiştir. Bunun ne demek olduğunu tasavvur edebilmek için, sivrisineğin hortumuna, bir sineğin yalpalanmayı önlemek ve rota tespit sistemine; bir bal arısının bacaklarındaki anten temizleme tertibatına, bir karıncanın yaşama düzenine bakın! Akıllara durgunluk veren bu işleyiş ve görünen hassas intizamın, bu kadar küçük maddede kendini nasıl gösterdiğini hayal edin ve neticede sanatın maddeyi yuttuğunu isterseniz büyük kâinatta yüz milyon âlemde seyretmeye çalışın. Yine göreceğiniz şey, bu kadar âlemin her bir ferdine ihtiyaç duyduğu ve layık olduğu şeyin eksiksiz verildiğini görmek olacaktır. yani sanat maddeyi yutmuştur.
Evet dostlar, toprağından tut odununa; saçından tut tırnağına, sebzesinden tut meyvesine her şeyin birer mucize sanat eseri olduğunu düşünürsek, sanatın şiddet-i zuhurundan ve ihatasından fark edilmediğini, ülfetle de üstü örtülünce okunamadığını söyleyebilirsin. Gafletimiz ise zaten en antika yönümüz.
Selam ve dua ile.