Sanatçı nedir? Tarifleri yapılmış ama farklı bir insan boyutu olduğu kesin. Sanatçı demek bastığı şeye alaladenin ötesinde yaklaşan, gördüğünde farklı şeyleri yakalayan ve ifade eden kimsedir. Duygu ve düşünce çerçevesinde güzeli gerçekleştiren, ortaya farklı bir nesne veya varlık çıkaran demek. “Bugün hava soğuk hanım paltomu ver” demek başka “Beni bu güzel havalar mahvetti“ demek başka. “Beni canımdan bezdirdin” demek başka “Beni candan usandırdı cefadan yar usanmaz mı / felekler yandı ahımdan muradım şemi yanmaz mı“ demek başka.
Sanatçı kendini güzeli gerçekleştirmeye adayan kişi demek de bir bakıma. Evrende herşey güzel tasarlanmış ve ifade edilmiş, çirkin yok. Bütün varlıklar bir güzellikler fuarında görünmek için geliyorlar. Şöyle yüzlerce canlıyı göz önüne getir hepsi dekoratif, renkli, fonksiyonel, şirin, etkileyici, sevimli, tatlı. Sanki benim mülküme çirkin şeyler giremez diyen bir ahsen ül Halıkın bütün varlıkları, bir denetimden geçirmeden yeryüzüne, umuma açmıyor. Sen benim mülkümde böyle çirkin ve suratsız dolaşamazsın diyor.
Demek en büyük sanatçı Allah. ”innacealne maalel ardi ziyneten leha liyeblüvehüm eyyühüm ahsünu amela” (ben arzı süsledim ve güzel yarattım ta ki siz de güzel şeyler yapasınız diye.) Demek yaratılışın bir gayesi de güzel yapmak, güzeli gerçekleştirmek. Allah yeryüzünü güzel yaratmış, bize de “benim yaptıklarıma bakın siz de güzel şeyler yapın” demek istiyor.
Dinin her fiili estetik olarak tasarlanmış. İnsan hem güzel hem güzellikleri seyreden, yani hem şahit hem de seyirci. İnsana iki göz ilahi ve beşeri güzellikleri seyretmek için verilmiş. Ezanda iki kere şehadet kelimesi geçiyor, şahidim alemin Rabbinin yaratmasına ve güzel tasarlamasına, alemin sahibi o olduğuna, şahidim şu kadar güzel olan kainatın hangi güzelin tasarımı olduğunu ortaya koyan öğretmen ebedi öğretmenin peygamber olduğuna. Duyarak, hissederek yaşanan din herkesi az da olsa filozof yapar ama duyulan, düşünülmeyen ne verir ki insana. Bu güzel kainatı yaratan ve beni ona şahit tutan Allah bir de güzeller güzeli bir peygamber göndermişse, bu iki gerekçe en güzel iş olan namaza bütün bu azametlerin, güzelliklerin önünde eğilmeye çağırıyor. Allahu Ekber diyor onun büyüklüğüne karşı hayretimi, Subhanallah deyip onun kusursuz yaratmasına tavrımı, Elhamdülillah deyip beni bütün hayatım boyu kuşatan nimetlerine tavır alıyorum. İşte namaz işte ezan en estetik durumlar ve tavırlar galerisi.
Batılı filozoflar ve estetikçiler eşyanın görüntüsünü, temsili niteliğini, çizgi, boya, tuval, renk gibi şeylerin estetiğini güzel tasarımını söz konusu etmişler. Ama varlığın bir de iç estetik düzeni var ki insan bedeni bu estetik güzelliğin deruni galerisi. Hava vücuda girince orada iç sıcaklığı meydana getiriyor. Sonra kanı temizliyor, çıktığında da bütün güzellikleri ifade eden kelimeleri meydana çıkarıyor. Ziya Paşa’nın Terci-i Bend’inde tekrar ettiği sanatında akıllara hayret veren Allah’ı takdis böyle olur. Bediüzzaman bu fizyolojik zenginliği eserlerinde anlatır:
“Beden-i insaniyedeki hararet-i garîziye, bu imtizâc-ı kimyeviye ile temin edildiği gibi; kandaki karbon alındığı için, kan dahi sâfî olur. İşte, nefes dahile girdiği vakit, vücudun hem âb-ı hayatını temizliyor, hem nâr-ı hayatı iş’âl ediyor. Çıktığı vakit, ağızda, mu’cizât-ı kudret-i İlâhiye olan kelime meyvelerini veriyor.Fesubhane men tehayyere fi sunihil ukul. (Sanatında akılların hayrete düştüğü Allah, her türlü kusur ve noksandan beriolan Allah’ı takdis ederim)
Sanatçı yapıcı ve etkileyici bir duyarlılığı yansıtır ve tanıtır. Bediüzzaman kainattaki sanat intizamını ve ölçülü sanatı, intizam-ı sanatı ve ittizan-ı sanatı anlatır. ”Göğün yüzüne bak, nasıl sükûnet içerisinde bir sessizlik, hikmet içerisinde bir hareket, haşmet içerisinde bir parıldama, zînet içerisinde bir tebessüm göreceksin. Bunlar intizam-ı hilkat, ittizân-ı sanat ile beraber olmaktadır. Kandilinin parlaması, lâmbasının ışık vermesi, yıldızlarının parıldamaları akıl sahiplerine sonsuz bir saltanatın varlığını ilân eder.”
Bediüzzaman bitki ve hayvanların bir çok özelliklerine dikkati çeker. O hususiyetlerden biri de sanatlarındaki acipliktir. Acip genel tasarım kurallarının dışına çıkan metrik olmayan güzelliklerin ifadesidir. Bütün hayvanlar böyle acip güzelliklere sahiptirler.
“Hem her baharda gözümüz önünde icad edilen nebatat ve hayvanâttan hiçbir tanesi yoktur ki, san'at-ı acîbesiyle ve lâtif ziynetiyle ve tam temeyyüzüyle ve intizamıyla ve mevzuniyetiyle Seni bildirmesin.”
Gel, bu müteharrik antika sanatlarına bak. Hayvanlara ve insanlara işarettir. Zîrâ, hayvan şu âlemin küçük bir fihristesi ve mahiyet-i insaniye şu kâinatın bir misâl-i musağğarı olduğundan, âdetâ âlemde ne varsa, insanda numûnesi vardır. Her birisi öyle bir tarzda yapılmış; âdeta bu koca sarayın bir küçük nüshasıdır. Bütün bu sarayda ne varsa, o küçücük müteharrik makinelerde bulunuyor.”
Burada beşerin sanat anlayışına bir eleştiri var. İnsanın yaptığı sanatlar hep hareketsiz, heykel, resim, mimari ama Allah’ın yarattıkları hareketlidir. Hayvanlar hareket halinde sanat eserleridir, insan ve diğer canlılar da müteharrik makinelerdir. Hareketli makinalardır. Bediüzzaman gerek hayvan ve gerek insanların hepsini hareketli sanat eserleri olarak makinalar olarak anlatıyor, ne kadar klasik bakış açılarının yetersizliğini ve ilahi bakıştan mahrum olduğunu ifade ediyor.
“Bak bu taşlardaki nakşa; her birisinde bütün sarayın nakışları var, şecere-i hilkatin meyvesi olan insana ve kendi ağacının programını ve fihristesini taşıyan meyveye işarettir. Zîrâ kalem-i kudret âlemin kitâb-ı kebîrinde ne yazmış ise, icmâlini mahiyet-i insaniyede yazmıştır; kalem-i kader dağ gibi bir ağaçta ne yazmış ise, tırnak gibi meyvesinde dahi derc etmiştir. (Bunlarda insan ve meyve) Bütün şehrin tanzimât kanunları var, bütün memleketin teşkilât programları var. Demek bu nakışları yapmak, bütün memleketi yapmak kadar hârikadır. Öyle ise, her bir nakış, her bir sanat, o gizli Zâtın bir ilânnâmesidir, bir hâtemidir.
Derinlikli bir bakıştır. İnsanı, ağacı ve meyveyi kainat sarayının bir taşına benzetiyor. İnsan, meyve ve ağaç kainat sarayının bütün özelliklerine sahiptir. Onlardan birini yapmak bütün kainatı yapmak gibidir.
Bediüzzaman taş kelimesini insan ve ağaç ve meyveler için kullanır, çünkü bunlar varlığın, yeryüzünün oluşturulmasında en çok kullanılan ve göz önünde olan varlıklardır.
”Şecere-i hilkatin meyvesi olan insana ve kendi ağacının programını ve fihristesini taşıyan meyveye işarettir. Zîrâ kalem-i kudret âlemin kitâb-ı kebîrinde ne yazmış ise, icmâlini mahiyet-i insaniyede yazmıştır; kalem-i kader dağ gibi bir ağaçta ne yazmış ise, tırnak gibi meyvesinde dahi derc etmiştir.
İşte, bak: Eğer nihayetsiz mucizeleri ve hünerleri olan gizli bir Zâtın kalemi işlemezse, bu nakışları sâir şuursuz sebeplere, kör tesadüfe, sağır tabiata verilse, o vakit, ya bu memleketin her bir taşı, her bir otu öyle mu’ciznümâ nakkaş, öyle bir hârikulâde kâtip olması lâzım gelir ki, bir harfte bin kitâbı yazabilsin, bir nakışta milyonlar sanatı derc edebilsin. Çünkü, bak bu taşlardaki nakşa; her birisinde bütün sarayın nakışları var.”