Sarhoş aracılığıyla Bediüzzaman’a ulaştım

Bediüzzaman’ın talebelerinden Ahmed Nazif Çelebi’yi rahmetle anıyoruz…

Risale Haber-Haber Merkezi

Ahmed Nazif Çelebi’yi rahmetle anıyoruz.

Bediüzzaman Hazretlerinin, 1936 yılında Kastamonu’ya sürgün olarak gönderilmesinden sonra, Risale-i Nur hizmetlerinin Isparta’dan sonra ikinci bir merkezi İnebolu olmuştur. Hz. Üstad tarafından “Küçük Isparta” diye taltif edilen İnebolu’nun saff-ı evvel ağabeyi Ahmed Nazif Çelebi’dir.
1891 yılında İnebolu’da doğan Nazif Çelebi Ağabey, 30 Aralık 1964 tarihinde 73 yaşında iken aynı ilçede vefat etmiştir. Mezarı oğlu Selahaddin Çelebi ile beraber aynı kabristandadır, yakındır.
Bize onu, Risale-i Nur’da isimleri geçen, Denizli Hapishanesinde Hazret-i Üstad ve Nazif Çelebi ile beraber yatan rahmetli Gülcü Hüseyin (Kuru) ve Sâlih Uğurtan anlattılar. Efsanevî hizmetlerin yapıldığı evini gezdirdiler…
Vefatının 46. yıldönümünde Nazif Çelebi Ağabeyimizi rahmet, minnet ve dualarla anıyoruz…
Aşağıdaki hatıralar “Ağabeyler Anlatıyor-2” kitabından özetlenerek alınmıştır.

Ömer Özcan

BEDİÜZZAMAN’I NASIL TANIDI

Ahmed Nazif Çelebi, Bediüzzaman ismini daha 17 yaşlarında iken duymuş ve bu isim kalbinde yer tutmuştur. Bu şöyle oluyor:

1908’de İstanbul’da bulunan Bediüzzaman Hazretleri, 31 Mart hadisesinden sonra kurulan Divan-ı Harp Mahkemesinde beraat eder ve Van’a dönmek üzere yola çıkar. Trabzon’a kadar denizyoluyla olan Van yolculuğu sırasında, İnebolu’ya da uğrar. İşte o sırada çarşıda bulunan Nazif Çelebi, Bediüzzaman’la göz göze gelir ve selamlaşırlar. Kalbi heyecan içinde çırpınır, içinden ılık bir akıntı geçer genç Çelebi’nin. O gün o kadarla kalmıştır. Bu hadise, Kastamonu Lâhikasında Nazif Çelebi Ağabeyin kendi ifadeleriyle şöyle teyid edilmektedir:

“…onyedi yaşımda bulunduğum ve çok cahil ve çocukluk devresinde iken, bu mübarek isim kalbimde yer tutmuş. Ve bu kalbî muhabbet hürmeti için olacak ki; 1326 (1908) senesinde Hazret-i Üstad'ın "Bediüzzaman Said-i Kürdî" lakabı altında Karadeniz seyahatinde iki hizmetkârı ile İnebolu'yu ziyaret ederek, o zaman İnebolu'nun meşhur ulemasından Hacı Ziya ve diğer ulema arasında vapura teşyi' edildiği sırada tesadüfen çarşıda karşılaştığım ve çok derin muhabbet hissiyle bu mübarek zâta selâm durarak mütebessim ve nuranî sîmalarıyla ve keskin nazarlarıyla selâmlarına ve manevî nazarlarıyla iltifatlarına mazhar olduğum günden beri artan muhabbet ve alâkamı, otuz senelik hatırımdan kat'iyyen silinmediğini aynelyakîn görüyordum.” (Kas. Lâh.41)

Nazif Çelebi, tam otuz sene sonra, İnebolu’da bir kahvehanede, zavallı bir sarhoştan; "Ya Rab! Bana bir mürşid-i kâmil ihsan buyur" diye, yana yakıla aradığı mürşidin Kastamonu’ya geldiğini duyar. Nazif Ağabey işin bu kısmını da Kastamonu Lâhikasında şöyle açıklamaktadır:

“…On seneden beri Cenab-ı Rabb-ül Âlemîn Hazretlerinden niyazımda, daima beş vakit dualarımda, "Ya Rab! Bana bir mürşid-i kâmil ihsan buyur" niyazında iken, bundan üç sene evvel yani hicri bin 1357 ve miladi 1938 senesinde, İnebolu'da bir kahvede, Kastamonulu bir zavallı sarhoşun sitayişle bahsettiği bir zâtın Kastamonu'da mevcudiyeti ve menfî olarak bulunduğunu işittim. Dikkat ettim ve tahkik ve ta'mik ettim. Anladım ki; otuz senedir kalbimde saklı olarak taşıdığım o zamanki Said-i Kürdî olduğunu hayretle öğrendim. Ve kalbimdeki sevgi günler geçtikçe ateşlendiğini hissettiğimden, her tehlikeyi göze alarak ziyaret edip, mübarek ellerini öpmek lâzım ve şart olduğunu bildim. Ve ziyaretimde, Eski Said'in ism-i mübarekleri Bediüzzaman Said Nursî ve Risale-i Nur'un müellifi ve sahibi olarak buldum. Kemal-i aşk ve ihlâsla sarıldım. Ve benim yegâne mürşidim ve rehberim ve büyük üstadım o Risale-i Nur'dur dedim. (Kas. Lâh.42)

Aynı sayfanın altına Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur’un bu büyük talebesi için şu dipnotunu koymuştur: “Evet bazı ehl-i velayetin ileride talebesi olacak zâtlar, daha dünyaya gelmeden, hiss-i kabl-el vukuun inkişafıyla kerametkârane keşfettikleri gibi; Risale-i Nur'un talebelerinin mühimlerinden birkaç zât dahi, çok zaman evvel, bir hiss-i kabl-el vuku' ile, ileride Said ile alâkadar bir surette bir Nur'a hizmet edeceğini hissetmişler. İşte, onların birisi de Nazif'tir.”

ÇOK CELALLİ VE HAŞMETLİ BİR İNSANDI

O zamanlarda bütün Türkiye’de sadece iki yerde teksir makinesi bulunmaktaydı. Birisi Isparta-Sav’da İbrahim Gül’ün evinde, diğeri ise “Küçük Isparta İnebolu”dadır. O da Ahmed Nazif Çelebi ağabeyimizin evinde tavan arasında bulunuyordu. Teksir konusunda İnebolu Isparta’dan daha kıdemlidir. Tarih itibariyle makine ile tab işi ilk önce İnebolu’da başlamıştır. Sonra Tâhirî ağabey tarafından Isparta’ya da bir makine alınmıştır.

1978 senesinde yaptığımız İnebolu ziyaretimizde, Denizli Hapsinde Hazret-i Üstad ve Nazif Çelebi ile beraber yatan rahmetli Gülcü Hüseyin (Kuru) ve Sâlih Uğurtan ağabeyler bize Ahmed Nazif Çelebi ağabeyi şöyle anlatmışlardı:

“Nazif Çelebi Ağabey İnebolu’nun eşrafındandır. Çok celalli ve haşmetli bir insandı. Adeta bastığı yer titrer, çarşıdan geçerken herkes hürmetle temennaya dururdu. Ahmed Nazif Çelebi ağabeyimiz İnebolu da çok saygın bir insandı… Teksir makinesi onun evinde tavan arasında bulunuyordu. Orada, tavan arasında, sabahlara kadar tokyo terliklerle iki büklüm olarak teksir yapardı. Çok cesurdu… Yapılan teksir Risaleler ciltlendikten sonra, gizlice kasalar içinde gemilerle Anadolu’ya sevk edilirdi, biz de yardım ederdik. Denizli ve Afyon Hapishanelerinde Üstad’la beraber yatmıştır.”

“Nazif Çelebi ağabeyin evinin karşısında o zamanın hükümet binası, onun önünde jandarma karakolu, bir bina ötedeki sokakta da polis karakolu bulunuyordu. Hayret verici bir inayet ise, bu ev, polis ve jandarma tarafından defalarca basıldığı, arandığı halde, teksir makinesinin kat’iyyen bulunamamasıdır. Çünkü Nazif ağabeyin evi tam bu hizmet içindi. Çok karmaşık, çok odalı ve çok merdivenli bir evdir orası.”

EFSANEVÎ EV MUTLAKA GÖRÜLMELİ VE SATIN ALINMALI

İnebolu ziyaretimizde Gülcü Hüseyin ve Sâlih Uğurtan ağabeyler bizi Nazif Çelebi Ağabeyimizin evini gezdirdiler. Dört katlı eski bir Rum evi olan bu bina, şu anda metrûk bir vaziyette. Şimdiki sahibi de Almanya’da bulunuluyormuş.
Evi gezerken hayretler içinde kaldık. Zira o zamanki baskın ve tarassutlar düşünülürse, bu ev, sanki o günkü şartlara göre tam bu hizmet için yapılmış. Lâbirent gibi bir yapı… İç içe odalar, gizli geçitler, dolaptan dolaba diğer odalara geçişler, karmakarışık merdivenlerden üst ve alt katlara çıkışlar-inişler. Hakikaten makine odasının bulunması mümkün değil. Biz dahi tavan arasından zemin kat’a inerken yolumuzu kaybettik...

Ve teksir makinesinin bulunduğu tavan arası… Burası rahatça ayakta dik durulamayacak kadar alçak. Kahraman Ahmed Nazif ağabey, ayağında tokyo terliklerle sabahlara kadar burada iki büklüm olarak risaleleri teksir edermiş. Bütün Anadolu’ya yapılan neşriyatı buradan gerçekleştirmişler. “Îman tekniğe meydan okudu” sözüne masadak olmuşlar.
İnebolu’ya gidenler bu evi mutlaka görmelidirler…
Abdullah Yeğin ağabey’e bu gezimizden sonra bu evin satın alınması için bir faaliyet düşünülüyor mu diye sordum. Şöyle dedi Yeğin ağabey: “Şimdi evin sahibi Almanya’da, durumu bildiği için çok fiyat istiyor, inşallah zamanla alınabilecektir…”

www.RisaleHaber.com

Nur Talebeleri Haberleri