“Sarıklı küçük genç bir zât ise, Hulusi’ye omuz omuza verecek, belki geçecek birisi; hâşirler ve talebeler içine girmeye namzeddir. Bazılarını zannederim, fakat kat’î hükmedemem. O genç kuvve-i velâyetle meydana atılacak bir zâttır.”(28. Mektup)
Risale okumaya başladığım ilk gençlik yıllarımdan bu yana daima zihnimi meşgul etmiştir şu meşhur sarıklı genç meselesi. Sadece benim değil ben gibi her düzenli risale okuyucusu için sanırım durum öyle. Ne saklamalı! Öteden beri ağabeyler tarafından anlatılagelen “şahs-ı manevi” yorumu, onlara olan bütün hürmetime rağmen nedense, hiçbir zaman oturmadı zihnime ve dahi aklıma.
Nur Külliyatında merkezi bir öneme haiz olan “şahs-ı manevi” kavramı kimi zaman açıklanamayan bazı meselelerde bir “sığınak” veya bir “bilinmezlik turnusolu” olarak kullanılabilmektedir maalesef.
Ne zaman bu bahis açılsa malumun ilamı kabilinden o, zaten şahs-ı manevi diye anlatılarak geçiştirilmeye çalışılır. Şu anda çoğunluk nur talebesi tarafından genel bir kabule mazhar olmuş olan bu yorumun kritiğini yapmaya çalışacağız naçizane.
En sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyeyim: Hz. İsa (a.s), mehdi, deccal gibi kıyamet alametleri ve sarıklı genç gibi imgeleri şahs-ı maneviye hamledenlerin tercihlerine saygı duymakla birlikte bunların birer şahıs olduğunu söyleyenlerin kanaatini paylaşıyorum. Aslında bazı zaman şahs-ı manevi demekle yok demek aynı şey. Mesela Hz. İsa’ya şahs-ı manevi demek zımnen onun öldüğünü, göğe çekilmediğini, ilgili tüm sahih rivayetleri reddetmektir. Keza mehdi de öyle.
Öncelikle şunu ifade edeyim: Bu şahs-ı manevi yorumu yanlıştır, olmaz, olamaz demiyoruz kesinlikle. Bizim karşı olduğumuz birçok yoruma mahal olabilecek bir meseleyi tek bir yoruma indirgemek. Yorumu tekleştirmek yani. Daraltmak. Sınırlamak.
Şah-ı manevi tercihini metinsel açısından en güzel bir şekilde temellendirmeye çalışan hiç şüphesiz ki Metin Karabaşoğlu Hoca’nın konuyla ilgili yazısı. Bizde eleştirilerimizi bu yazı bağlamında sunmaya çalışacağız. İlgili yazıyı özetlemek daha basit ve daha hafif bir yol belki ama iş biraz daha bilimsel olsun istedik.
Şimdi ilgili yazıyı biraz okuyalım isterseniz:
“Yirmisekizinci Mektub”un “birinci risale”sinde söz konusu edilen rüya, Risale-i Nur’un tamamı, ilgili risalenin tamamı ve ilgili rüyanın tamamı dikkate alınarak okunmalıydı bu yüzden. O zaman da, buradaki sarıklı genç şudur, yok o değil budur, yok bizim ağabeyimizdir, yok bizim hocamızdır kabilinden sığ tartışmalara mahal olmazdı zaten. Gelin görün ki, vaziyet bu...”(M.Karabaşoğlu, Karakalem)
İlk cümledeki tespit doğru. Evvela zihne takılan bir konuyu Risale-i Nurun bütünselliği içinde okumak makul bir metot ama tek metot değil. Kaldı ki bu metodu takip ederek okusak bile Sarıklı Genç mutlaka şahs-ı manevidir sonucu çıkmaz. İkincisi Hocamızın dile getirdiği kaygıları ve hassasiyetleri aynen paylaşıyoruz ama bir şeyin su-i istimal edilmesi, istismar edilmesi veya spekülasyonlara malzeme yapılması başka şey o şeyin zatı başka şey. Nitekim tarihte mehdi, hz. İsa (a.s) gibi konularda naehillerin işe karışması sonucu nice spekülasyon ve istismar yapılmış ama bunlar asla bu muhterem zatların asli kimliğine, ahir zamanda geleceklerine ve işin ciddiyetine bir zarar verememiş.
Hocamızın izini sürmeye devam ediyoruz:
“…Buradaki ‘sarıklı küçük genç bir zât’ın, istikbalde Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini temsil edecek kişilerin toplamına işaret ettiğini düşünmemiz gerekir. Dolayısıyla, bu tâbir, belli bir kişiye işaret eder şekilde değil, Risale-i Nur’un hizmetinde, ilgili “mektub”ta anılan vasıfları üzerinde taşır halde bir hayat yaşayan herkesi kuşatır şekilde okunma durumundadır.”
İşte yorum inhisarı denen şey tam da bu. Neden böyle okumak zorundayız, başka bir şekilde okumaya hakkımız yok mu? Külliyatın sistematik bütünlüğü içinde yaklaşıldığında bu yorum yanlış değil, yanlış olan bu yorumu dayatmak, genel-geçer biricik yorum kabul etmek.
Şimdi gelelim meselenin özüne. İlgili bahiste Sarıklı Genç’in şu dört özelliği dikkate sunulur:
1-Hulusi’ye omuz vermesi ve belki de geçmesi.(Bakınız hocamız bu tabiri tekrar nasıl tabir ediyor: “Bediüzzaman’ın ne kadar diri ve taze bir dimağa ve açık bir yüreğe sahip olduğunu gösteriyor. Zira bu ‘belki geçecek’ ifadesi, istikbalin Risale-i Nur’a müheyya genç istidatlarının el’an Risale-i Nur’a muhatap olanlarından daha güçlü bir kavrayışla Risale’yi anlayıp kavraması imkânına işaret ediyor.” Tekellüflü bir yorum değil mi? Üstelik şahs-ı manevi zaten her zaman bütün talebelerin önünde kimseyi geçmesine gerek yok yani.
2-Naşirler ve talebeler arasına girmeye namzet (aday) olması.(Hocamız bunu yorumlama ihtiyacı duymamış. Şahs-ı manevi talebeler arasına girmeye nasıl aday oluyor anlamak güç doğrusu? Çünkü bilebildiğimiz kadarıyla şahs-ı manevi bu rüyadan öncede vardı.)
3-Hz. Üstadın bazılarını zannetmesi ve fakat kati hükmetmemesi. (Aziz üstadımızın şahs-ı maneviyi zannetmesi ve fakat tam karar verememesi düşünülebilir mi? Eğer bu şahıs denildiği gibi şahs-ı manevi ise üstadımız birinci imge olan vasi meydanlığa direk alem-i İslamiyet, mescide Isparta vilayeti, ufak kürsüye Barla dediği gibi buna da hiç çekinmeden şahs-ı manevi derdi çünkü ortada buna mani hiçbir durum yok.)
4-Kuvve-i velayetle ortaya atılması.(Bunun velayet-i kübra olduğunu söylemek isabetli değil çünkü başta Hulusi olmak üzere bütün nur talebeleri velayet-i kübraya mazhardır zaten. Anlaşılan burada özel bir durum söz konusu.)
Görüldüğü gibi bu dört vasfında somut bir insana daha doğrusu nefes alıp veren hususi bir şahsa işaret ettiği aslında çok açık. “Rüya sembolizmi” ve rüyadaki imgeler açısından meseleye yaklaşan Karabaşoğlu anılan bu üç özelliği ayrıntılı bir şekilde tabir ediyor. Ama bunu yaparken çok önemli ve hayati bir gerçeği ya atlıyor ya da fark etmiyor bizce. O gerçekte şu: Hz. üstad o rüyadaki imgeleri tek tek tabir ve tefsir ediyor zaten. Mesela rüyadaki vasi bir meydanlık imgesini alem-i İslamiyet olarak, etrafı bulanık çamurlu su imgesini hal ve zamanın sefahet ve atâlet ve bid’atlar bataklığı, mescidi Isparta vilayeti, ufak kürsüyü Barla olarak tabir ediyor.
Sarıklı küçük genç bir zât imgesini ise: “Hulusi’ye omuz omuza verecek, belki geçecek birisi; hâşirler ve talebeler içine girmeye namzeddir. Bazılarını zannederim, fakat kat’î hükmedemem. O genç kuvve-i velâyetle meydana atılacak bir zâttır” şeklinde hem tabir ediyor hem de tefsir ediyor.
Karabaşoğlu ise Hz. Üstadın tefsir ettiği rüya imgelerini ayrıca tefsir ve tabir ediyor. Ama ortada şöyle bir garabet var: imge, vakıanın rüya alemindeki hali, tabir ise o imgenin yaşadığımız reel hayatta neye karşılık geldiğini açıklar. Yani açıklama bittikten sonra rüya anlaşılmış olur. Şimdi “Sarıklı küçük genç bir zât” rüya alemine ait bir imge, Hz. üstadın yapmış olduğu tabir bu imgenin yaşadığımız günlük hayatta neye karşılık geldiğini beyandan ibarettir.
Hulasa sarıklı genç imgesini şahs-ı manevi olarak yorumlamak ne kadar doğru, makul ve isabetli ise, onu bizzat somut bir insan olarak yorumlamak ve anlamakta ondan daha doğru, makul ve isabetlidir. Mesele bir tercih meselesidir. Yeter ki tek yorumda ısrar edilmesin. Bir yorum mutlaklaştırılmasın.